31 Eki 2009

Neyin ÖÇ'ü, Neyin HINÇ'ı




Perşembe gecesi sevgili kardeşim Hıncal Uluç telefon etti; “İstanbul’a yeni döndüm, dünkü yazını şimdi okudum. Kafka’nın hikâyesinin kahramanının adı neydi?..”
Telefonda durakladım; “Allah Allah, yazımda da yazmışım adını, üstelik Hıncal bilmez mi, bana neden soruyor, bunda bir cinlik var ama, nerede?..”
Gene de cevap verdim; “Gregor Samsa!..” Kahkahayı patlattı; “Gregor Samsa’nın adının baş harfleri ne?..”
Bu defa ben kahkahayı patlattım; “G.S!..” Vay canına sevgili okurlar, Franz Kafka “bu ünlü hikâyesinde, benden çok önce, taaa o günlerden Galatasaray’ı yazmış” galiba, şifre ile; “GS!..”

Ne isim koymuş be bey babanız, biriniz öç alıyor, biriniz hınç alıyorsunuz. Hınç alanınız yıllardır bu ülkede bir numaralı bilirkişi olarak ger konuda görüşünü kitlelere benimsetebilmektedir. Aykırı görüşü esastır, kim neye karşıysa o taraftan olur. Sezon başından beri bitirmeye uğraştığı Galatasaray, 3 maçta 8 puan kaybedince yağları erimiştir. Ne de olsa demişti, dedikleri çıktığı için de mutludur. Servet'in götünü dayayarak top oynadığını bir tek o gözler görmüştür. Yıllarca Hakan Şükür kaleciye doğru boş koşular attığında enerjisini gereksiz tüketiyor diye yırtınan Hınç alıcı, iş Kazım'a gelince büyük antrenör dehalığından söz etmektedir. Aslında Servet biraz akıllı olsa, Kazım topa dokunmadan maçı bitirebilirdi. Kaleciye uzatılan topu, tekrar alma riskine girmedikleri için kaleci topu kaptırdı bir kaç kere. Köşe başları onun, o ne derse odur. Bütün millet Arda'ya çullanmışken şimdi aklı sıra Arda tarafına geçmiştir. Arda'ya mektup yazmış gaza getirmeye çalışıyor. Arda gibi futbolcu üst üste maç kötü oynamaz, yakında bir maçta coşacak, bizim ünlü Nonbertarafus durumdan vazife çıkarıp, kendiyle bir kez daha övünecektir.

Artık Hınç alıcıya alıştık, okumadan da duramıyoruz. Ne kadar sinir olursak o kadar iyi mantığıyla daha çok seneler okuyacağız. Ancak son zamanlarda bir de Öç alıcı çıktı. İki kardeş bir birinin aynı yazılarla muhtemel Galatasaray başarısızlığı üzerine kurgularını yapıyorlar. Aynı şeyleri Fenerbahçe için yapsalar sonuç daha başarılı olur halbu ki. Ben de buradan bir gün Fenerbahçe'nin bir takımdan hezimet yiyeceğini yazayım gün be gün. Elbet bir gün tutacak.

Bir gece Kadıköy'de bir baktılar ki koskoca Galatasaray, hamamböceği oluvermiş. Ne komik, hem dediğiniz çıktı, hem de ulamalığınız devam ediyor hala. Ben takip etmiyorum, Öç alıcı da belki uzun zamandır yazıyor, ancak gündemdeki büyük gazetelerde olmadığından kardeşi kadar popüler değil.

Ne güzel iş aslında, Galatasaray'lı olacaksın Galatasaray'a saldıracaksın. Galatasaray ezilirse dediğim çıktı diye sevineceksin, Galatasaray ezerse Galatasaray'lısın ya en güzel yazıları yine sen yazacak başka türlü sevineceksin.

Yok öyle yağma, ateş düştüğü yeri yakıyor, üzüntümüz de bizim, sevincimiz de. Hıncınızı, Öcünüzü aldınız yeter, bırakın şu takımı artık bize. Sizler 10 senedir Kadıköy'de Galatasaray'ın neden hep kaybettiğine kafa yoracağınıza, devletin resmi takımının neden 25 senedir kupayı alamadığına da yorun biraz.

27 Eki 2009

Aldırma Cim Bom


Futbolculara kimse kızmasın.3 gündür taraftarın çoğu infial içinde. Arda'dan girip, Aydın'dan çıkan, Ayhan'a giydirip, Elano'ya sövenler var. Kimse merak etmesin, kimse moralini bozmasın 1 ay önce takım nasılsa şimdi de aynı. Hiç oynayamadıkları, hezimetten kurtuldukları son maç dahil. Kaldı ki Aydın başka bir stadyum'da olsa rahat atabileceği pozisyonda, titremiş çok kötü vurarak takımı olası beraberlikten etmiştir.

Sevgili Galatasaray Kaptanı, Amigo Sabri, Ayhan, Kewell sakın üzülmeyin taraftarımızı üzdük diye. Maç bittiğinde, bitti bizim acımız, kızgınlığımız, kötü kadere küsüşümüz. Sizler Kadıköyde bir maç oynamadınız, bu gidişle de oynayamayacaksınız. Nasıl ki biz yolun üstünden taş yağmuru içinde bir hayvanın ahıra sokulması misali ağların, tel örgülerin, kalelerin görünmediği adına tribün denen yere tıkılıyorsak, 90 dakika hayatımızın en büyük desibeliyle bağırdığımız halde sesimizi televizyonlardan duyuramıyorsak ve kısaca stadyumda eziliyorsak sizin durumunuz da aynı. Arena da yırtıcı hayvanların arasına atılıyorsunuz orada. Koskoca camia senede bir maça kilitleniyor. Önceki ve sonraki maçı riske atıyor, taraftarları senede bir defa o stadyumu tamamen doldurabiliyor. Futbolcusu o maça kilitleniyor, sporun oyunun dışında yapılabilecek ne varsa yapıyor ve neticeyi alıyor.

Peşpeşe yenildiğimiz 10 maça bakalım, hangisinde hakem hatası Fener aleyhine olmuş. Hangi maçta yapılan şovlarda, asılan pankartlarda, çalınan müziklerde yöneticilerinin parmağı olmamış. O kadar eminlerki yeneceklerine tribünleri konfeti bulutlarıyla örttüler. Neticede bir lig maçıdır, Galatasaray'ı yenince de aynı puan veriliyor. Nerden biliyorsun yeneceğini, hadi biliyorsun ne oldu, Şampiyonmu oldunuz, kupa mı kazandınız ki turlara çıktınız. Aynı şovu Kasımpaşa maçında neden yapmıyorsunuz?

Bazı iyimser maç analizcileri yazmışlar, Baros sakatlanmasa, Elano oynamasa, Keita atılmasa... bunlar beyhude şeyler. Maçla ilgili benim tek sitemim Arda'nın çıkarılmasınadır. Dünya'nın en büyük takımını yönetmiş adamlar Türk futbolcusunu, her hangi bir Türk maçını tanımaları zaman alacak. Ya da sistem denecek, hiç bir şeyden taviz verilmeyecektir. Arda'nın oyundan çıkması için oyunun durması bekleniyordu. O sırada korner atıyordu Arda, ve o korner gol oldu. Santra yapılmadan Arda kenara alındı. O anda Arda'yı azıcık tanısaydı hoca, asla değiştirmezdi. Takım, en azından Arda direniş gösterebilirdi. Eminim sonuç değişmeyecekti, ama en azından taraftar oynanan oyuna üzülmeyecek, teslimiyete, çaresizliğe terk edilmeyecekti. En azından, azıcık mücedele edebilen tek futbolcumuz Mustafa Sarp olmayacaktı.

Bunca uzun girişten sonra neden yeniliyoruza kafa yoralım. Ben son maça gitmiş tecrübeli taraftar olarak tezlerimi ortaya maç yazısında biraz koymuştum. Şimdi sakin kafayla açıyorum. Biz Aslantepe'ye geçmediğimiz sürece, Kadıköy'de Fener'i yenmeye geldiğimiz sürece, Fener maçını bir Fener'li gibi hayatımızın maçı olarak gördüğümüz sürece değil 10, 20. maçta da yenileceğiz. Biz bu Fenerbahçe'yle tarafsız bir sahada oynasak 10 maçın 9 unu kazanırız. Nitekim kupa maçlarında durum değişik oluyor, neden acaba? Çünkü kupa maçlarına lig maçı kadar önem vermiyorlar, aynı motivasyonla çıkamıyorlar, taraftarları kupa maçlarında kudurmuyor. Biz ise kendimize doğal olarak fazla güveniyoruz. Yenmeye gidiyoruz, oynadığımızı sadece bir oyun olarak görüyoruz. Eşit şartlarda bir mücadele olmuyor. Kim oynarsa oynasın Stadyumdan etkileniyor. Devre olmuş, Elano Roberto Carlos'dan forma istiyor, forma değiştiriyor. Ne yapacaksın kardeşim fenerbahçe formasını? çok önemliyse senin için terli forması, vatandaşın değilmi sana kargoyla gönderir. Biz tribünlere biber gazı yerken sen forma istiyorsun. Ali Sami Yen'de ben hiç görmedim bir Fener'linin Galatasaray'lıdan forma istediğini.

Peki hiç yenemeyecekmiyiz bunları Boklu Dere'de? Eğer seneye biz aynı stadyumda oynayacaksak, aynı koşullarda maça çıkacağız demektir. Fenerbahçe'yi yenmek istiyorsak o maçı Antalyaspor maçından farklı görmeyeceğiz. Karaborsalardan bilet alarak tel örgülerin ardına geçmeyeceğiz. Bizim için sıradan bir lig maçı olacak. Futbolcu farkına bile varmayacak fenerbahçe ile oynadığının. Ciddiye almayacak, sinirlenmeyecek, kızmayacak, Hocalar kasmayacak, gerekirse hiç oynatmadıkları adamları oynatacak. Prim vaad edilmeyecek, gol atılırsa aşırı sevinilmeyecek, gol yenirse travma yaşanmayacak. Fener maçından önceki maçta önemli futbolculardan Fenerbahçe'yi yenin diye söz alınmayacak. Neticede sıradan bir önemli deplasman maçından farklı hiç bir şey olmayacak. Biz bu Pazar maça giden 2500 kişi aynı duygularla Eskişehir maçına gidiyormuyuz?

Şimdi herkes sakin olsun, futbolculara ve en fazla teknik ekibe güvene devam etsin. Kaybedilmiş 3 puandan başka bir şey yok buna inansın. Ne futbolcuların, ne taraftarın utanacak bir şeyi yok, borcu hiç yok. Bırakın karşı taraftakiler büyük bir takımı yine yendik diye sevinsinler. Pazar günü kuduranlar, kafa kafaya oynadıkları bir Ali sami Yen maçında Nonda'nın attığı beleş golle yenildiklerinde Samandıra'yı basmışlardı. Bırakın 10 maçı, 3 maç üst üste kaybetseler bunlar aldıkları formaları iade ederler.

Kafaları kaldırın, galip gelindiğinde büyük taraftar olmak kolaydır. Büyük bir maçı kaybettiği zaman da formasını gururla taşıyabilen taraftar olmak zordur. Büyük Galatasaray'ın büyük taraftarı olmak bir ayrıcalıktır, yaşam biçimidir. Marifet elbette ezilmemektir, ama bir punduna getirip te ezerlerse seni, ezildikçe kokabilmektir. Kekik gibi, fesleğen gibi Galatasaray'lı gibi.

26 Eki 2009

Eski Tüfek Derki; Ayıların Hikayesi


STRATEJİ VE TAKTİK

Sürekli bir hedefe saldırıyor ve başarısız oluyorsanız, hatanız kesinlikle stratejiktir. Eğer bu gözle bakmazsak, gerçekten göremeyiz. Görmenin birinci şartı doğru yerde durmak ikincisi ise doğru yere bakmaktır.

Öncelikle maçı güncelliği içinde mahkum edelim. Bir maç düşünün, onikinci dakikada ofsayt bir gol yiyorsun ve mağlubiyete merhaba diyorsun. Sonra yay dışında Arda’ya infaz var devamında sahtekar bir büyük(!) futbolcu kendini atıyor ve penaltı ile mağlup oluyorsun.

Şimdi bunları yazmamdaki gaye tipik bir anti Fenerbahçe edebiyatı yapmak değil.

On yıllık bir süreçten bahsediyorum. Tüm yenilgilere bir bakın. Hiç birinde ve hatta Fenerbahçe tarihinde, bizden daha iyi ve organize bir takım görüntüsü çizdikleri yok. Bunu salt bizimle oynadıkları maçlar için söylemiyorum. Genel olarak Türkiye şartlarına göre kurulmuş ve vasat takım hüviyetinden kurtulamamış bir takım olduklarını söylemeye çalışıyorum. Galatasaray’ımızın da bu hüviyetinden kurtulduğu sadece Hagi önderliğinde bir dönemi var.

Taşları yerlerine oturtalım. Dünkü maçta olanlar ve arkasındaki geyik muhabbeti sadece zevahiri kurtarır.

Bu ülkede bir takım şeyler yaşandığında anlaşılıyor. Günübirlik değerlendirmeler tartışmalar, sonra gene aynı tas aynı hamam. En güzel örneğini dün Keita yaşattı. Aşkolsun ulan sana güzel adam! Nasıl da sınıfta bıraktın herkesi…

Spiker bile bir şey anlamadı. Aldın kafana atılan nesneyi götürüp gözlemcinin karşısına dikildin. Sen onu yerden alıp yürümeye başladığında acaip keyiflendim. Birlikte maç seyrettiğimiz güruha “Bakın şimdi mükemmel bir olay gelişecek dedim”. Tahmin etmiştim, nitekim ayniyle vaki…

Zavallı hakem yapa yapa sarıyı çıkardı. Ne olacaktı ki. Pavlov’un mahlukatı ne yaparsa o da onu yapacaktı.

Beyler bizim stratejimiz yok, taktiğimiz yok, pratik zekamız yok. Gelişen durum karşısında bir duruşumuz yok. Aslında hiçbir duruşumuz yok. Omurgasız bir toplum oluverdik.

Hep olayların peşinden sürüklenip duruyoruz…

Ne demiş şair?

“Sordum yoldan gidene,

-Kardeş yolun nereye?

Ben bilmem rüzgar bilir,

Düştüm yelin önüne!”

Hocamız yerden ayağa hızlı paslarla, sürekli kanat değiştirerek akıl dolu, çağdaş bir futbol oynatmak istiyor diyelim. Kimle yapacak bunu? Sevmediğimi sanmayın çok severim bu çocukları ama gerçekleri söylemeliyiz… Arda? Ayhan? Servet? Gökhan?

Hadi canım sen de…

Diyelim sen takımında bunu oturttun. Hangi takımla oynadığında yapacaksın? Fener? Beşiktaş? Ankaragücü?

Hangi kafa bunu kabul eder? Rıza Çalımbay? Samet Aybaba? Hikmet Karaman?

Gidin işinize kardeşim. Türübün ahlaksız, Hakem ahlaksız, Futbolcu ahlaksız, Yönetici ahlaksız…

Üstelik kafasız ve cahil…

Hagi’nin gölgesinde gezinip kendi gölgesi sananlara bakın dün akşam. Neler yumurtluyorlar dinleyin…

Futbol basitmiş diyor ulemanın birisi. Hiçbir bok bilmiyor ama büyük laf tonla. Evet basittir ve şahanedir seyrederken . Ancak kurgu senin aklının alamayacağı kadar karmaşıktır. Çünkü kolektif olan şeyin çok parametresi vardır. Çok parametre kurguyu yapanın zekasını zorunlu kılar. Saygılı olmayı öğrenseniz bir de. Hayatı boyunca bir arkadaşı ile birlikte bakkal dükkanı bile çalıştıramayacak yeteneksizlikte adamlar bunu söylüyor. Rijkaard şöyle, böyle…

İçimden geçen laf şu oluyor bunlara; “Ulan dalyaraklar, siz kimsiniz adam kim. Size neyi kanıtlayacak ?”

Türübünde bir pankart “Herkes haddini bilecek!” altında, sağında, solunda, karşısında ve özellikle orada bir sürü haddini bilmez adam, hatta bilen olduğu bile şüpheli…

Belirtmeden geçemeyeceğim…

Lugano’ya baktınız mı? Bir metre dışarıdan çevrilen topu içeri dürtüp “gooool” diye sevinerek ortaya koşuyor. Üstelik pozisyona en yakın olan adam olarak…

Bunu çözemezsek hiçbir şeyi çözemeyiz…

Televizyonda bir sürü kültürsüz, aptal ve saygısız adam gevezelik edip duruyor. Ne demeli?

“Ayının kırk hikayesi var, kırkıda ahlat üzerine!”

Organize İşler; Fenerbahçe 3- Galatasaray 1


Maç iki hafta önceden başladı bizim gibi taraftar için. Galatasaray'lılara ayrılan biletler karaborsalara düştü. Eşşek yükü para vererek bu yaşta eziyetin kralını çektik. Maç klasik neticeyle bitince saatlerce stadyumda kaldık, yorgunluktan bittik ve yazmayalım diye de karar verdik. Yazmayacaktım Selçuk Yula'yı uykulu dinlemek bahtsızlığına uğramasaydım.

Kadıköy'de en son galibiyette vardım, stadyum yapıldıktan sonraki mağlubiyetlerin çoğunda da vardım. Ne yazık ki en son yenilgiyi seyrettim.

Söyleyeceğim çok şey var, ve dalalım mevzuya. 10 tane Rijkaard kenarda olsa, değil Elano, Keita Messi, Ronaldo olsa biz Fenerbahçe'yi bu satadyumda yenemeyiz. Biz aslında Fenerbahçe'ye değil, Fenerbahçe Stadına yeniliyoruz. Biz Ali Sami Yen'de, onlar Saraçoğlunda oynadığı müddetçe yenemeyiz. Aklı olan bundan sonra Kadıköy'de maça gitmesin.

Bana kızan arkadaşlar çıkıyor arada, Türkiye'nin ikinci takımıyız dediğim için. Ya bunu kabul ederek maça çıkacaksın ya da büyüksen Stadın'da büyük olacak eşit şekilde yarışacaksın. Düşünün Türkiye'nin en değerli futbolcusu Arda, gecekondu gibi stadyumda maça çıkıyor, soyunma odası dökülüyorken, sıradan Selçuk'un oynadığı stadyuma bakın. Sabri'nin, Arda'nın titremesi bundandır. Nitekim daha önce Hasan'ın, Hakan Ünsal'ın titrediği gibi.

Elano ile Keita'ya Türkiye'nin en büyük takımına geldiğini söylediler. Dışardan bakınca, derecelere bakınca doğrudur da, ancak adamlar Fenerbahçe Stadına çıktıklarında acaba taklayamı geldik dediler.

Maça geçmeden önce şunu söylemek istiyorum. Acilen yeni stada geçmemiz lazım, ya da geçene kadar Fenerbahçe'yi yenmeye oynamamak.

Maça geçeyim desem de bir türlü geçemiyorum. Ne yazık ki tel örgülerin ağların ardından gördüklerimizi aktarabileceğiz sadece. Attığımız golü görmedim bile. Ancak şunu söyleyebilirim ki Galatasaray oldukça şanslı günündeydi. Bu titreme nöbetleri devam ederken çok daha büyük hezimet gelmediyse, şansımıza şükredelim.

Maçın başında Baros sakatlanıp çıktı. Manda yiyicisi en çok üzülen oldu. Ne güzel yedek kulübesi paspasçılığı yapıyor, dandik maçlarda beleş goller atıp idare ediyordu. Üstelik Baros uzun süre oynayamayacakmış, yandı Manda Yiyicisi, işimiz ona kaldı yakında sopayı yer devre arasında kovulur. Bu adamın ayağında demir var, koşamıyor.

Sabri aşırı motivasyondan en çok titreyen futbolcumuz oldu. Maçın başında bir topu tutamayıp taca çıkardığında bizde tribünlerde titremeye başladık. Tribünler dedim de tribün lideri Sebo ilk defa parçalı formayla, tel örgülerin tepesinde amigo yerinde tezahürat yaptırdığını gördüm. demek iş bize kalmış herkes durumdan vazife çıkarmaya koyulmuştu.

Kaptan'ın Kadıköy'de iyi maçı yok, olamaz da aynı sebeplerden. Sabri'den kalır yanı yoktu. Top gelmesin, gelirse de titrerim arkadaş dedi. Ayhan, yanına kimse pas almaya gelmeyince uzun paslar attı, daha doğrusu atamadı. Çok top kaptırdı, yediğimiz golleri kendimiz hazırladık.

Servet ile Gökhan bu ülkenin Milli Takımı'nın savunması. Neden evde kaldığımızın göstergesi işte. İki balta, aynı maçta oynarsa sırtında dinamit taşırsın işte böyle. Patlamaz patlamaz, patlarsa da hepimiz sürükleniriz.

Helal olsun Mustafa Sarp'a. Onun da ayakta kalmasının nedeni başta söylediğim nedenlerle. Bursa'dan, başka stadyumlardan Ali Sami Yen'e gelmiş, daha iyi ortama gelmiş yani. Kadıköy'de oynamış, oynarken de yenmeye değil de beraberliğe oynamış haddini bilmiş ve hiç ummadığımız, beklemediğimiz biçimde takımın bankosu olmuş.

Rejkaard 2-0 olduktan sonra Arda'yı çıkarmaya karar verdi, oyunun durmasını bekliyordu. Oyun gol olunca durdu, Arda attırmıştı ki kariyerinin en rezil futbolunu oynuyordu. Ne var ki gol attırmıştı, belki o dakikadan sonra hayatının futbolunu oynayacaktı. Yine de çıkardı, sistem denen şey bu olsa gerek.

Keita atıldıktan sonra maç bitti, maç zaten maç oynanmadan önce bitmişti. Tribündeki taraftarlar inanın fazla üzülmediler. Maçlara gidenler alışıktılar, bekliyorlardı.

Büyük bir organizasyon var bu işlerde. Sadece Galatasaray'ı yenmeye kurulmuş bir düzen. Hakeminden, polisine kadar, top toplayıcısından tribünlerdeki pankartlara kadar. Helal olsun başka bir şey demiyorum. Amaç Galatasaray'ı ne pahasına olursa olsun yenmek. Bu tezgahta futbolculara pek iş düşmüyor. Yönetim kurulu oynasa değişen bir şey olmaz. Hepimize geçmiş olsun, ilk maçta yenilen futbolcularımızı bağrımıza basarız.

Son cümlem şu olacak, Nonda'nın dandik golüyle Ali Sami Yen'de Fenerbahçe'yi yendikten sonra, Samandıra'da bekleyen Fenerliler takımı dövmüşlerdi. Biz Florya'da bekledik ve bağırıyoruz,''yenilsen de yensen de taraftarın seninle, üzüntünle sevincinle seninle birlikte''