4 May 2012

Ah Ulan Tay Burak Yılmaz

Kabahatin çoğu senin Burak Yılmaz.

Şebekenin sistemi ne güzeldi oysa? Şampiyonluk, sırasıyla ülkenin iki büyük takımı arasında pay ediliyor, arada sırada da eskiden büyük olduğu için saygı duyulan Beşiktaş'a veriliyordu. Gerçi 40 sene önce bir takım daha çıkmış seri şampiyonluklar almıştı ama sorun değildi, tehlike daha büyümeden bertaraf edilmişti. Leş, eşit şekilde paylaşılmayacak kadar değerliydi. Sistem içinde her sene bir küçük takım efelenir, lige heyecan katar ama son anda kafası koparılırdı. Sistemin ahenk içerisinde dönen dolabından bütün takımlar hoşnuttu. Düzen de düzülen de hayatından memnundu.

O malum sezona, Tüpçü Şuster, Seramikçi Reykart'la başladı. Galatasarayın, hiç beklenmedik şekilde ruhunu hortlatarak, hocasız, kalecisiz Şampiyonluğundan sonra, Beşiktaş'ın da hakkı olan 5 senede 1 Şampiyonluğu verilip nadasa bırakıldı..Sıra artık kayıtsız şartsız, sorunsuz, gönül rızasıyla Kadıköy'ündü.

Tüpçünün takımıyla, Seramikçinin takımı ortadan çabuk kayboldular.Karadeniz'in çocukları da onca seneden sonra baş ağrıtacak değildi. Her şey yolunda gidiyordu Fenerbahçe için. Sezonun sonlarına doğru hırlama sesi bu sefer Uludağ'ın eteklerinden geliyordu. Yok artık daha neler di? Sesleri duymamazlıktan geldiler. Nasıl olsa son haftalarda bir katakulliye kurban olurlardı. Lig tarihimizin mezarlığı, son haftalara acaba ben de Şampiyon olur muyum hayaliyle giren nice takımların çanak çömlek kırıklarıyla doluydu. Ruhlarına birer Fatiha okunup, gök tanrıdan rahmet dilenmişti tamamı için.

Şebeke Ali Sami Yen'de Bursaspor'a karşı sezonun en büyük futbolunu oynattı. Galatasaray elinden geleni fazlasıyla yapmış büyük bir yumruk atmıştı. Bir güzel tesadüf daha vardı. Son maçını Bursa, ölmüş eşşek Tüpçünün takımıyla oynayacaktı. Her ihtimale karşı Beşiktaş, aynı sezonda Bursa'ya karşı en büyük oyununu oynaması için dolduruluyordu. Gerçi ihtiyaç pek yoktu. Aziz son maçını Kadıköy'de Trabzonspor'a karşı oynayacak, kazandığında Şampiyon olacaktı. Bütün hesaplar tamamdı, son bir kez kontrol edip, son hafta maçlarına çıktılar. Kadıköy'de her şey yolundaydı, takım galipti, Gerçi Bursaspor da 2-0 öne geçmişti ama ne önemi vardı ki canım? Varsın garipler, son maçımızda, bizde Şampiyonluk rüyası gördük diye avunsalardı.

Kadıköy'de ikinci yarıda hesapta olmayan bir mucize gerçekleşti. Van Basten, yıllar önce devrin en büyük kalecisi Dassayef'e inanılmaz bir gol atmış, Hollandayı Şampiyon yapmıştı. O da ne? Tay Burak aynı yerdeydi, olanca dikkatiyle benzer bir vuruş yapmış Cami tarafındaki kaleyi koruyan Evliyaları, Erenleri gafil yakalamıştı. O andan sonra titreme, sıtma nöbeti geçiriyordu Fenerbahçe Cumhuriyeti Halkı. Atamıyorlar, kulakları Uludağ'ın eteğindeki cehennem şehrine çeviriyorlardı. Tüpçüden medet beklemeye başladılar. Gerçi Tüpçü durumu 2-1 e getirmiş, kollarında serum, boğazlarında oksijen tüpü, son bir can çekişmeyle aziz, Aziz abilerine unutulmaz bir kıyak geçmek istiyorlardı. Kadıköy'de maç bitmiş, 52.000 Fenerli felç geçirmiş, beklenen beraberlik golü gelmemişti. Gol haberi değilse de beklenen yalan haber gelmişti. 2 dakika da olsa Şampiyonluk sevinci doya doya yaşanmıştı. Zaten bütün bu hengame, kavga bu an için değil miydi?

Değildi elbet. Zaman gerçeklerle yüzleşme zamanıydı. Burak Yılmaz, futbol oligarşisinin tekerine çomak sokmuştu.  Fenerbahçe sırasını savamamış, sistem teklemişti. Sağlık olsun dediler, imalat hatasına saydılar.Bursaspor'un Şampiyonluğunu Bursa dışında yok saydılar. Bursaspor pek yakında yediği haltın bedelini ödeyecekti. Sistemin dışına attılar. Her sene vak vakları ürkütmeden 3. 4 olmak varken, sen kalk Şampiyon ol, büyük suç işlediler, en az 50 sene, sıra takımı olarak yaşayacaklardı. Küme düşmezler ise büyük patrona dua etsinlerdi.

Tüpçü yeni sezona usta hocayı kovup, çırakla başladı. Alemi yoktu, şampiyonluğu kaçıran patronu kızdırmaya. Seramikçi Reykart'la devam etme yolunu seçti. Devre arasını görmeyeceği garantiydi zavallı Reykart'ın. Artık at rahat rahat koşturulur, ve Şampiyonluk Tenekesi Papazın Çayırı'na getirilirdi.Tüpçü ve Seramikçi sözünde durup, erken ayrıldılar yarıştan. Bursaspor da geçen seneden işlediği suçun cezasını çekiyor, cebelleşiyor, tehlike yaratamıyordu. Kayseri, Gaziantep, Eskişehir, Sivas haddini biliyor, sırça köşkün camlarına taş atmıyordu. Fakat o da neyin nesi? bu sezon esen, Uludağ'ın rüzgarı değil, coşan Karadeniz fırtınasıydı.İlk yarıyı uzak ara lider bitirdiler.Bir zamanlar esmiş, eski kavak yeliydiler, unutulmuş karakterlerini, kavgalarını sahalara sürmek azmi ve kararındaydılar. İşin şakaya gelir tarafı yoktu. Bu sezon ki bela ''hoşt'' demeyle,''kış kış''çekmekle savuşturulacak gibi değildi. Başka şeyler daha devreye sokmak gerekiyordu.

Seramikçi takımı sabote edip, Reykart'ı kovmuştu, daha ne yapsın dı, üstelik Arena'da Fenerbahçe'ye de bir güzel yenilip afferin almıştı. Trabzonspor'a karşı da takıma sezonun en büyük topunu oynatmıştı. Ama Tay Burak Şebekeye isyana devam ediyordu hala. Ne var ki Şebeke aynı suda iki defa yıkanmayacak kadar akıllıydı. Varsın Trabzonspor istediği kadar yenilmesindi. Sistem tedbirini almış son maçın son düdüğünü bekliyordu. Futbol içi bir kaza bu sezon kesin olmayacaktı. Fakat bu kadar tıkırında işleyen mekanizmaya itirazı olan güzel insanlar da vardı, güzel olmayanların adam yerine koymadığı. Topu görse bomba sanacak o güzel insanlar, antenlerini şebekenin çekim alanlarına çevirdiler.Suç üstü yakaladılar, kan emicileri, sülükleri, futbolun global kraliyet çocuklarını, onların çanak yalayıcılarını. Açıkladılar bize, futbol diye seyrettiğimiz gösterinin meğerse hisseli harikalar kumpanyası olduğunu. Ortaya çıkardılar foyalarını düzenbazların.

Şerefsiz tribünlerinde oturan, localarda viskiyle puro yakan kodamanları, ranzalarda yatırdılar. Paper Moon'da verdikleri bahşiş kadar maaşı olan savcıların karşısında el pençe divan durdurdular. Maskeli baloyu bitirip, onun sahte yüzlerini deşifre ettiler. Her birine damgalı eşşek yaftası asıp, halk pazarına çıkardılar. Namussuzların, leş kargalarının huzurunu kaçırdılar.Namuslu olanları, delikanlıca spor seyretmek isteyenleri futboldan soğuttular.

Ah ulan Tay Burak; Ayağın kırılsaydı da! o golü Fenerbahçe'ye atmasaydın. Fenerbahçe Şampiyon olsaydı, bu olanların hiç biri olmayacak, biz huzurlu uykumuza devam ediyor olacaktık..

Söylemeye dilim varmıyor ama, kabahatin çoğu senin sevgili kardeşim.

3 May 2012

Şebek(e)ye İki Avans; Galatasaray 0- Trabzonspor 0


MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
8
Ebu
1
Ufo
2
Semih
6
Hakan Balta
4
Selçuk
6
Melo
5
Engin
6
Emre Çolak
3
Elmander
7
Neco
-4
ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ AN:
İlk yarının sonlarına doğru bir taç atışı. Normalde taç atışlarını beklere bırakırlar. Elmander’in acelesi vardı, takım kötü oynuyordu. Bir an evvel golü bulmak lazımdı. Taçı kendisi kullandı, daha doğrusu kullanamadı. Neco’ya atmak istiyor, fakat Neco topu istemiyordu. Maçın kaderi ağ örmeye başlamıştı.
VARİL;
Neco; Neco kötü oynadığı zaman ki- çoğu zaman- elimde olmadan içime bir huzur giriyor. Haklı olmanın tuhaf mutluluğu 1 ölçek ise, zararın Galatasaray’a olması sebebiyle de üzüntüm 5 ölçek oluyor. Dengem değişiyor, eksenim kayıyor, toptan kaçıyor, zıplayamıyor, şut çekemiyor, koşmuyor. Uyarına gelir de balık bir gol atarsa hepimizi uyutuyor. Bugün maçı kazanamadıysak, Fener’i elimizden kaçırdıysak sebebi direk Neco’dur. Galatasaray futbolcusu değildir.   
GLADYATÖR:
Muslera; Bu kadar kötü oynayan bir takım yenilmediyse, kalesinde Muslera olduğu içindir. 2 garanti topu çıkarmıştır. Trabzonspor da öyle aman aman top oynamadı ama yine de bizden daha net pozisyon buldular. Karşılarına Muslera çıktı.  
-
BOROZANCI:
Hakemin kim olduğunu emin olun bilmiyorum. Maçtan önce gazete falan okumadım, tanıdığım bir hakem de değil. Hakem dediğim lafın gelişi. Yani maçı idare etmesi için düdük ve kartları bulunan orta oyuncusu. Kesin olarak hakemliği bilmiyor. Maçın en temel, futbolun güzel olması için uygulanabilir en güzel kararıdır avantaj. Bilmiyor, oynatmadı, amirlerinden aldığı emirleri yerine getirir bir yönetim gösterdi. Maçın kötü olmasının en büyük faktörü oldu. Sarı kartların çoğu gereksizdi. Gereksiz ikinci sarı kartı Selçuk’a çıkaramadı. Her kimse, tiksindim tiksinmesine de, bizim ligimize bu hakem bile çok, fazla günahını almayayım. 
-
BİR SORU – BİR CEVAP:
Bu ülkede dürüst olmanın avantajı var mı?
Yok, Ecevit gibi dürüstlüğü savunuyoruz ama bir işe yaramıyor. Hatırlayın en büyük ekonomik kriz Ecevit zamanında olurdu. Herkesin hırsız olduğu ortamın, hırsız olmayan Başbakanıydı. Bizde aynı hesap, aklımız almıyor, dürüst olalım, haksız kazanç kimse sağlamasın diyoruz, kavgasını veriyoruz ama en büyük zararı da biz görüyoruz. Ne yazık ki peşimizden de gelen yok. En iyisi sistemden çıkmak.  
-
İMPARATOR:
Grande bugün maçı hiç iyi yönetemedi. Emre Çolak’ın maçta ezildiğini çok uzun süre fark edemedi. Aslında Emre uzun zamandır fizik olarak ve oyun olarak düşüş içersinde, seçenek yaratmada geç kaldı. Varil Neco’nun Elmanderi haftalardır olduğu gibi bu maçta da sömürmesine göz yumdu. Sezon başında Neco bizde olsaydı da, Elmander’le oynasaydı, devre arasında kesin kovdururdu. Hele ki Sabri yi son dakikalarda git bizi kurtar diye oyuna sokması yok mu? Aslında o dakika ben teslim bayrağını çekmiş oluyorum. Bir defasında sonradan oyuna giren Sabri gol atmıştı ya, artık Grande her sıkıştığı maçta şapkasının içine Sabri’yi sokar. Bakarsın maçın birinde daha tavşan oluverir, kim bilir? Terim’den başka.
ORDAKİLER:
Bir dakika nefes alalım, ben yazarken aldım, siz de okurken alın. Takım ölüm kalım maçlarının sondan bir öncekine çıkıyor tribünler bom boş. Ben Beyoğlundaki yürüyüşe katıldım, daha sonra maça gittim. Mitinge giden taraftar maça gelenden hem çok, hem daha coşkuluydu. Bu sene ilk defa taraftarı hiç beğenmedim. Hem azdı, hem de tezahürat yapmakla düzeni değiştireceğini sanacak kadar gaflet içindeydi. En nefret ettiğim Beşiktaş tezahüratını, bizim de benimseyip devamlı söyleyeceğimizi görmek de varmış. Neymiş ‘’Tüpçü yeteeeer’’ Sanki tüpçü gidince terazici, gelecek, her yer gül bahçesine dönüşecek. Seçimle düzen değişmez, eylem yapmamaya da alıştırılmışız, böyle gelmiş böyle gidecek. 
-
ANALİZ:
Bu ülkede namussuzluktan yana olanların, namuslu olmak isteyenlerden çok olduğunu biliyorum. Ben kelle sayısını artırmak için gitmedim Galatasaraylı mitingine, mutlaka azızdır, rahat olabilirler. Ben nitelik nedir? Kalite var mıdır? Bunu görmeye gittim. Gördüğüm şey, ne Galatasaray’ın, ne Galatasaray taraftarının oynatılan, kurgulanan tiyatronun oyuncusu olmadığıydı. Liseden, Taksim Meydanı’na kadar bağırarak yürüdük, Demirören ailesinin çalıp, yaptığı binasının önünden geçerken balkonlardan meşale attılar, atılan meşaleler kdv siyle berabere geri gönderildi. Bu ortamda, futbol, daha doğrusu Galatasaray sever olduğuma lanet ederek Arena’ya geldim. Bu kez Ultraslan kale arkasındaydım. Taraftarın duruşunu en yakından teşhis edecektim.

Takım ısınmaya sahaya çıktığında anlarım hemen hemen maçın nasıl geçeceğini. Galatasaray taraftarı maçtan, bu seneki şampiyonluktan vazgeçmiş. Taksim’de daha çok insan vardı. Bu senenin en kötü seyircisi tribündeydi. Neyse, geleneksel olarak futbolcular yumruk şova yapmaya çağırılır. Bu an, futbolcuların ne olup olmadığının en somut ölçüldüğü andır. İlk önce Selçuk İnan, yani takımın en büyük futbolcusu çağrılır. Sonra sırasıyla, takımı takip edenler bilir de, ben takip edemeyenler için yazayım. Melo, Elmander, Ebu, Semih, Ufo, Engin, Hakan Balta, Emre Çolak ve tahmin edildiği gibi en son Necati Ateş. Yedeklerde bile iyi oyuncu hiyerarşisi vardır çağırılmada. Baros, Sabri, Aydın, Riera, Yekta ve gittikçe cılızlaşan bir tempoyla Gökhan Zan.

Daha maça başlayamadık. Öncesi TFF seremonisi var. Yayıncı kuruluşu protesta var. Turnuvayı düzenleyenlere isyan var. Yani bir örnek vermek lazım. Şampiyonlar Ligi maçlarının oynandığı bütün stadlarda Platini’ye UEFA ya küfür etmek gibi bir şey. Futbolun doğasına aykırı.

Doğaya aykırı oyun nihayet başladı. İlk dakikalar oynandıkça çok kötü bir maç olacağını hepimiz anlamıştık. Aynı zamanda da futbolun patronunun Fenerbahçe olduğunu da. Önceki maçta yenilen Trabzonspor’un üstüne atılı suçtan dolayı nasıl oynamaları gerektiği dikte ettirilmişti sanki. Trabzonspor bu maçta 1 puan alacaktı. Galatasaray’ı yenmek için oynamayan takımların işi çok kolaydı. Yat aşağı, iyi futbol oynamak isteyen Galatasaraylı futbolcuları hakemin de marifetiyle kızdır, atamayınca oyundan düşerler, hatta bir hata yaparlar kendi kalelerinde gol bile görürler. Beraberliğe şükrettiğin maçtan galip ayrılırsın. Zaten görülmüş şey değil, Galatasaray’ın kötü oynadığı bir maçı kazanması.

Emre Çolak sağda, engin baytar solda ezildi durdu maç boyunca. Kale arkasından maçın kurgusu çok iyi görünüyor, 25. Dakikada benim baş çelişkim topa geriye doğru pas vererek dokundu. Elmander’i eşek gibi koşturup, kendisi devamlı saklandı. İddia ediyorum kendisini dün benden daha çok seyreden olmamıştır. Ben bütün maç boyun kendi kadranımdan ayırmadım. Fatih Terim’in Baros antipatisi bize turnuvayı kaybettirirse kaybettirir. Selçuk’a acıdım. Topla buluştuğunda pas isteyen Elmander salağından! başkasını bulamadı. Bütün kafa topuna Elmander çıksın, rakibi atağa çıkarmamaya Elmander atlasın, sarı kartı o görsün, Neco balık bir gol atsın, cukkayı kapsın.

Koca bir ilk yarı pozisyonsuz, iğrenç futbolla heba oldu. Devre aralarının büyük Hocası’nın bir şeyler yapacağına inancımız vardı. Aynı takımla çıktığına göre bayağı bir dolduruşa getirmişti çocukları, biz öyle sandık. Zaman daraldıkça çocuklar da daraldı. Dört bir yanı yine atamayacağız korkusu sardı. Ve hala ölmüş eşşek de olsa golcüsü Baros kudurmuş vaziyette Hasan Şaş'ın yanındaydı. Bir şeyler yapma ihtimali olan, işler kötüye gittiğinde sırtına başını dayayıp ağlayabileceğin tek yabancı futbolcun Melo'da koşarak kulübenin yolunu tutuyordu. Şapkadan bir kaç defa çıkmayı başarmış Aydın Ekspresi oyuna dahil olduğunda son 20 dakikayı tek orta saha 2 bek bir kaleci 7 gol girişimcisi ile oynadık. Bu dakikaları onur savaşı veren Karadeniz'in deli dalgaları kazasız atlatmayı yeğledi. Bir önceki maçın delikanlısı Olcan bile aşırı baskıdan Fenerbahçeliliğini yeniden gözden geçirdi. 


Kalenin arkasında, hiç kimsenin beni tanımadığı bir koltukta maçı izledim. Hayatımda ilk defa hiç konuşmadan, ayağa bile kalkmadan, küfür etmeden ah vah çekmeden maçı seyrettim. Keyfim ortalama bir Galatasaraylı kadardı. Bu ortamda futbolcundan da spor yapmasını ne kadar bekleyebilirdin ki. Öyle bir düzen kurmuşlar ki sessiz sedasız hiç kimsenin dikkatini çekmeden bir karar daha almışlar. İlk defa kupa finali, lig bittikten sonra oynanacak. Her ihtimali düşünmüş futbolumuzun global kraliyet ailesi.


Şimdi alın hesap makinalarınızı elinize, o güzel ellerinizi kalbinizin üstüne getirin, derin bir nefes alın, beni dinleyin. Kadıköy'e 3 puan önde gitmekle, 2 puan geriden gitmek arasında hiç bir fark yok. Hatta bana sorarsanız bu gece Fenerbahçe yensin, hatta Trabzonspor'u da yensin ve biz Beşiktaş'la berabere kalalım. O zaman çekeceğiz hodri meydanı. 


Biz azız, az olduğumuz için sistem devamlı çoğun tarafından çalışacak. Ya bu deveyi güdecek, hakemi de, futbol tanrısını da, cami tarafındaki kalenin büyüsünü de, federasyon namlı şebekleri de, ahlak kurulu başındaki ahlaksız adamı da ve de sevgili Fenerbahçe'lerini evire çevire yeneceksin. Ya da gereğini yapacaksın, bu diyardan gideceksin.  Ortam namuslu olmak isteyenlerin ortamı değil.