15 Kas 2008

O.Ç. Yunus Yıldırım 2


10. dakikada kapattım televizyonu. Az önce tesadüfen başka bir kanalda hemde en azılı Fenerli Ziya'nın olduğu yerde pozisyonları gösteriyordu. Penaltıyı vermediği pozisyonu ben seyretmiştim. Gol olan pozisyonda Roberto Carlos'a sarı kart varken faulü vermiş o.ç. Sonrasında Özer Hurmacı Gökhan'dan topu şalmış 18 e girmek üzere yaka paça indiriliyor. Gökhan'a sarı kart olması lazımken faulü Fener'e veriyor bir de sarı kart Özer'e. Maçı bitirmiş hakem, kenarda Aykut Kocaman'ı gözteriyor televizyon o kadar sakin ki. Ne güzel yeniliyorum sevgili takımıma diye orgazm oluyor. İkinci gol yine serbest vuruştan. Emre hakemi aslında yedirmesine gerek olmadan faul kazanıyor. Roberto Carlos vuruyor topa. Direkten dönen topa şanslı sperm Lugano yetişiyor, çizgi üzerinde Ankarasporlu birinin formasından tutup indiriyor ve boş kaleye 10 cm'den dürtüyor.

Aykut Kocaman maçtan sonra en ufak bir serzenişte bulunmuyor. Hakem almış maçı Fener'e vermiş insan bir isyan eder. Aynı maç Galatasaray'a olsa götünü yırtarsın şerefsiz adam. Neymiş büyük takıma yenilmiş. Ah ezikler ah, nasılda sevindiniz demi haksız kazanca. Bu nasıl bir şeydir ya, Fener'den gidenler Fener'e yaranmak için olmadık işler yaparlarken, bizden gidenlerin tek maçı bizim maç oluyor. Ne çok düşmanımız varmış.

Yine aynı bok iki maç 18 e girmeden 6 tane gol atmış 6 puan almışlar. Şimdi takip edin o.ç. Yunus Yıldırım'ı. Bir kaç maç ceza alacak ama istikbali emin elllerde. Zehir zıkkım olsun kazandığın para emi.

O.Ç.Yunus Yıldırım


Fener maçı seyretmek mecburiyetinde kaldım. Yapacak en ufak bir şey yok. 10. dakika oynanıyor durum 0-0. 3 tane olmayan faul verdi Fener'e. Ankaraspor'un % 100 penaltısını vermedi. Maçın sonucu şimdiden belli. Bu hakemle, Aykut kazanamaz. Emre Belözoğluoyuna giriyor ve ben televizyonu kapatıyorum.

Bir mucize olurda Ankaraspor yenerse Fener'i değilde Yunuz Yıldırım'ı yenmiş olacak.

Bizimkiler


Bir anket yaptık, bakalım bizi izleyenler kimler. Biz sadece Galatasaray'lılar izlesin diye yazıyoruz. Başka takımlardan izleyiciler varsa da Fener'liler hariç kapımız açık, başımızın üztünde de yer var. Merak ettim peki bizimkiler kimler. Tahmin ettiğim gibi çoğu Galatasaray taraftarlığının saygı doruğuna erişmiş, en zazından tek kere bile olsa Kadıköydeki kafesin içinde kendini bulmuş kişiler. Eminimki ülke dışından bizi izleme zahmetinde bulunanlar eğer imkanları olsa 2525 kişinin içinde olmaktan iftihar ederler. Kadıköy'e seçilemeyen, gidemeyenler ve imkanı olanlarda Ali Sami Yen Stadı maç taraftarları.

Televizyon başında Galatasaray'ı takip edenlerde bayağı çok. Onlarda mutlaka şehir dışındakilerdir. Onlarında imkanı olsa taraftar olurlar. Ben Kayseri'de bir keresinde hiç maça gitmemiş ama en az bizim kadar fanatik Galatasaray'lıyla tanışmıştım. Abi bana Ali Sami Yen'i anlat diye yalvarmıştı.

Maça gelme imkanı olupta takıma katkıda bulunan kardeşlerim, ne kadar şanslı olduğunuzun farkındamısınız. Ya başka şehirlerde yaşasaydınız. Ya paranız pulunuz olmasaydı. Biz olmasak Galatasaray olmaz, Galatasaray olmasa biz bir hiç oluruz.

O zaman ne koşulda olsun, ne netice alırsa alsın bu büyük takımınla övünmeni, gururlanmanı ve bir Galatasaray'lı gibi yaşamına devam etmeni gönülden dilerim.

Ne Mutlu Galatasaray'lıyım Diyene

14 Kas 2008

14.11.1988; Kış Baharı











Gün sayıyorduk oğul, sen ana karnındayken Galatasaray 14 sene sonra şampiyon oldu. Yetişemedin o büyük güne, 5 günle kaçırdın cümbüşü. Yada bize yol verdin rahat olun daha 5 gün var, maça sen git baba. Neuchatel Xamax'ı indirdik o büyük günde. Sonrası seninle geçen seneler, efsane seneler.




Tribüne ana karnında çıkmıştın, hatırlamazsın yani ilk gittiğin maçı. Fakat ben bir maç hatırlıyorum, Ankaragücü maçıydı, çatapatla çıktı takım. İlk yarı boyunca bağırdın, hayır taraftar olarak değil gıcıklığına. Devrede çıktık, ilk ve son defa Galatasaray maçından son düdük çalmadan çıkmıştım.




Ben sana demedimmi oğlum, çocukluk etme çabuk büyüme diye. Dinlemedin şu son maçta, kimsenin gitmek istemediği maça gidip, Galatasaray için ''gençliğimin amına koydun, cim bomum canın sağolsun''diye bağırdın. Azteka stadında salladın sarı kırmızılı bayrağı. Parkende ağladın. İkitelli Polis Karakolunda sabahladın. 6 ay maça girmeme cezası alıp yine de girdin. Ne günler geçti, bu sütunlarda sadece Galatasaray'la olanlarını paylaşabileceğimiz.




İyimi ettik kötümü bilmiyorum. Şırıngaladık sarı kırmızı kanı. 2 sene sarı lacivert bezlere sıçtın. Ben, benden daha fanatik taraftar olamaz derdim. Seneler öncesinden bırakmak istedim taraftarlığı, 50 yaşında bırakamadım. Çocukken nasıl bağırıyorsam şimdi aynı bağırıyorum. Şimdi tribünlerin en ateşli yerinde, en cefakarların içindesin.




Keşke Fenerli puştun birimi olsaydın. Birde düzenin çanağını yalasaydın. Yavşak, kıl, bencil, riyakar, sahtekar olsaydın. Ezik olsaydın, hıyar parasıyla satın aldığın eşeğin olsaydı da sudan ölseydi. Yalandan efsanelere inansaydın. Geçseydin Galatasaray maçında Galatasaray'lılara yakın bir yere, maymunluk yapsaydın. 2525 kişiden anana küfür yeseydin.




Ah be oğul, biz azız. Azdan yanayız. Onun içindirki gücümüz yetmez ezerler bizi çoğunluklar. Ama Nazım Baba derdi ya, ezilirken güzel kokarız. Fesleğen oluruz, biraz daha ufalarlar kekik oluruz, nane oluruz. Tuttuğumuz takımı ezerler, ezmeye çalışırlar, bir yerlerden her zaman bir delik bulur çıkarız. Takımda ezilirken büyür, ezildikçe büyümüştür Galatasaray, Galatasaray ezildiği için büyüktür.




Oğul soğuk bir kış günü doğdun. Bahardı sanki bizim için. Bahar devam ediyor, büyüme artık. Doğum günün kutlu olsun, en kötü günün Galatasaray'ın yenildiği gün olsun, yolun bahtın tuttuğun takımın yolu gibi açık olsun.

13 Kas 2008

Totem Efendi Aykut;Galatasaray 1 Kayseri 0


Kupa maçına değer vermiyorum. Kerhen izledim televizyondan. Maça gitmeye üşendim. Şu Aykut'taki balın binde biri bende olsaydı, şu an 250-300 kişiye neler yazsam diye düşüneceğime, Bahama Adalarında taşak kebabı yapıyor olacaktım. Yada De Santchis garibanım bu kısmetsizlikle bu maça çıksaydı şu Kayserispor'dan 4 tane daha yiyip kaleci olduğuna bin pişman olacaktı.

Lincoln; takımın en çok koşan futbolcusu, hem de yalandan istatistik doldurucu koşmaca değil, dolu dolu topla oynayarak, ya da topla oynamak için koşmaca. Topla Lincoln dans ederken televizyondan seyretmek bir başka oluyor. Servet rövaşataya kalkınca da bir garip oluyor televizyondan maç seyreden Fener maçı taraftarı.

Taraftar dedikte, bu maça başlarken küstüler. 5 dakika sessizlik, sonra ağlamaca. Metin Oktay'la bitirmece. Bir de tezahürat tuhaflığı, 3.000 kişi var tribünde,''yetmiyorki stadlaaaaar, kalbimiz senle çarpaaaaaar''.

Angarya maçta angarya yazı işte bu kadar. Oynanan oyun hikaye. Meira, Servet başbaşa kaldılar. Yetiş Emre Güngör. Tur atladık, başımıza iş aldık. İnşallah Fener'le eşleşiriz.

Mahalle Maçı Var



Çok zaman önceleriydi. Mahalle denen yaşam alanlarındaki boş arsa mahallenin toprak sahasıydı. Mahallenin paftası iki toprak saha arasındaki mesafeydi. Hangi sahaya yakınsan o mahalledendin. Maç var anonsuyla nasıl olurda herkesin haberi oluyorsa bütün çocuklar sahada olurdu. En iyi oynayan iki kişinin çocukları takımlara ayırmasıyla başlardı şov. Adam almaca işin temeli. Karşılıklı belli mesafeye açılınır herkes sırayla ayakkabı boyu kadar bir adım atar. En son ayakkabı koyacak yeri kalmayan kaybeder ve diğeri ilk oyuncuyu alır. Genelde topun sahibi yağcılık kontenjenından ilk alınır. İyi oynayanlardan başlanarak kaçar kişi alınacaksa alınır takımlar belli olur.
Hakem yoktur aslında hakemede gerek yoktur. En adilane biçimde oynanır maç faulse faul golse goldür. Kimse yalan söylemez yalandan yere yatmaz. Büyüklerle küçükler aynı maçta olduğundan küçükler kollanır. Abanmak yok denir. Penaltıları frikikleri topun sahibi atar.
Yoldan varsa araba, köpek, hoca, yada birinin babası falan geçerse oyun durur. 3 korner 1 penaltıdır. Kaleciler genelde fasulyeden oynayanlar olduğundan penaltı olunce iyi oynayan kaleye geçer. O zaman penaltı 2 kere atılır. Santrayı geçmeden atılan gol sayılmaz. Top bahçeye kaçarsa atan alır. Top patlarsa patladan öder. Cam kırılırsa ortak ödenir. Top patladığında başka top yoktur maç biter, patlayan topun içine taş konur yoldan geçen birinin vurması beklenir. Top meşinin içindeki iç lastiğin şişirilerek memesinin deliğin ağzına sıkıştırılmasıyla maça hazır hale gelir. Tın tın olmamasına dikkat edilir. Kale direkleri üst üste konulmuş iki büyük taşla tesbit edilir. Yüksekliği kalecinin boyuyla orantılıdır. Göz kararı elleri yukarda zıplama mesafesidir. Kaleci 3 kere sektirirse kimse degaj yapana kadar rahatsız etmez. Kimi babalar eve gelir gelmez oyuncu eve çağrılır. Bu çağrılan çocukların çoğu sonradan futbolcu olmuştur. Baraj mesafesi 3 adımdır. Atışı kullanacak takımın en uzun adamı ayaklarını gererek mümkün olduğunca barajı uzağa çeker. Penaltı mesafesi hemen hemen kalenin 1.5 katıdır. Maç evden çağrılanlar fazlalaşınca, hava kararınca ya da kapanmayacak fark olunca cıvır ve biter. Eğer kafa kafaya gidipte hava kararmışsa atan galip kuralı devreye girer. Kimse yorulduğu için oyundan çıkmaz. Maçın süresi başlangıcta 5 de devre 10 da biter şeklinde konur. Ofsayt yoktur, sahanın yanında duvar varsa oradan taç olmaz. Hayalarına top gelene işe denir muhakkak işetilir. Maçlar gazozuna oynanır. Nasıl oluyorsa mutlaka sahanın yanında futbolu sevmeyen bir amcanın evi vardır. Hiç acımadan topu keser vicdansız.Eğer bir mahalle takımının forması varsa , mahalle maçında 12 tane yerse formasının rengi değişirdi. Kan ter içinde tozlu çamurlu elbiselerle eve gelinir dayak, dayak olmazsa top karınmı doyurdu diye azar işitilirdi. Topun 20-30 sene sonra gerçekten karın doyuracağını nerden bilsinlerdi.


Not; Bu yazı benim ilk yazılarımdandı ama güncelllendi, ihtiyaçtan, okumayan varsa okusun diye

11 Kas 2008

Futbolu Sevdirenler;Arif Kocabıyık(çingene)


Bir maç daha oynayamadı Galatasaray'da. 99 lig maçına çıktı. Fenerbahçe'den transfer olmuştu. Türkiye'nin o zamanlar en teknik futbolcusu belki de oydu. Belki hala tekniğine erişen yoktur. Kaleci degajını göğsüyle durdurabilir, göğsüyle çalım atabilirdi. Esmer olduğundan mıdır nedir Çingene Arif diye nam salmıştı. Tribün jargonunda Piç Arif'di adı. O zamanlar asistleri sayan yoktu. Tanju Çolak'ı belkide o gol kralı yapmıştı. Uğur'lu Papaz'lı, Cüneyt'li, Mami'li kadro içinde, uzun yıllar Şampiyonluk göremeyen taraftara Şampiyonluk yaşatmış futbolcularımızdandı.




Yaşantısı düzensizdi, devamlı idareciler tarafından gece alemlerinde yakalanır, ceza alırdı. O zamanlar herşey çok temizdi. Arif'in oynadığı futbolun yarısını bile oynayamayanlar şimdi padişah hayatı yaşıyorlar. O büyük futbolcu sessizce gitti aramızdan, muhtemelen şimdilerde Galatasaray'lı eski futbolcu olarak onurlu yaşamını sürdürüyordur. Muhetemelen parasıda olmaz böyle adamların. Ama bir gün çıkıpta Hakan Şükür gibi bana vefasızlık ettiler dememiştir.




Arif, Arif'ti, her maç aynı oynardı. Top, saha, kaabiliyet neyse o. Şimdi bir bakıyoruz Arda'ya bir maç Maradona, bir maç Lukunku. Bizler onlar sayesinde biraz daha Galatasaray'lı olmuştuk. Şimdilerde Galatasaray'lılar formaya bakıyorlar sadece. Kimseye güvenemiyorsun. Formanın içinden çıkan adamı tanıyamıyorsun. Halbu ki Piç Arif belkide hiç çıkarmadı formayı sırtından. Galatasaray formalı, Galatasaray'lı büyük futbolcu Arif Kocabıyık.

Göklere Erişti Feryat Figanım


Yarından sonra normal hayata dönüyoruz. Travmayı atlattık sanırım. Her Fener maçı benim için öğretidir. Sonucu ne olursa olsun, Fenerbahçe'liye nefretim artar. Hayatımın ilk Fener maçından dönüyoruz trenle, maçı 3-1 kazanmışız. Golü penaltıdan atmışar, trendeki Fener'li çocuk ''nasıl terse attı Alpaslan'' dediği an, ilk Fener'liden nefretim başladı. Son Fener maçında da bizim tribüne yakın localardan birindeki maymundan nefret ettim. Locada olduğuna göre bi bok olması lazım aslında ama saklayamamış zavallı kariyerini. Tipik Fener'li mikroorganizma, maçtan çıkmakta direniyor 2525 Galatasaray'lıyı canından bezdiriyordu.
Aynı şahıs muhtemelen Fener'in yenildiği bir maçta Selçuk'a kimbilir ne küfürler etmişti. Geçen senede aynı yerdeydi maymun, demek tesadüfen orada değil. Seneye de olacak. Fıstıklarımızı hazırlayalım atması kolay. Ama ben yinede aynı tipi, Ali Sami Yen'de de görmek isterim. Bu kadar yoğun bir sevince bürünen taraftar her maça gelmesi lazım. Biz de kapalıda sola doğru geçer kendisini ararız. Artık ezberledik kendisini.
Fener'liyi Çetin Baba çok güzel tahlil etmiş. Ne zaman Fener'li aklımıza gelse o yazıyı okumak düşer bize. Kasımda yenildik, Mayıs ayların gülüdür, hasat zamanıdır.
Büyük Galatasaray Taraftarı, alınacak daha çok kupa var, buda gelir bu da geçer ağlama.
Biz Galatasaray'ı severken şampiyon olsun, Fener'e koysun diye sevmedik.

Eski Tüfek Derki; Endüstriyel Futbol


Bazen Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan, Güneş kucağındadır, bilemezsin. Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın. Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

WILLIAM SHAKESPEARE

MUCH ADO ABOUT NOTHING (Hiç Uğruna Kuru Gürültü) (Bu da Shakespeare'nin kitabının adı)

Gelin Bugün başka bir şeyden bahsedelim arkadaşlar. Biraz eskilerden alalım. Zaman zaman rastlıyorum internet köşelerinde, sörf neyim yaparken. Ne demekse sörf? Çıkmak gibi anlamsız gelir bana. Bir çok şey gibi, bir çok terim gibi dilimize pelesenk olmuş boktan kelimelerden biridir.

Rastladığım endüstriyel futbol denen şey. Yalnızca bu değil tabi. Endüstriyel olmuş, dolayısıyle kirlenmiş bir sürü şey de var bunun yanında. Belki de durup "Neydi lan eskiden, nasıldı yani?" ya da "Nasıl oluyor da, oluyor?" demenin tam zamanı bu rastlantı zamanları. Durup düşünüyorum, bir zamanların en büyük takımları Ajax, Nantes, Santos, Dinamo Kiev ve diğerleri neden şimdi esameleri okunmaz hale geldi? Nasıl oldu da böyle oldu?

Yetmişli yıllarda transferler adam kaçırma yoluyla yapılırdı ülkemde. Kim futbolcuyu önce kaçırıp saklarsa o imzayı bastırırdı. Çünkü para bu kadar insanların gözünü kör etmemişti ve kör etmesin diyeydi bütün bunlar. Demek ki; "Endüstriyel futbol beş yıldızlı otelde, kamera ve flaşların önünde imza atmaktı, sokak futbolu izbe bir yerde parmak basmaktı!"

Sponsorluk yoktu. "Beşiktaş'a bir kibrit çak", "Vefa için el ele" filan var dı. Tek geliri stada gelen seyircilerdi takımların bir de böyle kampanyalar. Sonra bir takım türedi zenginler, "Salyangoz kralları", "Mafya Babaları" ve özellikle "müteahitler" bu işleri devir aldılar. Hatta şimdi "Dolar Milyarderi" Abramovich'ler, Basın Patronu "Berlusconi"ler filan bu işi siyasi ve ekonomik erk için üstlenir oldular. O muhteşem Dinamo Kiev bunun için sefilleri oynarken, Shaktar filan parladı. Demek ki sokak futbolu "Beşiktaş'a bir kibrit çak" idi, endüstriyel futbol "Koyarım ulan temliği"...

Eskiden ISO birkaçbin filan diye standartlar yoktu. İnsan önemliydi. Aynı fabrikada ya da dairede yıllarca çalışılır emekli olunurdu. Hiç kimse iyi bir elemanını kaybetmek istemezdi. Yerine iyi birini bulamazsam "Yan basarım ulan" filan derdi. Şimdi görev tanımları var. Nasıl olsa tanımımı yaptım odunu koysam yapması lazım var. İnsanın önemi yok. Demek ki sokak futbolu "Gözüm şu çocuğu tutttu"dur, endüstriyel futbol ISO.

Eskiden türübün önünde yatmak vardı. Korolar halinde şarkı söylemek, bira, çay, sigara var dı sabahlara dek. Şimdi benim ülkemde cicili bicili beyler, bayanların maça beş-on dakika gelerek localarına oturması var. Geribanı hayata bağlayan hiç bir şeyi kalmadı çöp karıştırırken düşüneceği. Hıncal sağolsun du. Medeni yaptı bizi numarayı keşfeden numaraları ile. Demek ki sokak futbolu "Kartallı Limoncu Ali" idi, Endüstriyel futbol "Hıncal Uluç" ille de "Haşmet"...

Eskiden defansa çekilmek var dı topyekün. Saldırmak vardı bir "hurrraaa!" ile. Şimdi toplamı onbiri bulanın söylediği bir takım boktan lakırdılar. Yüreğini ortaya koyan kazanırdı eskiden, şimdi onbir sayısını en iyi dağıtan. Demek ki sokak futbolu "lan oolum şu adam boşta tut kaçmasındı" endüstriyel futbol "yerini alamamak".

Eskiden maçlar kahvede, okulda, evde, mahallede tartışılırdı bir hafta boyu. Şimdi "yorum izlemek" , "aynı kaba işemek", "aha bu doğru diyor" lan demek. Demek ki sokak futbolu "yorum üretmek", endüstriyel futbol "yorum beğenmek"ti. Yani "Hödükleşmek!"

Sokak futbolu "belden su almak", "beşlikten geçirmek", "göt etmek"ti. Endüstriyel futbol "oyunu bozmak", "her taktiğe karşı taktik"....

Sokak futbolunda hakem "pencereden bağıran anne" idi ya da "elinde bir meşe sopası olan baba", Endüstriyel futbol "en az beş dakika ilave".

Sokak futbolu "Dizlerde kapanmayan yara" idi, endüstriyel futbol "Yan bağlarda yırtılma", "ayak bileğinde ödem".

Sokak futbolu "lan top senin karnını mı doyuruyor zibidi" idi, Endüstriyel futbol "mukavele şartları".

Sokak futbolu "lan oğlum kalecin bile gol diyor" idi, endüstriyel futbol "oynatalım uğrcuuum" ya da "geri gel, geri gel"...

Uzatmak mümkün.. Siz yaparsınız bunu biliyorum..

Sonuç olarak Shakespeare babanın dediği gibi,

SOKAK FUTBOLU "YAŞANMIŞ KOCA BİR SEVDA" dır. Endüstriyel futbol "Kurumuş bir yürek".


Çetin



10 Kas 2008

Kral'ın İddiası Yattı




Beklediler, tam maç gecesi patlattılar Kral'ın röportajını. Biz acaba ne diyecek diye bekledik saatlerce. Muhtemelen o anda kampta olan arkadaşları da merak etmiştir. Alsalar, 1 fafta idman yapsa oynardı Hakan Şükür, Fenerbahçe maçında. Ama almadılar, sezon başında tamam Kral dediler. Yalvardılar nerdeyse, gel her kademede içimizde ol diye. Heykelini dikeceklerdi, diktirmedi. Diktirmediği gibi infial ediyor nedense. İnsan mütevaziliğinden diktirmiyor sanıyor, hayır yanılıyoruz o tarikatı icabı heykele karşı. Put sanıyorlar heykelleri.


Hakan Şükür, 3 ay önceki kaptan. Takıma gaz vereceğine bahis yapıyor. Maç berabere bitecek diye fetva veriyor. Yani oynayacak olsa görüşü değişecekmi. O zaman görüşünü kendine saklayacak ama yine berabere bitecek diyecek. Bizde çok şeyler bekliyoruz futbolcudan. Oynayan inanmadıktan sonra yeneceğine nasıl galip getireceğiz takımı. Ara sıra Ali Sami Yen'de taraftar gazıyla galip getirebiliyoruz ama Kadıköy'de nafile.

Yarın Ayhan futbolu bıraktığı sene sorsalar Kadıköy'de ne olur diye. Belki de Galatasaray yenilir diyecek. Koskoca kaptansın, 20 sene bu taraftar seni en kötü oynadığın zaman bile yanlız bırakmadı, Senin yüzünden Milli Takım hocasına küstü. Şu maç, ilk sensiz Fener maçı. Geçireceğiz dibine kadar desene. Geçireceğiz diye bağırsan televizyon ekranlarına Florya'da duyulacak, sen oynuyormuşun gibi oynayacak arkadaşların. Ama nerde benden sonra tufan edebiyatı yapıyorsunuz hepiniz. Hagi kadar Galatasaray'lı olamadınız. Geçen seneki Fener maçında hep beraber tribünlerdeydik, Hocalar, oynamayan futbolcular, başkanlar. O moralle indirdiler çocuklar Fener'i.

Ben inanıyorumki Bülent Korkmaz'la, Hakan Şükür tribünde olsalardı Fene'i yenerdik. Onlar ın aklı fikri vefada. Onlara kalsa ölene kadar oynayacaklar. Sanki bedava oynadılar. Madem bu kadar çok seviyorsunuz takımınızı bir senede bedava oynayın. Yada bir senelik gelirinizi maça gelemeyen gariban Galatasaray taraftarına verin de onlar da gelsin.


Futbol neticede oyun. Yenmekte var yenilmekte. Yeterki onursuz olmasın. 3.gol 49. dakikadaydı. Galatasaray teslim olmuştu. 6-0 lık maçta bile bırakmamışlardı oyunu.


Gün geldi, Galatasaray sevgisi öğretim dedi. Gün geldi hemde en önemli günde Galatasaray'a moral vermedi. İnsan sevdiğine sitem ediyor. Hakan Şükür'den Metin Oktay'lık beklemekde hakkımızdır bizim.
Bundan böyle Kral'ın izleyicisi olacağım. Bakalım bilinçaltında neler saklamış. Şimdilik sadece iddiası yattı. Keşke Fener yener deseydi, yani akılndan geçeni, daha önce geçtiği gibi.

Eski Tüfek Derki


Nazmi merhaba;

Yazılarını okuyorum. Bu yazını da okudum. Bir yazı yazdım ama herhalde bir hata oluştu ve ulaşamadı sanırım. Neyse...
Birlikte yıllarca gittiğimiz onca maç, deplasman çile sıkıntı dünyanın en güzel şeylerinden di... Ancak artık bir "salon cimbomlusu" bile sayılabilirim. Nedenini sen iyi biliyorsun, birincisi hiç bir zaman sevmediğim Fatih Terim'in bize yakışmayacak şekilde bir komplo ile Galatasarayımızın başına getirilmesi, Lobanowski'den sonra hayranı olduğum ikinci adam hocamızın derdest edilmesi idi. İkincisi ise son maçım dediğim maçta bir grup maymunun Galatasarayımızın alametlerine bürünerek HAGI ye koro halinde küfür etmesi idi. Biz adam okulundan mezunduk.

Yutamadık bunları. Galatasarayıma değil ama bize yakışmayan bu davranışlara tavır dı benimkisi. Doğrudur yanlıştır seni takip eden gönlü kocaman arkadaşların yorumuna bırakıyorum.
Ben haklıydım zaman bunu gösterdi. Ama olmayacak şeyler oldu. Bunları ben bile tahmin edemedim. Hala şampiyonluk sevinci ile tel örgülere tırmanıp formasını türübüne atan adamların güya hocalık dönemlerinde, yönettiği takımın Galatasarayımıza gol atamadığında yendiklerinde ya da yenildiklerinde ne maymunluklar yaptıklarını gördük tanıdık. Aferin di onlara!
Ama biz onlardan bağımsız aptalca bir sevgiyi ölünceye kadar taşıyacağız. Ne diyor Can Baba?

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Biz onları geride bırakalım, hayatın her alanında değeri hakedene verelim. Sizlere kızıyorum. Hakan Ünsal, Gökmen Özdenak, Bülent Tulun sizin kafa yormanıza değmeyecek kadar sıradan adamlar. Ne olacak ki? Dünyasında sevgi olmayan, sorsan sevgi nedir diye, iki satır söyleyemeyen, yazamayan bu adamlar... Değmez...

Biz güzelliklerden bahsedelim. Beşiktaş gol attığında gülümsemeyen, soranlara "Bazı şeyler kolay unutulmuyor!" diyen erdemin adamı Lucescu'dan, Eskişehir'de taraftarı tarladan toplayan Metin Oktay'dan, adam oğlu adam HAGI den, polis copundan koruduğumuz kardeşim deyip kolarımın altına aldığım çocuktan, Hasan Şaş'tan, Vedat'tan, Emre'den, deplasmanda içeriye giremeyecek çocukları içeriye alışımızdan, Papazın Çayırına bayrağı diken delikanlı hocadan....

Bunlar yeter bize...Bizim farkımız bu eziklerden.

Fenerli bir türdür, normal insan fizyolojisi ile tanımlanamayacak garip bir organizmadır. Ama böyle bir tür var.. Normal ölçülere sığmayan ama yaşadığını görüp, tanımlayamadığımız bir organizma bu. Biz neye nefretle bakarsak onlar onu yaparlar. Gariptir ama böyle...

Bizde başkan başkandır, yönetici yöneticidir. Sevmek zorunda değilizdir. Biz takımımız dışında kimseyi sevmek zorunda değilizdir. Çoğu kez sevmeyiz de. Zoru severiz. 14 sene bekleriz keriziz der kendimizle dalga da geçeriz. Onlar Samsun'dan 4 maçta yirmiye yakın gol yiyip rakip futbolcuya saldırırlar. Kale direklerini yerlerinden sökerler. Kaptanlarını döğerler. Alkışlamak geleneklerinde yoktur. Biz bu ezikler dışında herkesi alkışlarız. Eziği alkışlamak alçaklıktır. Biz bunu affetmeyiz. Onlar için mazlum, hak sahibi yoktur. Espiri yetenekleri "nakıs" hatta sıfıra yakındır. Çünkü onlar ingilizcede "loser" bizim dilimizde "eziktir". Her şeyi çalıp çırparlar, marşları flamaları bile böyledir. Hep olgun meyvaların salatasını yaparlar. Ama kapları pistir. En iyi aşçıyı en iyi malzemeyi kullansalar da yaptıkları yemek bundandır yenilmez.

Misal, cümlesine şimdiki zamanda başlayıp gelecek zamanda bitiren Nihat Özdemir'dirler. Ne dediğini, niye dediğini anlamadığım halde cinlerimi tepeme çıkaran Hakan Bilal'dirler. Her cümlesine "Biz bunları biliyoruz, bizi konuşturmasınlar" diye garip bir giriş yapan adını andığımda bile tüylerim diken diken olan ezik türündedirler. Bunları anlayamamak için bir maç çıkışında Papazın çayırına gidip çıkan garip güruhu seyretmek yetecektir.

Gariptirler, acaiptirler, bir buçuk atakla, 0,5 golle gelen başarılara taparlar. Kafaları çalışmaz sürüdür bunlar. Cannes Fransa'da 4 çakar, bir yöneticileri 5 atarız der, Papazın Çayırını hınca hınç doldurur 5 tane daha yerler.

Bir de efsane söylemleri vardır. Her şeyin olduğu gibi bunun da anlamını bilmezler. Bilmeleri de gerekmez çünkü penguen tarzı bir sürü psikolojileri vardır. Efsane bir anlamıyla gerçek olmayan gelenekten ve dillerden taşınarak gelen söylencedir. Bir diğer anlamı ile de, yakın ya da uzak geçmişte yaşamış kişi ya da yaşanmış olayın büyüklüğünü ifade eden bir şeydir. Bunlarınki olsa olsa birincisi olabilir diyeceğim ama bunun olabilmesi için benim de bu toplumun bir ferdi olarak bu söylenceden haberim olsa gerektir. Oysa kerameti kendinden menkul bu zatların bu tevatürleri sadece kendilerinin bildikleri bir şey olması gerektir.

Bak dünkü maça, ne olduğunu anla bir yalan rüzgerı esti maç sonucunda. Faul diyen hakem -ki doğrusu da bu idi- endirekt dedi. Selçuk Ronaldinho golü attı. Koca yüreğin ayağı kısa geldi, gol oldu.Roberto sıradan vurdu kaleci perde yedi. Bir olasılıktı onca olasılığın içinde, şanslı sperm misali kazma olduğu kadar iğrenç adam kafayı koydu. Özeti bu... İki penaltı iki kırmızı çıkmadı. Ama sanki biz başka maç seyrettik ezik korosu başka.

Neden mi;

Sırrı yukarıda gizli. Bu memleket insan profili Fenerlidir, o nedenle çokturlar. Biz azız, az kalacağız herkes bir gün değil olabildiği zaman bizden olacak. Ve sonuç olarak "Eziğe Efsane Şarttır!" Tarih böyle yazar.

Okuyucu profilin gençler oluyor genelde. Bu yazıyı onlara hediye ediyorum. Hepsinin yüreklerinden ve gözbebeklerinden öpüyorum.Ne mutlu ezik değilim diyene!

Çetin


10 Kasım 2008 Pazartesi 18:41

Büyük Maçın Ardından


Maç Emre Aşık'ın köşeye taktığı golle bitti bizim için. Bundan sonrası seneye inşallah Kadıköy'de hodri meydan. Ağlıyoruz hepimiz dört bir yandan. Kimimiz takıma futbolculara kızıyoruzda kanımızı içimize akıtıyoruz. Boğazımız düğümleniyor kötü bir şey söyleyemiyoru. Dün sahaya çıkan takımdan 3 sene sonra kimse kalmaz, Fenerin bizi seriye bağladığı yenilgilerin ilkine çıkan takımdan da kimse yoktu. Ama biz ordaydık, 6 tane yerken, 4 tane yerken, polis copuyla dışarı çıkarıldığımız maçta, 4 kişinin atıldığı maçta da vardık. Seneye de biz ordayız. Biz futbolcuları değil formayı seviyoruz. Acaba formanın içindekiler bizi ne kadar seviyor.

Maçtan önceki gece, Kalamışta, Fenerbahçe'lilerin ininde, en kritik saatlerde Uğur Uçar sevgilisiyle Nargile içiyordu fosur fosur. Eminim sorsalar, yarın kimin maçı var bilmiyorum diyecek gibi mutluydu. Ne bir stres, ne bir sorumluluk, ne bir dayanışma, ne bir nabız yoklama. Halbu ki daha önceki geceyi komando 2500 Galatasaray'lı Biletix kuyruklarında cebelleşerek geçirmiş, maç gecesi bir birlerine gaz vermiş, maç günü bin bir zorlukla kafeste yerini almıştı. Kafeste yerini alan takımına ölümüne bağlı olanlardan kimileri, en yakın localarda belkide en yakınları olan Şerefsiz Fenerbahçeli'lerin yaptığı maymunlukları bin küfürle izliyordu. Fenerbahçelilik bir türdür arkadaşlar. Ben Galatasaray faşistiyim. Fenerbahçeli arkadaşım yok. Yakınım bile yok. Benim için Galatasaray'lılık kardeşlikten önde gelir. İyi bir Fenerbahçeliden asla iyi bir dost olmaz. Koskoca Genel Kurmay Başkanı Fener gol attığında 5 yaşın daki çocuk gibi hokkabazlık yapıyordu.

Bize koyan yenilmek değil. Hep yeniliyoruz zaten. Ama Aydın Yılmaz'ın maç sonu Deivid'in formasını alması bana daha fazla koydu. Ne yapacaksın lan sen Fener formasını. Ne güzel koymuştu bize diye saklayacakmısın. Kafeste 2500 kişi kan ağlarken eline geçirse Fener formasını lime lime edecekken sen hıyar oğlu hıyar nerende saklayacaksın. Yoksa sende mi Fenerlisinde gelecekte ne olur ne olmaza mı gidiyorsun fırlama. Artist saçların dağılıyor lan koşarken. İki sene önce Konya'ya son dakikada attığında ben ordaydım. İnce, küçücük, mahcup, utangaç bir genç takım futbolcusuydun. Daha 6 ay önce Belediye otobüsüyle maça gelirken nedir lan kulaklıkla, umursamaz tavırlarla taraftarın önüne kerhen gelmece.

Fener maçı Kadıköyde futbol oynanarak kazanılmaz. Haftalar boyu bu maça hazırlandılar. Hakan Şükür'ü maçtan bir gece evvel konuşturup(Galatasaray'a sövdürüp) konsantrasyonumuzu bozdular. Neymiş Emre'nin Fener'li olduğunu o zamanlar biliyormuş. Neden söylemedin bize kaptan, içimizde yılan beslettin. Ne malum şampiyonluğu bilerek satmadığı, ne malum, barajdayken Jhonson'a asist yapmadığı. Her bok beklenir bu heriften. Aziz sadece ve belkide sırf bu maç için transfer etmiş olamazmı. Yen Galatasaray'ı yat aşağıya sonra. Bizi 6-0 yendikleri sezon 7. bitirdiler kimin umurunda.

Hocayı bu maç konuşmayacağım. Futbolcu hatalarına da bir şey diyeceğim yok. Bu kadro o kadroyla nerde oynarsa oynasın Galatasaray yener. Bunlarda gelir geçer üzülmeyin. Ben bir tek şey istiyorum. Profosyonelliğe karşıyım. İlerde Galatasaray'a küfür edecek, satacak, Fenerbahçe'yle ya da Fenerbahçelilerle işi olacak futbolcu varsa içimizde, kim olursa olsun kadrodan atılsın. İnsana yıllar sonra keriz yerine konmak dokunuyor. İçinizde Emre Belezoğlu varsa siktirsin gitsin.

Atsan atılmaz, satsan satılmaz, uğruna ölümlere gidip geldiğimiz bu takım bizim. Vermeyiz ellere.

9 Kas 2008

Evliyaları Yenemeyiz; Fenerbahçe 4 G.Saray 1


Son yıllarda ilk defa emindim Fenerbahçe'yi Kadıköy'de yeneceğimize. Takım stada geldiğinde futbolcuların yüzü ben yenilmem diyordu. Galatasaray taraftarının en büyük 2500 kişisi tribünlerdeydi. Maçla beraber çullandık, Lincoln golü attığında hezimet geliyor dedik. Fakat bir şeyi hiç hesaba katmıyorduk. Herkes söylerdi de zerre kadar metafiziğe inanmadığımdan güler geçerdim. Bu maçla beraber imana geldim. Bu stad yapılırken gol yediğimiz kalede yatır olduğu söylentisi çıkmıştı. Dozerin dişlileri kırılıyor deniyordu. O zamanlar meraktan Kartal'dan trenlerle harfiyat çalışmalarını izlemeye gelirdik. Ben artık inanıyorum arkadaşlar. Migros tarafındaki kalede Fenerbahçeli bir evliya yatıyor. Adamlar pozisyona girmeden devreyi 2-1 önde bitirdiler. Eğer bu maç bu ibneleri yenemezsek ben bundan sonra Kadıköy'deki Fener maçlarını bir daha izlemeyeceğim.




Tabelaya göre konuşmak kolay, neymiş Saftiggibe, galip takımı bozmazmış. Arda Gökhan tarafını delemiyor, biraz Carlos bilgesine geçti hareketlendik yeniden. Emre Aşık verdiğini fazlasıyla geri aldı. İlk golde kornerden gelen topun takibini bıraktı, ikinciyi de köşeden çok nefis taktı. Büyük maçların futbolcusu belliki aşırı motivasyondan hata yapmakta.




İkinci yarıya Lukunku girdi. Ben bu adamın futbolundan bi şey anlamadım. Ayağında demir var sanki gelen top 20 metre geri sekiyor. Cin olmadan da adam çarpacak sahtekar. Elle topu düzeltip gol atacak biz de sevineceğiz. Bir kere pozisyona girdiler onu atamadılar, hiç girmediler 3 gol attılar. Ben yazıyı bitiriyorum. 2 gün sinir iznim var. Çarşambaya görüşürüz.
Not;ben 3 deyken bırakmıştım, 4 olmuş. Acıdılar herhalde bugün. Afferin çocuklar. Kötü oynamanın en güzel örneğiniz verdiniz. Canınız sağolsun.
Uğur Uçar dün gece moda burnunda sevgilisiyle nargile içiyordu. Sikinde değil ölüm kalım maçı. Arda sende bu gece Bebek'te bekleniyorsun.
Neyse biz Galatasaray'ı Fener'i yensin diye sevmedik zaten . Herkes gider biz kalırız. Biz ölümüne Galatasaray'lıyız. Bir tek Lincoln, gerisi yalan oldu.
Bir şey yazmakda gelmiyor içimden, kelimeler kifayetsiz, senede tek maç oynuyorlar ibneler onuda bize karşı.
Bildiğimiz bir şey var, yensede büyük yenilse de.

Galatasaray, Ne Olur Yenilme


Dayanamam, sen yenildiğin zaman içerimden bir şeyler kopuyor sanki. Sanki çok büyük
bir suç işlemişimde yakalanmam an meselesi gibi. Utanıyorum arkadaşlarımdan. Savunmak çok zor geliyor mağlubiyeti. Hekem yüzünden desen bize yakışmaz, Hoca yanlış yaptı desen kime ne, şans yoktu diye feryat figan yapsak ''resultante importante''. Olmuyor be aslan Cim Bom Bom, hani spor desek, üç ihtimal diye iyimser olsak, boynu bükük eve gitsek. Ama sevgili takımım Galatasaray'ım sen öğrettin bize galip, mağrur takımın taraftarlığını. Gerimi bırakacaksın o sevdalardan bizi. Biz alışık değiliz sıradan takımlara yenilmeye, elenmeye. Biz bu ülkenin dış hatlar terminaline iki defa kupayla inmiş bir takımın taraftarıyız. Bizi yenenler kan kusmalı, Milan misali 2-1 mağlup son 20 dakikaya girdiğimiz San Siro'da Estergon Kalesi savunmasıyla Sokullu Lala Mehmet, Chelsa misali, Londra'da Taffarel atılıp 10 kişi kalan aslanlara karşı Kanije Kalesi savaşıyla Tiryaki Hasan paşa. Biz bunları da gördük, yenilirken de büyük olduğumuz günlerdi. Saldır be Aslan, 9 sene geçmiş bu stattan zafer şarkılarıyla dönmeyeli. Zulüm köpeklerine kalmış senin nazlı nazlı gezdiğin bu sahralar. Kavga vakti yaklaştı, bu gece, bu büyük takımın bu büyük taraftarı zafer kazanmış olarak Kadıköy'den çıkmak ve ölesiye bağırmak istiyor.''Re Re Re Ra RaRa Galatasaray Galatasaray Cim Bom Bom''. Yenilgin cehennemin öbür adıdır, gazan mübarek olsun

Bu Takım Benim


Hatırlayamadığım yaşlarımda, turuncudan iz taşıyan tok bir sarıyla, vişneye çalan koyu kırmızılı formasına aşık olduğum, Mithatpaşa Stadı'nın yeni açık tribünlerine kartondan şapka ve bayrakla çocuk yaşımda çıktığım, maçına yetişebilmek için babamın kolunda takılı serumun musluğunu açtığım, hiç şampiyonluğunu göremeden delikanlılığımı geçirdiğim, trenlerle, otobüslerle, aç susuz deplasmanlara taşındığım,yediği gole sevinen en yakınlarımla küs olduğum, Ali Sami Yen Stadının kapılarında sabahladığım, Eskişehirspor maçında sıcaktan kavrulup, Verder Bremen, Leverkusen, Konya maçlarında soğuktan it gibi titrediğim, Neushatel maçında 50.000 deliden biri olamanın şerefini taşıdığım, Rosenburg maçına kutuplara, Real Madrid maçına Endülüs'e sürüldüğüm, Kadıköyde biber gazı yediğim, Parken'de Taffarel'in arkasında penaltılarda kaleye geçtiğim, her sene kombine biletini, atkısını, formasını satın aldığım, hiç biri beleş olmadan 1000 den fazla maçını şanla şerefle canlı seyrettiğim, başkanını yöneticisini seçemediğim, tribünlerine en az benim gibi bir taraftar oğul armağan ettiğim, yenildiğinde karalar bağlayıp, yendiğinde çocukluk çığlığımı attığım, ne kavgamın, ne sevdamın biteceği, haberi olmadan zulamda resmini taşıdığım, hasretine prangalar eskittiğim, uğruna ölümlere gidip geldiğim, bu takım benim Galatasaray'ımdır.

Büyük Maç Taraftarı;Cem Hökelek

Bazı taraftarlar vardır, maç seçerler. Bu arkadaşımız da maç seçenlerden. Ama bu arkadaşımızın bir farkı var. Büyük maçları seçer. Takımın taraftara , taraftarında kendisine en çok ihtiyacı olduğunda görev başındadır. Kah görünür, Fenerbahçe Stadının kafes bölümünde ağların ardında polisle dalaşıp biber gazı yerken, kah görünür İnönü Stadının deniz tarafında demirlerin ardında tipide yağmurda el kol hareketi yapıp 10.000 kişilik Çarşı'ya sataşırken. Görünür en büyük maçlarda Ali Sami Yen kapalısının en tansiyonlu bölümünde, tansiyonu tavan yapmış olarak Re Re Re Ra Ra Ra çekerken, takılır büyük maç öncesi Mecidiyeköy Orjin Köftenin etrafında votkalı birayla Fenerbahçe'ye söverken. Gözünü budaktan sakınmayan Galatasaray sevdalısı. Küçük maçlarda gözükmez pek, gerek yoktur kendisine. O olmasada olur. Ey büyük Galatasaraylı, büyük maçlarda, kimsenin gidemediği gidipte gece yarılarına kadar çıkamadığı deplasmanlarda, dara düşersen, aç susuz kalırsan, para bulamazsan korkma, etrafına bir bak, ara onu ordadır muhakkak, sevdanda da kavganda da en ön saflardadır. Bizim kanla irfanla kurduğumuz Galatasaray Taraftarlığı sancağını emanet ettiğimiz nesiller işte bu çocuklardır.

Derbiler


Dünyanın en kanlı en ünlü derbileri nasılünlü olmuşlar, nam salmışlar bir bakalım.
İskoçya;Glaskow Rangers-Celtic. Aynı şehrin iki takımı. Din derbisi, biri katolik diğeri protestan.(Katolik golcü Johnston, Rangers'a transfer olduğunda evi yakıldı. Maç,Johnston'un golüyle 1-0 kazanılsa bile,Rangers taraftarları "maç 0-0 bitti"diyordu. )
Arjantin. Buenos Aires. Aynı şehrin iki takımı.Boca Juniors ve River Plate.Birini İtalyan göçmenler kurdu,öbürünü öz be öz Arjantinliler.Irk derbisi...(Durum öyle vahim ki, sadece Bocalıların gömüleceği kabristan yapılıyor. Yani, mezara kadar...)
İtalya.Roma.Aynı şehrin iki takımı.Lazio ve Roma.Biri faşist, öbürü demokrat.İdeoloji derbisi...
(Laziolular Mussolini'nin torunları... Zenci ya da Yahudi futbolcu istemiyorlar. Asıl isimleri SS Lazio... SS, societa sportiva... Yani, sportif müessese... Ama onlar için anlamı farklı... Roma'nın amblemi ise,Roma'nın kurucuları Romus ve Romulus'u emziren kurt figürü. Yani, parlamentonun ataları...)
İtalya. Milano. Aynı şehrin iki takımı.Inter ve Milan.Biri kıro,öbürü asil. Sınıf derbisi..(Milan taraftarları arasında Dük'ler Baron'lar falan var.)
Romanya.Bükreş.Aynı şehrin iki takımı. Steau ve Dinamo.Biri asker, biri polis Derin devlet derbisi...(Genel olarak birbirlerini dövüyorlar... Sonra birleşip, herkesi dövüyorlar...)
Türkiye. İstanbul. Aynı şehrin iki takımı.Fenerbahçe ve Galatasaray.Din ayrımı yok. Irk ayrımı yok. İdeoloji ayrımı yok. Sınıf ayrımı yok.Asker-polis ayrımı yok. Zengin-fakir ayrımı yok. Eğitimli-cahil ayrımı yok...Üstelik, dünyadaki ünlü derbilerden farklı olarak, taraftarları şehir ile sınırlı değil , Bütün ülkede var...Peki bunun adı nedir?
Sidik yarışı derbisi...(İnanılmaz nefretin mantıklı bir izahı yok çünkü...)

bir yerlerden alıntıdır