17 May 2025

''2000'' Galatasaray'ın Altın Yılı


                                                    17 Mayıs 2000, 25.yıl aziz hatırasına

Tarih, 3 Kasım 1999 günlerden Çarşamba, Ali Sami Yen Stadı tribünlerindeyiz. Şampiyonlar Ligi gurubunda son maçımız, biz bitti demeden bitmeyecek umutluyuz. Milan’ı yenersek yola devam ediyoruz. 2-1 yenik durumdayız. Süre tükeniyor, heyecan dorukta gol için yükleniyoruz, elenmek üzereyiz.

Dakika 88 durumu 2-2 yaptık, Ali Sami Yen’i '' Haydi Cim Bom haydi!  Tam zamanı tam zamanı şimdi!'' sesleriyle inletiyoruz.

Ve sonunda beklenen o zaman geldi. Maçın bitmesine saniyeler kala penaltı kazandık. Nefesler tutuldu topun başında Ümit Davala, ölüm sessizliği, Ümit Davala’nın topu ağlara göndermesiyle sanki gök gürledi. Koskoca Milan sonuncu olarak eve döndü.

Bizim macera işte böyle başlamıştı  

 İlk maçtan finali düşündük. Bir gün ‘’sizin hayallerinizin bittiği yerde bizim gerçeklerimiz başlar’’ demek için. Babam beni finale götüreceğine söz vermişti, büyük düşler kurmanın da tam zamanıydı artık. Büyükleri bilmem ama biz çocuklar olarak güzel günlere inanıyorduk.  Acaba kurada bize hangi takım çıkacaktı?  Heyecan duymaya, kuralar çekilirken başlamıştık.

Önce İtalyan takımı Bologna'yla eşleştik. Bu takım hakkında bilgileri araştırdık, renkleri kırmızı maviydi.  Adı Kızıl Şehir olan bir kentin takımıymış, ilk maç için takımı deplasmana yolladık.

Ekran başındayız, tüm amacımız buradan en azından yenilmeden maçı Ali Sami Yen’in taraftar coşkusuna getirecek sonuçla dönmekti.

Ben Cim Bom'un en büyük maceralarının birinden 5 gün sonra doğmuşum. Deplasmanda 3-0 yenildiğimiz İsviçre’nin Neuchatel  Xamax takımını  5-0 yenerek tarihe geçmişiz. Her Galatasaraylı çocuk bu büyük kader maçının hatırasıyla büyümüştür.

İtalya’dan 1-1 berabere ve umutla dönüyoruz, Tur İstanbul’a kaldı. Gerisi bizde, Karşılaşma günü geldi çattı ben de maçtayım, Büyülü Ali Sami Yen Stadının kutsal tribününde kapalıdayım. Maçı harika bir oyunla, 2-1 kazandık, günleri ve oynadığımız maçları sayıyordum. Finale ben de gideceğim.  

Bir üst turun kurları çekildi.  Alman takımı Borussia Dortmund'la eşleştik, Almanya'nın en büyük takımlarından birisi. Spor dünyasında, kadrosundan adından çok statlarıyla anılıyor.     

Babamlar Borussia Dortmund deplasmanına Almanya’ya gidiyor. “Beni de götür!” diye ağladım, ama babam, “Söz verdim, finale götüreceğim seni.”  Diye avuttu.

Yine heyecanla televizyonun karşısına geçtik, maçın başlamasını bekliyorduk. Dakikalar bir türlü geçmek bilmiyordu. Nihayet televizyon Almanya'ya Westfalen Stadına bağlandı.        

Taraftarlar arasında kale arkası tribünleri sarı duvar diye biliniyordu.

Gözlerimize inanamıyorduk, sarı duvar kırmızı duvar olmuştu. Belki de tarihlerinde bir ilk 80.000 kişilik Stadın tamamına yakını Galatasaraylıydı. 

Galatasaray bir his takımıdır, arkasında inanmış bir taraftar varsa orada kupa vardır, şampiyonluk vardır.  Hagi'nin önderliğinde muhteşem bir futbolun ardından, 2-0 galip İstanbul'a döndük.

Ve elbette yine Ali Sami Yen kapalı tribünündeyim. Kontrollü bir top oynadık, sahamızda geri dönüşlerine izin vermedik, kalemize yaklaştırmadık 0-0 biten maçtan sonra, bir Avrupa takımını daha elemiştik.

Ne demişti büyük kurucumuz Ali Sami Yen? ''Amacımız bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmek''   Rengimiz turuncudan iz taşıyan tok bir güneş batımı sarısı, vişneye çalan yeni kabuk bağlamış yara kırmızısı, Adımız Galatasaray, sembolümüz Aslan.

 Sıradaki gelsin bakalım, kuralar çekildi, rakibimiz Real Mallorca oldu. Mayorca adalarının mütevazi, Kırmızı Siyahlı takımı. Hadi şu turu da geçelim çocuklar, rüyadan uyanmak istemiyorum.

Gün geldi Takım İspanya'ya, biz ailecek Kaş'a tatile gittik. Maçı televizyondan izliyoruz.  Aslanlar gibi sahaya çıktı oyuncular var güçleriyle oynuyorlar, top rakibe geçince de sahamızı canla başla koruyoruz, geçit vermiyoruz. Maçı kazanacağımız 15 dakikada belli oldu. Sıra önümüze çıkacak takımda. Maçı 4-1 Aldık. Sevinçliyiz.

İstanbul'a huzur ve güvenle döndük. Kendi stadımızda bir moral maçı oynadık, boş geçemezdik. Çimlere bir Avrupa takımı daha serdik. 2-1 yendik.

 Teker teker engelleri aşıyoruz. Zirveye az kaldı. Yürü Aslanım Avrupa’nın en büyüğü olacaksın. Sondan bir önceki engeldesin, bunu da geçeceksin.

Mutluluktan uçuyorum.  Final maçını Danimarka’da Parken ‘de canlı izleyeceğim.

İngiltere’den Leeds United geldi İstanbul’a. Büyük Takım, 3 kez Avrupa Kupası’nı kaldırmış, 2 final kaçıran İngiliz futbolunun büyük takımı. İlk maçı kendi sahamızda oynuyoruz.

Maçtan bir gün önce taraftarlar arasında kavga çıktı. İngiliz taraftarları kavgacılığıyla ünlü. Taksim’de üzücü olaylar oldu.

Maç bu yüzden aşırı güvelik önlemleri alınmış şekilde, çok gergin başladı. Hepimiz çok üzgündük, tribünlerde de önceki maçların coşkusu yoktu, yine de takım güzel bir oyunla elinden geleni yaptı. Kalemizde pozisyon vermeden maçtan 2-0 galip ayrıldık.

İlk maçın galibiyet morali ile takım İngiltere’ye gitti. İstanbul’daki olaylar yüzünden deplasman maçına Galatasaray seyircisi alınmadı, Statları Ellen Road'da çok gergin bir maç oynandı, bizim tek bir amacımız vardı, Final için Parken'e gitmek. Galatasaray ismine tarihine imajına yakışır bir oyun çıkardı.

Leeds United olanca gücüyle saldırıyor, biz direniyorduk. Karşılıklı goller atıldı, 2-2 bittiğinde evde kucaklaşmalar, final maçı hazırlıkları çoktan başlamıştı. 

 Babamla yine düştük yollara, taraftar uçağındayım, Pilot dahil hepimiz Galatasaraylıyız, yer gök sarı-kırmızı. Şarkılarla marşlarla geçti yolculuk. Heyecanım dorukta, uçağımız alçalışa geçti. Kopenhag Hava Alanı üzeri hem Arsenal hem de Galatasaray taraftarlarını taşıyan uçaklarla dolu…  

'' Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu Cim Bom ‘un ayak sesleri'' tezahüratlarıyla bizim uçak iniş yaptı. Havaalanını sarı kırmızıya boyadık. 

 Kopenhag şehir turundayız, şehir şehir olalı böyle kalabalık görmemiş, her iki takımın taraftarı finale gelmişti. Sonradan öğreniyorum en yaşanılabilir kent seçilmiş, tarihi korunmuş eski binalar, şatolar, parklar doğal güzellikler, barlar.

Deniz kıyısında dolaşıyor, kafelerde vakit geçiriyoruz.  O sırada gözüme bir heykel ilişiyor, yanına gidiyoruz, sarı kırmızı atkılarla süslenmiş. Deniz Kızı heykeli. Hep adını duyardım, şimdi görmüş oldum. Demek ki Deniz Kızı Danimarkalıymış. Babam masalcı Hans Christian Andersen'in de Danimarkalı olduğunu söyledi. Andersen'den Masalları dinlemiştim. Başka yerleri ülkeleri gezmek, genel kültür açısından çok önemliymiş, bunu yaşayarak gördüm.

Kopenhag şehrinin en büyük meydanı Tivoli'deyiz, meydanda Arsenal ve Galatasaray renklerinden başka bir şey görünmüyor, taraftarlar ayrı ayrı kafile halinde marş söylüyor, yürüyor, geziyor, maç saatini bekliyor.

Derken her iki takım taraftarı arasında büyük bir kavga çıktı, babam spor kardeşlik, dostluktur diyordu.  Bu kavgalar sportmenliğe hiç yakışmadı. Atlı polisleri ilk defa orada gördüm. Çok korktum, Babamla beraber o kargaşadan çıktık. Rastladığımız bir kafede birer çay içtik.

Ne güzel başlamıştı oysa meydandaki taraftar coşkusu. Ben aynı yaşımdaki bir Arsenal taraftarı çocukla tanıştım, hatta birbirimize sarıldık, resim çekildik. Çocuklara kalsa her şey, ne güzel idare ederdik Dünyayı. Aynı ortamda büyükler itişip kakışırken çocuklar birbirlerine sarılıyorlardı.

Tribünlerdeyiz artık, binlerce taraftarın ilk uğrak yeri, ilk sınav yeridir tribünler. Annemin karnında bile maça gitmişim, Ali Sami Yen'deki hemen hemen her maça gittim, ama bu başkaydı. Başka bir ülkede, başka bir stadyumda en büyük maceramızın küçük bir taraftarıydım. Parken stadının büyük bir bölümünü Galatasaray Taraftarı doldurmuştu. Biz kale arkası tribününü kırmızı formalarımızla tek renge boyamıştık.

Kırmızı formalarımızla tribünlerdeyiz, hepimizin üstünü örten bir flama açtık sabırsızlıkla başlama saatini bekliyoruz. Takım ısınmak için sahaya çıkmak üzere, soyunma odasının durumunu tahmin edebiliyoruz. Fatih'in Aslanları kükremek için artık dakikalar sayıyordu. İmparator son sözlerini söylüyordu. ''Topun olduğu yer pozisyondur. İlk dakikadan son dakikaya kadar oyunu biz oynuyoruz arkadaşlar.  Rapid maçıyla başladık, Aslan gibi oynadınız, kazandınız, kazanacaksınız, şampiyonsunuz ve öyle anılacaksınız, Allah Yardımcınız olsun''

Ve o unutulmaz gece. Kale arkası tribünü yürek atışlarım en üst seviyede. Muhteşem, stadı inleten '' Cim Bom Bom'um sen çok yaşa, canım feda olsun sana. Hiçbir şeye değişilmez, senin sevgin bu Dünya'da'' tezahüratı. Yandan dışarı giden şutumuzda bom boş bekleyen futbolcumuzun ofsaytta olmadığını anladığımız an, ah vah sesleriyle ilk yarının bitişi.  İkinci yarı başında önümüzdeki sol direğe topumuzun çarpıp dışarı çıkması, Capone'nin Seamana çektiği şut, can havliyle kale önüne kadar gelen futbolcumuzun dokunamayışı. Kapışmaya devam maç berabere bitti, ekstra zamanda uzatmalardayız.

Ve maçın son saniyesine kadar artık susmayacağımız bir marşa başladık. 

 Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar,

Bu ağaçlar güzel kuşlar yürüyelim arkadaşlar.

Sesimizi yer gök su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin, inlesin.

Bu gök deniz nerde var, nerede bu dağlar taşlar.

Bu ağaçlar güzel kuşlar, yürüyelim arkadaşlar.”

Takımımızın insan üstü direnişi.  Maçın uzatmalara gidişi. Uzatmalarda Hagi'nin gördüğü kırmızı kart, dehşetli susmayan taraftar, direnen 10 kişi Galatasaray. Umutlar tükenmiyor, buradan kupasız dönemeyiz yumruklar sıkılı taraftar birbirine sarılı. Endişe tavan yapmış, yine de tribünler son nefesi yırtılırcasına bağırıyor. Uzatmaların ilk bölümü bittiğinde sarı üniformalı bir stewardın İngilizce “kazanacaksınız, you will win'' dediğini hatırlıyorum. Sanki ona inandım heyecanım bir an yatıştı ve son 15 dakika, Arsenal, 10 kişi kalmış Galatasaray’a var gücüyle saldırıyor, Galatasaray tribünlerle kenetlenmiş Aslan gibi savaşıyor ve sağdan Marc Overmars kaleye yaklaşıp ortayı kesiyor. Hanry'nin kartal gibi yükselip, havada topu beklemesi ince hesaplar, aksiyon, zamanlama ve darbeli kafa vuruşunun ağlarla kucaklamasını seyre dalmamız. Aynı anlarda Taffarel'in topu takip edişi, sağa bir adım atışı ve yaylanışı ve zamanlama ve denge ve his, tarih, gelecek nesillerin göz yaşları, teslim olmayış ve topun ağlara gitmesine izin vermeyiş ve iki ellerimizin gerilerek havaya kalkması. Son topu Galatasaray'ın hücum ederek kullanması ve maçın bitişi.

Kupayı elleyecek takımın kaptanı penaltılarla belirlenecek. Kale seçme kurasını Kaptan Bülent kazandı, bizi gösterdi, penaltılar bizim tribünün olduğu kaleye atılacak.

 Penaltıların atılacağı kale arkasında 12.000 kişiyiz. Taffarel'den geçerse biz kurtaracağız. Attılar, iki tanesini biz kurtardık. Sizlerin direk diye gördüğünüz şey 12.000 kişinin yüreğinden fışkıran tarifi imkânsız enerjiydi. Bizimkiler atarken Seaman'ın bacaklarına yapıştırdık enerjiyi. 3 penaltıdan 2'sini kurtardık, biz boş geçmedik, penaltılarda 3-1 öndeyiz, atarsak şampiyonuz. Maçın spikeriyle 30 milyon Galatasaraylı, tribünlerdeki binlerce taraftar aynı haykırışı yaptık.

’Haydi oğlum, haydi Popescu'' Popescu santra yuvarlağındaki arkadaşlarıyla vedalaştı, kulübeye göz attı, kalpler durmuş nefesler tutulmuştu, son bir kez bize baktı, topu dikti birkaç adım gerildi, İngiliz Ulusal takımın kalecisinin sağından yerden ağlarla buluşturdu. Sonrası yangın yeriydi, göz yaşları sel oldu, bizim işimiz bitmişti. Söz artık bütün dünya koordinatlarına dağılmış milyonlarındı. Bu gece barda gönlümüz hovarda, çalsın sazlar oynasın kızlar.

Bizler maçtan sonra şampiyonluk turu attık Kopenhag'da. Çocuklar ne harikuladeydi, bir başka ülkenin başkentinde, bir finalde kazanıp tur atabilmek.

Dönüş uçağında artık ses yoktu, kimse de derman yoktu. 6 saatlik yolculukta servis bile açılmadı, O zamanlar yapılan işin büyüklüğünün farkında bile değildik. Sabah hava limanı koridorları ıslıklarla İmparator Fatih Terim melodisini mırıldanabiliyordu ancak.

Dönüşümüzü hayal meyal hatırlıyorum; hava alanında inanılmaz bir yoğunluk vardı. Saatlerce süren o yoğun yorgunluğun üzerine binlerce kişi yerlere uzanarak dönüş için sırayı bekliyoruz. Uçağa biner binmez herkesin gözleri kapandı. Benim de. Bir ara susadığımı hissettim. Gözümü açtığımda hostes ablanın sarı kırmızılı pasta dağıttığını gördüm. Onlar da şampiyonluğumuzu kutluyordu. Herkes ağır bir uykudaydı, kimseyi uyandıramadılar. Beni uyanık görünce pastayı bana ikram ettiler. Pastadan bir parça yedim, ikinciyi yere düşürmüşüm. Dalmışım, gözümü açtığımda İstanbul’da Atatürk Hava Alanındaydık.

17 Mayıs 2000, unutamam seni.

Galatasaray bir aşktır, taraftarın Çocukluk Aşkıdır, gerisi hikayedir.

 

12 May 2025

Kayserispor; İki Şampiyonluğu yakından gören Erciyes Aslanı.

 


Biz gömülmüş Şampiyonluğu mezardan çıkarıp şampiyon olmuş takımın taraftarıydık. 14Mayıs 2006’da Ali Sami Yen Kapalısındaydık. 

Normal taraftarın o gece tribünde olmaması gerekiyordu, öyle oldu, 30.000 deli, 30.000 sarhoş, 30.000 metafizikçi tribün adı verilen tımarhanedeydik. Kayseri’yi çabuk teslim aldık. Olurda Denizli’den bir horoz sesi gelir, bir de takıma gol attırmak için uğraşmayalım.

İşimizi bitirirken Deniz’li horozu öttü, çıkan gol sesini yazmak kolay, herkes duydu, tribünleri gösteren yakın çekim kamera var mıydı bilmem, ben biraz anlatayım. Golü sanki tek bir radyodan bütün tribün dinliyordu, yok öyle bir şey, vahiy geldi aynı anda. Aynı sesi bir şekilde duyduk, naralar atmaya başladık, altta kalanın canı çıksındı, bir birimizin üstünde tepindik.

Sakinleşip tribün düzeni almamız en az beş dakika sürmüştü, bize beş asır gelen beş dakika. Futbolcular top oynayamıyordu,  hepsi ağlıyor, top ayaklarına geldiğinde gelişi güzel birine verip ağlamaya devam ediyordu. Kayserili futbolcular bile bırakmış, dramayı izliyorlardı. Topla alakası olmayanlar, elini bizimkilerden birinin omuzuna yaslıyor, destek oluyordu.

Bizim maç bittiği zaman Fener bir gol atıp durumu eşitlemişti. Ve biz o anda kaç dakika bekleyeceğimizi bilmiyorduk. Futbolcular tribünlerin önüne dağılmış, en sakinimiz Cihan Haspolatlı bile numaralıya çıkmış Fener maçını izliyordu. Biz tribünlerde taş kesildik, nefes almak bile yasaktı.

Ben setin demirinde yan duruyordum, bir ara düzeleyim dedim, dövüyorlardı. Kimse kıpırdamasın, pozisyonunu bozmasın. Herkes inancına göre dua ediyor, kimi Ra’dan, kimi Brahma’dan, kimi Mazda’dan, kimi Ulu Manitu’dan medet bekliyordu. Hiç inanmayan bile o 16 dakikayı bir şekilde inançlı geçiriyordu.

Benim bedduam tutar, şu şerefsiz komşumun iddiası tutmasın diye ağır beddua ettim. Ve Yüce Gök son sözünü söyledi, Şampiyon sizsiniz. Gözyaşları, sümüklere karıştı. İnanın çocuklar, bir oluk, bir kanal olmuş olsa, dere halinde Mecidiyeköy’den Haliç’e dökülürdük.