Köyü olanlar, bağı bahçesi olanlar iyi bilir. Çok lezzetli bir meyvedir kayısı. Kayısı ağacına çıkıpta meyveyi dalından yemenin tadına doyulmaz. Küçüklüğümüzün yazları bağda, köyde geçti. Çok iyi bilirim kayısı ağacını. Bayırda olur, tepeye dikerler ağacı. Meyveyi yemek için ağaca tırmanırdık, bir iki lezzzetli, ballı kayısı için. Ağaçtan indiğimizde, üstümüz başımız batmış, yırtılmış, elimiz yüzümüz yapış yapış olmuş, yüzümüz, kolumuz çizik içinde yediğimiz kayısıya ağacı yüzünden lanet ederdik. O yüzden yandaki elma ağacına yerden uzanıp bir elma koparmak güzelim kayısıyı yemekten evla gelirdi. Bu yüzden ağaç silkelenir yere düşen kayısı ezik, mezik, topraklı, taşlı toplanır kalana razı olunurdu.
Kupada yürüyen ulusal takım beni küçüklüğümün köyüne, kayısı ağacına götürdü. Bütün dağları yaratan, Leman'ın hain evlat Ökkeş'i, sinirli, terso, ulusu garip duygulara sürükleyen, bencil, alaycı, kibirli, megolaman, piskopat, şizofren, ulusun en az yarısının nefretini kazanmış bir Hoca yüzünden, galibiyetlere, turlara sevinemiyoruz.
Kayısı ağacının lanetiyle, Ulusal Takım'ın Hocası'nın laneti aynı paydada sanki. Nasıl ki ağacı yüzünden kayısıdan yemekten vazgeçtiysem, Hocanın laneti yüzünden Milli Takımın galibiyetine sevinmekten vazgeçtim. Silkelemek lazım ağacı, yere düşürmek lazım, sonra kalan sağlara razı olmak ve bağımsız, sevgi dolu ortamlara hazırlamak lazım takımı. Ağacına duyduğum nefret yüzünden, meyvesinin bizim olduğuna sevinemiyorum, coşamıyorum, sokağa dökülemiyorum, övünemiyorum. Lanet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder