6 Şub 2010

Yazık Oldu; Kayserispor 0- Galatasaray 0

Maç benim için maçtan 1 saat önce başladı. Servet'in oynamayacağını öğrendiğimde tamam dedim bu maç gol yemeyiz. Nasıl olsa gol atmada sorunumuz yok ve çocukları Galatasaray lehine iddia oynamaya yolladım. Evet bu sezon ilk kez benim tam istediğim 11 sahadaydı. Ve Emre Güngör'ü yakın takibe aldım. Naçın en iyi adamıydı, beni Servet kazmasından kurtardı. Umarım Reykaard bundan sonra Lukas'ın yanında Emre Güngör'le oynar. Yani sevgili taraftar, defansa unutulmuş karekterimizle geri dönüş yaptığımızı gördüm. Lukas ile Emre'nin uyumu maçın neticesinden de önemliydi ve sınıfı geçtiler.

Yanlız bu kaleci hakkında benim ambara fare girdi. Olumsuz düşüncelerden alamıyorum kendimi. Pis pis degaj yapması, attığı bütün topların rakibe gitmesi sinir tansiyonumu tavan yaptırdı yine. Hocalar söylüyor olamaz, söylemiyorlarsa bu adam niye degajla topu oyuna sokmaya çalışıyor anlaşılır değil. Gördük son dakikaları, 2 dakika daha oynayabilsek gol gelecek, ama önceden kalecinin kaybettiği zamanları hakem ne yazık ki oyuna ilave etmiyor.

Bugün Mehmet Topal top geriye nasıl oynanırın resitalini sundu. Saymadık ama her halde bütün aldığı topları geriye kullandı, temponun çok daha yüksek olmasını engelledi. Mustafa Sarp ise yüksek tempolu oynanacağı ilk dakikalatrdan belli olan maçta araziye uyarak oynadı. Top sanki bana gelmesin diye kaçacak delik arıyordu. Öyle sanıyorum ki Reykard Mustafa Sarp'ı bize yarasın diye değil de rakibe yaramasın diye oynatıyor. Top kaybedildikten sonra başlıyor Sarp'ın görevi.

Elano Blumer topla buluştuğu anlarda attığı toplarla tehlike yarattı. Hele son dakikada bilardo topuna falso verir gibi Emre Çolak'a attığı pasın gol olmaması mucizeydi. Kara Şimşek, topla adamın içinden geçiyor geçmesine de sonrasında dengeyi ayarlayamıyor. İleri hatta maç boyu döndü durdu ilerdeki futbolcular. Ne yapsak olmadı, ne yapalım?

0-0 biten maç için iyi maç oldu denmez pek. Ama bizim için bu senenin en büyük maçı oldu diyebilirim. Galatasaray'ın büyük bir mücadele ortaya koyduğu, galip geldiği çoğu maçtan daha fazla gol pozisyonu ürettiği bir maç izledik. Tabela hiç önemli değil, bu savunma kolay kolay gol yemez, her takımın kalecisi de Hamido gibi şanslı olmaz.

El Çiko için iyi ya da kötü bir kanıya varmak için bir kaç maçını canlı izlememiz lazım. Bu maç bana Carusca'yı hatırlattı. Fiziği büyük maç oynayabilecek gibi gözükmedi sanki.

Takımlar iyi bir taktik geliştirmişler Galatasaray'a karşı. Vur kır parçala, ayakları ele ver, umarım sakatımız yoktur. Sağlık ekibinin eline biri düştüyse bugünden itibaren 1 ay sayın iyileşmeleri için.

Arda Turan kaptan bu maça damgasını vuramadı. İyi oynayamadığı maçların gol yollarında sıkıntıya düşüyoruz.

Sıcağı sıcağına yazabildiklerimiz bunlar. Ben bu maçta Galatasaray'ın ve Kayserispor'un büyük mücadelesini seyrettim. Kendi açımızdan bakarsak oyunumuzdan memnunum, gol olmaması gol olmasından daha küçük olasılıktı. Tekrar başa dönüyorum, Emre Güngör bu günkü oyunuyla maçın adamıdır ve Servet'e kulübe hayırlı olsundur. Büyük maç oldu, 2 puan kaybettik yazık oldu.

5 Şub 2010

10'un Doğum Günü

Nerden bulaştın be Gica şu garip ülkenin garip futbol takımına. Sen gelmeden önce ne güzel eğleniyorduk kendi halimizde. Ara sıra birileri geliyordu elbet serbest vuruşların başına senden önce de. Misal, Prekazi vardı bir zamanlar. İşte o kadardı. Kaleye geçenler Turgay Şeren gibi 70 metreye degaj yapıyordu. Gol atmak, attırmak şimdi bir futbolcunun geleceği, çetelesi tutuluyor, o yüzden kimse kimseye pas vermek, gol attırmak istemiyor.

Hagi, Sabri'den tut, dünkü Emre Çolak dahil duran topun başına geçmeyen kalmadı. Herkes Hagi olmaya kalktı. Sen gittin gideli de bir serbest vuruş golü hatırlamıyoruz. Senden önce korner bile atmasını bilmezlerdi. İçeri gelişigüzel kesilir 20 kişi kafaya çıkar, gol olması mucizelere bırakılırdı. Şimdi aynı be Hagi. Hakkını yemeyelim şu son sene çok iyi ustalar geldi ama ve lakin bu seferde o ortalara vuracak biri yok. Biri geliyor, iki maç oynamadan sakatlanıyor, biri geliyor 20 metre koşamıyor.

Hagi, takım 1-0 öne geçince yatıyor inan. Son maçı seyrettin işte, o kadro o maçı nasıl oynar? baktın. 90 dakika içinde 20 metre ileri isabetli pas oranı sıfır. Sen öğrettin bize, bizden büyük takımları yenebilme ihtimalimiz olduğunu. Hatta getirdiğimiz iki kupada en büyük hak senin, sen yerleştirdin nato kafalara Real Madrid'i bile yenebilirizi. O yüzden artık her sene sanki alacakmışız gibi her Avrupa turnuvasında kupayı istiyoruz. Kolaydı ya, başımızdaki hoca aldırmıştı ya kupayı. Gelir yine alırdı canım ne vardı ki. Şimdi Yusuf Yusuf bekliyoruz Madrid'in Atletik takımıyla oynayacağımız maçı. Sen olsan ne kolaydı işimiz değil mi Hagi?

Şu dandik turu atlayacağımıza garanti gözüyle bakan bir tane Galatasaray'lı bulamazsın. Takımın başında Dünya'nın en büyük hocası var, üst üste ileriye 10 pas göremedik henüz. Sabırla bekliyoruz Barcelona olacağımız günleri!

Aslında seni benim mahaallede hiç yazmayacaktım Hagi. Bu güne kadar da yazmadım. Her iğrenç maçtan sonra sen gelirsin aklıma, hiç çıkmazsın doğrusu. Ne var ki  2 gece önce izlediğimiz Galatasaray'dan sonra üstelik seni de tribünde gördükten sonra bir şeyler yazayım dedim. dedim ama Hagi seni ben yazamam, konuşurum anlatırım, hakkında konferans veririm ama yazamam. Şuraya 1000 e yakın yazı yazdım, hepsi sensin Hagi. Seni seyretmek, tanışmak bahtiyarsızlığına uğradım, keşke hiç gelmeseydin! Bizlere istikamet gösterdin, pasın ne olduğunu öğrettin. Sahada olsan odunla döveceğin Servet, topu Mustafa Sarp'a o da atabilirse attığında, Mustafa tekrar Servet'e atıyor, Servet'te topu 70 metre tepince dayanamıyorum. İsmini çağırıyorum boşluklara doğru.

Neyse Hagi, ne yazsam eksik, 1000 numaralı yazıyı sana saklamıştım, yaklaştı, yazabilirsem o zaman yazacağım. Şimdilik ellerim titreyerek anca bunları yazabildim, ne yazdığımı da bilmiyorum. İyi ki doğdun Gica Hagi, ellerim titriyor adını andıkça.

Galatasaray'ın çok daha mamur, çok daha büyük olabilmesi için keşke bir  Hagi'si daha olsa.

4 Şub 2010

Öteki Mahallenin Çocukları; Ali Kemal Denizci

Bir zamanlar İnönü Stadının yeni açık tribününü boydan boya kuşatan bir slogan afiş vardı.''esen rüzgar değil, coşan Karadeniz fırtınası'' Trabzonspor maçı olduğunda stadın bir köşesine ancak sıkışırdık. İstanbul saltanatını ilk yıkanlardı onlar, Anadolu direnişini zafere taşıyanlardı.. Gerisi gelmedi, onlardan önce göze alanlar olmuştu. Göztepe, Eskişehirspor, Adana'yı komadılar kardaş komadılar, Ancak tam bir belanın gelmesi için Faroz mahellesinin delikanlılarının yetişmesi bekleniyormuş meğer. 

Aynı mahallenin çocukları büyümüşler, üç büyüklere efelenmişlerdi. 6 defa yatırdılar, 4 defa tam yatırdılar işi bitiremediler.

İşte o işi bitirdikleri zamanların Karadeniz Fırtınasının en büyük kasırgasıydı. Sağbek Turgay'a biri yan baksa, sağaçık Ali Kemal kafayı yapıştırırdı. Takım, en çok ö dönemin Trabzonspor'unun adıydı. Onlar gerçekten bir takımdı. Yıllardır takım olamadıklarından bir daha şampiyonluk yüzü göremiyorlardı. Bilemem ama muhtemelen tuvalete bile hep beraber giderlerdi. beraber kavga ederleri kimse göze alamaz ama yerlerse de beraber sopa yerlerdi.

Ali Kemal, sinirli, gaddar mizacının yanında tam bir gariban dostuydu. İstese ilk sezondan transfer olur satardı bütün Karadeniz'i. Satmadı, hepimize(gerçi en az bize) evire çevire geçirdiler, görevlerini yaptılar daha sonra İstanbul yolunu tuttular. Takım dağıldı, yerleri dolmadı. Şimdiki gibi yamyam, tüccar yöneticiye, menagere rastlasa Avrupa'nın her takımında oynardı.

Fenerbahçe'ye transferi sırasında Trabzon'da 70 yaşındaki nineler bile ayaklanmışlardı. ne var ki sistem böyle işliyordu. Trabzon'un tepelerde daha fazla tutunmasının alemi yoktu. Herkes rütbesini bilsindi, bu lazlar da çok oluyorlardı artık.

Ali Kemal Trabzonspor'u büyüttükçe, şehir artık bu futbolculara bakamaz duruma geldi. Hem kendini hem şehrini kurtaracaktı. Trabzonspor'dan A milli takıma seçilen ilk futbolcuydu.

Avrupa'nın anlı şanlı şampiyonlarını Faroz mahallesine getirmişlerdi. devrin Keegan'lı Liverpool'unu indirdiler. Avrupa gazeteleri artık Karadeniz'li bir Türk'ün adını da yazıyordu. Kolbastı yerine horon tepilirdi benim bildiğim. Nice bekleri hamsi tava yaptı Ali Kemal. Çok anısı vardır, futbol literatürlerine geçen. İstanbul takımlarıyla oynarken kaç atalım diye iddiaya girer ve kazanırmış.

Sonrasında antrenörlük denemeleri oldu Ali Kemal'in. Ali Kemal'den hoca olmazdı. Sistemin adamı olmazdı, ya yönetici döver, ya taraftara sataşırdı. Büyük futbolcuydu, büyük adamdı. Kensisiyle tanışmak, karşılıklı halı saha maçı oynamak nasip oldu. Trabzonspor denince akla ismi ilk gelen yiğit delikanlı Ali Kemal; nerdeysen çık ortaya, seni, lazca konuşmanı özledik, Karadeniz'deki öteki mahalleyi seviyorsak en çok senin sayendedir. İnan bize gol atarken bile seni severdim. Hiç gitmesekte bizim de mahallemiz sizin Faroz.

Hey yana yana Ali Kemal, hey yana yana,
Ckiniren ckin men şanan bedi do şana.

2 Şub 2010

Kızılırmak Kan Ağlıyor

Sivas denince akla, ilk önceleri kongre gelirdi. Bu ülkenin kurtuluş düşü bu ilde kurulmuştu. Kangal'ın itleri, Pir Sultan'ı, Veysel'i devamında ozanları gelirdi akla. Askeri sürgün yeri Temeltepe, Gemerek, Deniz Gezmiş, Yıldız Dağı, ülkeye nam salmış yiğidoları, derken yaktılar Sivas'ı.

Şimdi birine Sivas desen Madımak der. Yangın der, yaktılar der. Evet, Sivas yaktılar, yakmaya devam ediyorlar seni. Ulu Önder, sizin daha doğrusu bizim diyarlardan başlamıştı ameliyata. Sevgili memleketim, birileri hatta hepisi travmalarını atlatamadı, saldırıyorlar. Anlaşılan daha çok kan ağlatacaklar Kızılırmak'ı o ulu dereyi.

3 yıldız armalı kırmızı beyazlı takım, nasıl olduysa bu ülkenin mafya babalarına teslim edildi. 2 sezon şampiyonluk rüyası gördürdüler. Arife yaşanılıp bayram yaşanmadı. Takımın başına öyle biririni getirdiler ki ben Sivas'lı yı bile takıma lanet ettirdiler. Ikına sıkına, korkuyla, tehditle tepelerde nam saldı yiğidolar. Sonra balon patladı. Takımı dağıttılar, hüner bizde dediler, iş boka sarınca da kaçtılar.

Tepedeki düzen değişmemişti, sindirilmiş Sivas'lının pek haberi yoktu olup bitenden. Afrika'nın balta girmiş ormanlarından bir ormancıyı getirdiler Sivas'a. O ormancıda, başka orman kaçkınlarını doldurdu güzelim memleketime. Kutuplarda fellah neyse Sivas'ta zenci odur. Son maçta seyrettim 4 adet ayıyı. Sivas'ımın yaylalarında, Ali Dağ'da, Sızır*'da, Çat'ta, Zara'da, Şarkışla'da biri sefere çıksa 10 tane Sivasspor'da oynayacak adam bulur. Avrupa'yı tarasan, Sivas orijinli 100 futbolcuya rastlarsın.

Kim lan bu Muhsin Bey? Geçmişi nedir? Kim tanır bu şahsiyeti, bu şahsiyet kimi tanır? Yurdumun güzel çocuklarını kenarda bekletip, baltalı ilahları, kazmaları oynatan bu lavuk kim? Gördünüz değil mi? Sivasspor'un en gerisinde oyna(yama)yan zebellah gibi zenciyi. Ayı diyeceğim ama en sevdiğim yaratıklardandır ayı, 3000 dolar versen bırak takımı, kıtayı satacak adamların ne işi var bizim diyarlarda?

5 tane yemişler, bir önceki maçı seyrettim Trabzon'dan düzine yemeleri lazımdı. Totem yapmış muhtemelen yamyamlar. Fener maçını 3 e kadar seyrettim. Öğrendim ki 20 tane atabilirlermiş. İhtimal bu futbolcu olmayan futbolcularla oynadıkça ligin gol yeme rekorunu kıracaklar.

İsyanım nereden geldiklerini kimsenin bilemediği kazmaların hemşehrilerimin takımını itin götüne sokacaklarına değildir. Benim isyanım bu şehirin gençlerinin ne zaman uyanacağınadır. Taraf gazetesi manşet atmış, 3 sütun üstüne haykıran puntolarla,'' Fener Sivas'ı Yaktı'' ne güzel demek hınçları geçmemiş yakıcıların, yakanların şakşakçılarının. Ne kaldı ki lan yakacak artık bu şehirde. Düştü artık bu takım, kına yakın anüslerinize. Yiğido, kardeşim Mehmet Yıldız, kurtar kendini. Kurtar Muhsin'den, mafyalardan kendini. Doymadılar, yakacaklar.

Bilmiyorlarki Sivas nedir. Sivas neresidir. Sivas'lı kimdir. Sırası gelmedi mi kardeşlerim, atın artık üstünüzden bu ölü toprağını. başkaldırın sizleri aşağılamaya çalışanlara, gidin kulübünüzün kapısına, kovun şu Muhsin Bey'i. O giderken meraklanmayın kaçarlar Kayseri istikametine getirdiği kazmalar, orada bizimkiler rastlarlar. Tolunay'ın aslanları da bir tekme vurur anlarlar anyayı konyayı. Bu ülkenin bu güzel şehri çiftliğinizmi lan sizin. Her önüme gelen takımdan hezimet yiceksem, bırakın kendi evlatlarımızla beraber yiyeyim.

Hiç olmazsa derim ozanlarımın birinin dediği gibi.  ''kendim ettim kendim buldum''  

*Gemerek'in bir kasabası, bizim memleketimiz.

1 Şub 2010

Leo Franco'nun Akibeti

Dün iki saat arayla, iki gol iki kaleci izledik. Birincisinde Yiğido yaradana sığınıp, olanca gücüyle vurdu topa. Muhtemelen son yılların hız rekorunu kırdı attığı şut. Unutulmaz bir gol olacaktı Sivasspor puan alsaydı. Bu arada hiç birimiz daha önce Sivasspor'un  Fenerbahçe'ye attığı gole kulübenin ve futbolcuların çıldırırcasına sevindiğini görmemiştik. Neyse o gol, hezimete mani olmasa da benim için unutulmayacak bir gol olarak kendi tarihime geçecektir. Golün büyüklüğünün, muhteşemliğinin yanında gole mani olmaya çalışan bir delikanlının yaptığı refleksi, direnişi, teslim olmayışını, o golü yiyen kaleciyi Volkan Demirel'i, unutmayacağım.

Aynı şekilde 2 saat sonra cillop gibi sahada, kendi degajından geri tepen topun, organize bir atağa dönüşünü izleyen, gelişigüzel kafa vuran Denizlispor'lu futbolcunun vuruşunu eliyle içeri dürten kalecinin pasif duruşunu, teslim bayrağını çekişini, poz verişini de.

Volkan Demirel, üzerine ivme kazanarak gelen bazukaya insan üstü yaylandı. Kurtarmasını isterdim, o atlayışın hakkı o topu kurtarmaktı. Eğer kurtarsaydı Dünyanın elit kalecileri arasında ilk 5 e koyardım. Volkan Demirel'in Kartalspor'dan Fenerbahçe'ye geçmesinde karınca kararınca katkım olmuştur. Zamanın Galatasaray hocalarına önermiş, bi bok olmaz yanıtını almıştım. Konuşmalarımı duyan Fenerbahçe'ye yakın bir arkadaşım, benden aldığı tüyoyu Fener'e satmış belki de transfere sebep olmuştur.

İki saat sonra kaleye gelen topta bizim kaleci, kısmi felç geçirmiş, dolayısıyla topa engel olmamıştır. Olamamıştır demiyorum, o topu kurtarmak için kaleci olmaya yabancı kontenjanını işgal edip senede 3 milyon yuroyu indirmeye gerek yoktur.

Hatırlayın ilk yarıdaki Kayserispor maçında, Elano'nun şutunda Süleymanoğlu doksana uzamış, topa engel olamamıştı. Fakat bendeniz o topa uçan(kelime manasında) kaleciyi de unutmayacağım. Ve elbet hatırlatacağım yeri geldi çünkü, Taffarel'in imkansız kurtarışını, umutsuz vakayı zafere dönüştüren uçuşunu. Acaba diyorum o anda kalemizde Leo olsaydı, o topa uçmaya karar verirmiydi? Dünkü kaleciyi gördükten sonra kesin olarak atlamazdı diyorum ve korkuyorum haklı olarak. Yarın bir ölüm kalım maçında biraz riskli top geldiğinde rahatını bozmayacağından, yerinde çakılarak kurtarışı gök tanrıya havale edeceğinden kuşkumuz olmasın.

Taffarel'den sonra kaleye Mondragon geçti. Kurtarış kalecisiydi, dünkü topu kafayla çıkarırdı. Tekniği olmadığından o da topları şişirirdi. Sonrasında kaleye geçenler de topu degajla oyuna soktular ki, Galatasaray kalesine geçen böyle kalecilerden nefret etmişimdir. Dün ayrıca yediği golden daha fazla, beni vakit geçirmekten sarı kart alması üzmüştür. Hakem ya acıdı ya görmedi, ben olsam o alkıştan sonra kırmızıyı çakardım. Bütün maç boyunca ayağına, eline gelen her topu ileri şişirdi, kaptırdı, taca attı. Hele ki son dakikada yaptığı aptallığa acıdım. Uzun yıllar kalemizde böyle iğrenç bir maç çıkaran kaleci görmemiştim.

Ne çok sevinmiştim Leo Franko transferine. Kendisini hiç tanımadığım halde sadece Arjantin'li oluşundan dolayı ve de uzun yıllar İspanya'daki kale referansı beni bayağı umutlandırmıştı. Beklenen maçlar yakındı, Leo, gelen topu en kısa zamanda önündeki stoperlere en teknik biçimde aktaracaktı. Hatta topa basan forveti, Leo paslaşarak eksiltecek oyundan düşürecekti. Fener maçına kadar durum böyleydi aslında. Tamam ipten aldığı bir maçı yoktu, gerçi ipe götürdüğü maç ta yoktu ve kalecimiz etliye sütlüye karışmadan idare ediyordu. O maçtan sonra elle pas sanki yasaklandı, top geldiğinde 2 dakika düşünüyor ne yapacağını. Yere düşmeye korkuyor sanki. Bir kaleci atlayışını görmedik henüz. Tamam ye kardeşim ama bir uçuş tekniğini göster bize. Her yediğin golde ayakta kalıyorsun.   

Ufuğu tam seyredemedik henüz, bir fikrimiz yok. Aykut'a ise ben hiç güvenmiyorum. Kazma kalecilerden önde gideni, her topu ya taca ya rakibe atacak. Ancak Leo bundan böyle dünkü gibi kalecilik yapacaksa yandık haberiniz olsun. Vakit geçiren, topu taca atan kaleci büyük takım kalecisi olamaz. Hele ki büyüyen, büyümekte olan, olası destanlara pek yakın olan Galatasaray kalesinde sıçan gibi kalecinin yeri yok. Gerekirse kaleye Sabri geçecek, en azından yenilen golde elinden geleni yapacaktır. İki metre yana devrilemedin mi be adam? o gol yenir mi? Volkan Demirel'in doksana uçuşunu seyretmedin mi? Uçarsan kurtaracaksın, yoksa forvet topu sana çarptırdığında kurtarmış olmayacaksın.

Limon sıkmasa maça Leo, takım 2. golü bulsa El Çiko daha ilk maçtan, Co Dalton ikinci maçtan sonra kaskoyu yapmış olacak, tam rahatlayacaklardı. Şimdi işleri bir sonraki maça kaldı.

Leo Franko kardeş; adın aslan ama sen git gide sıçana dönüyorsun. Biz sana Taffarel'in formasını verdik haberin olsun. Şu çıktığın maçları maç sanma bunlar tatbikat, savaş başlamadı henüz. 4-0 ı unutma sakın. Olur ya 10 sene öncesinin Cim Bom Bom'u gibi bir savaş timine denk gelirsin, duman olursun, sonun olur. Bir 10 sene vaktin kalmaz unutturmak için, ama olan bize olur. Biz  senin yüzünden rezil kepaze olursak, neticeye spor diye bakmayız Mallorca'lılar gibi. Divan-ı harbe çıkartır bu ülkeye gelip geleceğine pişman ederiz, aklını başına devşir, bir büyük takımın kalesinde olduğunu  sakın aklından çıkarma. Gol yemekten korkma, bu son olsun top bizim ağlarla buluştuğunda seni ayakta yakalarsam bozuşuruz yeğen.

İnanmazsan senden önce bozuştuğum futbolcuların akibetlerini araştırabilirsin. 40 yıllık taraftarlık hayatımda benim lanetime rağmen takımda kalabilen futbolcuya evelallah tribün tarihi  henüz şahit olmamıştır.,  

31 Oca 2010

Bize Rahat Yasak, Denizlispor 1- Galatasaray 2


İlk yarı 17 maç boyunca ağladım. Servet'le Gökhan'dan, Sarp'la Topal'dan birini oynatmayın diye. Ne dersek diyelim, dediğimizi yaptılar. beklentileri en çok gerçekleşen taraftar yaptılar beni sağolsunlar. Artık Galatasaray maçları bir defile sayılır. Her maç biri beklenir, her maç biri daha girer kalplere.

Geçen hafta buzda dans yaptılar. Beklenen de güzel oynadılar. Meğer Nonda kardeşe jübile yapılıyormuş anlamadık, oyun tabelaya yansımadı. olsundu esas kozlarımızı sahaya sürmemiştik henüz. Arada bir angarya maçı oldu ama o maçta da ilk 11'den pek kimse yoktu, dikkate almadık. Üstelik hafta arası El Çiko indi hava alanına.

Gündüz Fener'in maçını izledik yalan yanlış. İzledik dediğim 3. gole kadar. Sonrasında bizim maça, bizim defileye konsantre olduk. Lukas'a alışmıştık, sanki sezon başından beri oynuyordu. defilenin yeni mankeni Co Dalton'du. Daltonlar'ın en kısası Co, bizim ilerdeki en uzun adamımızdı. Güzel bir Denizli sahasında çok iyi oynayacağımızı öngörüyorduk. Her ne kadar pahalı, Dünya yıldızlarını getirsek de, Emre Çolak, Uğur Uçar, Arda Turan sahadaydı. Maliyetleri sıfırdı, Caner'ide sayarsak takımın yaş ortalaması çok düşüktü. 5 gol atan Fenerbahçe'de yeni bir genç sahaya sürülmezken, onca adamın arasında Emre Çolak'ı görmekten memnun oluyor ve Surinamlı'ya selam çakıyoruz.

Beyaz formayla çıktık yine bir kış gününde. Galibiyeti olmayan Denizli maç başlar başlamaz can havliyle saldırdı. Gelişigüzel ataklar yapıyorlar, fakat bir türlü Galatasaray'ın oyun kurmasına müsade etmiyorlardı. Elano ilk defa 10. dakikada topla buluştu. Attığı uzun nokta paslar takımı rahatlattı. Afrika'nın balta girmemiş ormanlarından gelen topçular belki de hayatlarının futbolunu oynadılar. Sert futbolla da Galatasaray'ı durdurdular.

Arda Turan kafaya çıkarken, Hakan Şükür'ü hatırladık. Muhteşem bir atak sonucu gelen golün devamı gelir sanıyorduk. İlk yarı biterken Co Dalton'un, şahane dönüşünü ve berbat bir gol vuruşunu izledik. Ve ilk yarıda Caner'in artık banko oluşunu, Lukas'ın savunma kaptanlığının ilanını, Mustafa Sarp'ın iyi oyununu ve Elano'nun seyre değer paslarını izledik.

Dedik bize rahat maç seyretmek yasak. Tam birinden kurtuluyoruz, kafaya takacak biri iyot gibi açığa çıkıyor. Bugün belki de son 20 yılın en kötü kalecisini izledim. Geldiğinde bu adam teknikti, topları elle oyuna sokardı, ayağıyla isabetli paslar atardı. Demek bizde kalecinin topu elle oyuna sokması yasak. Yine saçmalıyordu, her geşen topu taca atıyordu, eline aldığı serbest topları lanet olası degaj yaparak rakibe atıyordu. Yine bir topu aldı, satranç oynar gibi düşündü, ileriye tepti 5. sınıf takım kalecisi gibiydi. Top gitmesi gereken yere rakibe gitti, o top geldi gol oldu. Golde topu içeri çeldi, hele sonrasında tam cortladı. Vakit geçirmekten sarı kart aldı, son saniyelerde topu rakibe nişanladı, bu maç Leo'ya rağmen kazanılmıştır. Böyle maçlar çıkaracaksa benim işim bitmeyecek gibi görünüyor.

Gole çabuk cevap verdik, 3. vuruşunda Co Dalton sanki topu kaleciyi deldi geçti. Golden sonra çıkarılıp, Emre Güngör'ü oyuna girerken mırıldandık mırıldanmasına ama bir adamla 3 değişiklik olduğunu görünce hemen hak verdik. Caner en verimli oynayacağı yere yollanıp iş erken bitirilmeye çalışıldı. Böbrek sancısı geçiren Elano'nun yerine Ayhan girdi, belli ki Denizli'nin horozlarının zamansız ötmesi istenmiyordu. Emre Çolak görevini yapıp, El Çiko'ya yerini verirken gözlerimizi fal taşı gibi açtık. Bir golde ondan bekliyorduk açıkçası. Ondan gol beklerken Arda'nın son dakikalarda Messi'ye selam çalımını seyrettik.

Son dakikalarda Leo'nun güvensiz duruşu sayesinde, bir çok maçta olduğu gibi, yürekler ağızda bir maçı daha bitirdik. Haftaya defilede Kara Şimşeği bekliyoruz. Yeni katılanlar takıma ve taraftara alıştığında çok daha huzurlu maçlar geçireceğimizi umuyorum. Ey büyük Surinamlı yorulduk, yaşlandık rahat, huzurlu maç seyretmek istiyoruz. Sana güveniyoruz.

El Chico*


Futbol ilahları, Galatasaray tarihine birini göndermişti daha önce. Adı Hagi'ydi, geldi, oynadı, ve bir daha gitmedi. Futbol konuşuldukça, adı anıldıkça Galatasaray taraftarlarının gözlerini buğulandıran Hagi'yi bir tarafa koyup, Hagi ve diğerleri diyoruz.

Hagi'den önce ve sonra diğerlerinden  yüzlerce yabancı futbolcu geldi geçti. Nesiller gelip geçecek, yüzlerce futbolcu daha gelecek. Havaalanlarına koşulaşak, boyunlarına atkılar takılacakak, itiş kakışlarla marşlarla şarkılarla Florya'ya getirilecek, bir heyecanla çıkacağı ilk maç beklenecek. Bunların çoğu beğenilmeyecek, gönderilecek her seferinde taraftarın heyecanı yüksek tutulacak. Yeni heyecanlar beklenecek.

Devre arasında gelen futbolculara hep kuşkuyla bakmışımdır. Hele ki gelenler kiralıksa pek istikbal bağlamam. O yüzden ne Lukas, ne Co beni fazla heyecanlandırmadı. İlk yarıdaki kadroyu, maçları izledikten sonra, ikinci yarıda en çok beklentisi karşılanmış taratar olarak görüyorum kendimi. Beni Gökhan-Servet ile Sarp-Topal 4 lüsünden kurtardığı için Surinamlı'ya yönetime, Haldun'a minnettarım. Ama yine de içimde bir Gamlı Baykuş'luk kuşkusunu hep taşıyacaktım bu ikisi için.

Çocuğun ismini duyduğumda, yıllar önce Hagi'nin ismini duyduğumdaki heyecanlarıma döndüm. beklentim büyük, koskoca bir ülkenin gözbebeği, geleceği, prensi, muhtemelen Dünya Kupası'nın yıldızı Galatasaray'da. Kendisini hiç izlemedim, tanımıyorum, benim gibi olumsuz birinin kendisi için şimdiden methiyeler dizmesinin  belki mantığı yok. Bu durumlarda olmayana ergi metodum vardır benim. Galatasaray'ın başındaki adama herkesten daha çok güveniyorum. Onun tanıdığı 17 yaşında Noi Camp'a saldığı ve Florya'ya getirttiği futbolcu benim için efsanedir. Hiç oynayamadan, ya da çok kötü oynayarak gönderilse bile benim bu görüşüm değişmeyecek bir bahanem her zaman hazır olacaktır.  

Göreceksiniz, şu kısa zamanda hepimizin sembol yabancı futbolcusu olacaktır. Ancak ben yine de yarım sezon seyrettikten sonra gider olasılığı karşısında duygularımı saklayacağım. Giderse üzülmemenin bir yolu da fazla sevmemektir.

El Çiko; her neyse adın, her nasıl söyleniyorsa benim için sen  El Çiko'sun. Gözüm sende Çocuk*, kalbimin de seninle olması için Aslantepe'de oynama garantini bekleyeceğim.