17 May 2010

Mahalle Takımı Dağıldı; Elveda

 Ey Büyük Galatasaray Taraftarı;

Sizlere veda etmenin zamanı geldi, ben de bu kutsal, mübarek günü bekledim eyvallah demek için. 2 yılı aşkın bir süredir, 1000 yazıyla sizlere bir şeyler anlatmaya çalıştım karınca kararınca. Ne mutlu ki, anlattığım her şeyde sapına kadar taraftım. Yapabildiğim kadar eşit, adil bir taraf olmaya gayret ettim. Yazdıklarım sadece Galatasaraylı'lar içindi.  Amacım, bir taraftan Galatasaray'ı biraz daha fazla kişiye tanıtıp, sevdirmek, zaten sevenlerin duygularına ortak olmak ve Fenerbahçe'den de biraz daha fazla uzak durulmasını sağlamaktı bizimkilere. Diğer takımlar için ise hiç bir görüşüm olmadı, bizim maçların dışında maç izlemem. Kaldı ki son 3 maçımızı bile izlemedim. Ve Fenerbahçe'nin maçlarını da oynadığı rakip açısından izledim, ne zaman Fener maçı koparırsa o zaman ayrıldım.

Yazdığım yazılardan hiç biri hiç bir hakka mahfuz değildir. İsteyen istediği yerde kullanır. Sayfalarımıza istemeden de olsa bulaşan başka takım taraftarlarına ise lafım yok. Ettikleri küfürleri bile iade etmiyor, tartışma zemini açılsın istemiyorum.

Bugün hem kendi takımımızın hem ülkemiz adına en büyük maçına çıktığımız ve muzaffer ayrıldığımız günün 10.yıl dönümü. Hepinize kutlu olsun. Günler ne çabuk geçti, daha dündü başka bir ülke topraklarında kupayla şehir turu attığımız gün. Öyle bir unutturulmaya çalışılıyor ki, sanki 2 senede bir olan hadise. Bugün Fenerbahçe'nin bir final daha kaybetmesi üzerine bütün gazeteleri okudum, ne mutlu ki bizim 17 mayıs 2000 hiç birinde tek satır bile geçmemiş.     

Renkdaşlarım, az zamanda çok ve büyük işler yaptık diyeceğim ama yalan olacak. 100 seneyi aşkın senede kıyısından köşesinden bir Avrupa Kupası'nın kulpundan tutmuşuz. Tuttuğumuz için 2. sini oynama hakkı kazanmışız ve ona da yapışıp çekip getirmişiz hepsi bu. Gerçi bizim dışımızda hiç kimse yanına bile yaklaşamamış ama bize ne. Biz kendi kahramanlığımıza ve kendi yüksek kültürümüze bakıp daha değerlilerini kazanmalıydık.

Bize bunları söyleten şu son senelerin köhne, kokuşmuş, silik, sönük ruhsuz yapımız değil elbet. Biz büyük Galatasaray ailesinin  zaman zaman depreşen asi ruhunu sahalara yansıttığında neler yaptığına şahit omuş neslin ahvadıyız. İşte 10 sene önce hortlayan o ruhtu kupaları alıp getiren şey. Şimdilerde kaybettiğimiz, şebekelerin elimizden, içimizden aldığı, bende biten, çoğunda can çekişen asil Galatasaray ruhu.

2 yıldır pek çok yazımı okudunuz. Bahtiyarım ki çoğunda isabetsizliğe uğramamışım. İsyanım hiç bir şeyi kafi görmeyişimdendi. Birlik ve beraberlik içinde 40 sene tribünlerde ömür tükettiğimden, neler yapabildiğimizi görüp, şu son yıllarda neden yapamadığımıza başkaldırdım. Bir kere daha ve son defa söylemeliyim ki bu sene ki maç kadrosu kadar Galatasaray ruhundan uzak bir takım asla seyretmedim.

Şampiyonluğun gittiği Sivas maçının son saniyesinde dandik bir gol yeyip de sakız çiğnemeye devam edeni, Ali Sami Yen'de oynanan Fenerbahçe maçını jübile maçıymış gibi oynayanı, tribünler yırtınırken yanlarına gitmeyi zül sanan 20 metreye pas atamayan kazmaları, en önemli maçın öncesinde kadroda değil diye Fenerbahçe Burnunda nargiler içenleri, maçtan sonraya randevu verip, maçın sonucu ne olursa olsun programını uygulayanları, taraftara küsen kaptanı, gol atıldığında fazla sevinmeyip, gol yendiğinde hiç üzülmeyeni, bir hata yapmış, gol yedirmiş arkadaşını kurtarmak için insan üstü futbol oynamayanı, gol atıldığında somurtan yedek kulübesini, Fenerbahçe'yi şampiyon yapmak için her yolu deneyenleri, bir maçı alsa, 100 metre daha fazla koşsa, bir gol fazla atsa şovun içinde kalabilecekken ölü gibi oynayanları, velhasıl en az Galatasaraylı'yı bünyesinde barındıran bir takımı ben 40 sene sonra, veda senemde seyretmiş oldum. Canları sağ olsun.

Galatasaray'ı sevdirenleri de yazdık bu sütunlarda, futbola lanet ettirenleri de. Gözümüzde büyüttüğümüz bi bok olamayanların foyalarını ortaya çıkarttık. Bütün maçları sıcağı sıcağına Ali Sami Yen dışına, taraftar gözüyle ilettik. Tabelayla işimiz 40 sene boyunca olmadığı gibi yazdığımız son 2 sene içinde de olmadı. Şampiyonlukları, kupaları, destanları da canlı yazmak isterdim, Arsenal maçını yazmak isterdim mesela. Real Madrid maçını. Unutturdular, Şampiyonlar Ligi'ni biz kurmuştuk oysa, bizi de unuttular.

İsteseydim tarafsız görünür daha fazla insan tarafından okunabilirdim. Ama baştan söyledim tarafım, hatta tarafsız insanlardan nefret ederim. Sadece futbolda sporda değil, yaşamın her alanında en az iki kişi karşı karşıya gelmişse ben mutlaka tarafımdır. Tarafım diye, haksızlıklara seyirci kalamam. Benim taraf olduğum takım haksız yere maç kazanırsa en başta ben kabul etmem. Bir Fenerbahçeli blog yazarının sitesine girmem, girsem de yüzüm buruşur hemen uzarım. Aynı şekilde benim yazdıklarımı okuyan Fenerbahçeli'lerin bıraktıkları notlara cevap yazmayı, hatta onlala tartışmayı gereksiz bulurum. Dolayısıyla kendi bloğumuzu Galatasaraylı diye adlandırabiliriz. Anadolu takımlarına sempatiyle bakarım ve Şampiyon Bursaspor'u da bağrıma basarım.

Veda etmemin iki ana sebebi var.

Birincisi artık yoruldum, her maçı aynı ciddiyetle seyredeceğimi sanmıyorum. 40 yıl aralıksız 1000 den fazla Galatasaray maçını canlı seyrettim. Söyleyeceklerim de hemen hemen bitti. Bundan sonrakiler tekrara girecek.Çok basit bir futbol oynayan takımım olsun istedim. Kalecim degaj yapmayacak, oyun geriden kurulacak, takımda kazma futbolcu bulunmayacak, hep beraber ağlayıp, hep beraber sevinebilecek bir futbolcu gurubu olacak, rastgele orta yapılmayacak, uzun ve yoğun pas trafiğiyle oynanacak. Ne yazık ki umudum yok artık. Yine de veda etmeyecek kapıyı açık bırakacaktım. Seyretmediğim son maçımızın kadrosuna baktım, liderken yazdığım bir yazımı gözden geçirdim. ''Eğer son maçımızda kadroda Gökhan Zan, Servet, 16 numara ve Topal varsa bilinki 3. lük maçı oynuyoruz'' demişim. Dünkü maçın kadrosunda Emre Aşık'ı görseydim yine de ayrılmayacaktım aranızdan. Sana da yazıklar olsun diyorum Surinamlı, adam değilmişsin. Şu son maça şu kadroyla çıktın ya sende bi bok bilmiyormuşun. Ben yine de aradan Emre Aşık'ımıza güzel futbolcumuza sevgilerimi, minnetimi, teşekkürlerimi iletiyorum. Yolun  bahtın açık olsun göklerin hakimi.

İkinci sebebim de uzun yıllardır araştırmalarım vardı. Bu sene son buldu. Artk eminim, bizim seyrettiğimiz takımlar, bizim taraf olduğumuz takımlar  bu seyrettiklerimiz değil. İş tam bir şebeke işi. Bu sene Fenerbahçe'yi şampiyon yapmak üzere kurulmuş şebeke. Şimdi zıplayan çıkar, yanıldılar diye. Her şey kurulmuştu, o kadar gol pozisyonuna Fener bir sezon boyunca girmemişti. Onlardan biri girse tam isabet olacaktı. Sigorta için Galatasaray'ı bile mağlup getirtip, Beşiktaş'ı dirilttiler. Ne olur ne olmazdı, Trabzonspordan'da imalat hatası biri çıkardı. Nitekim kaleci  Onur çıktı, Egemen, Giray çıktı, geleceği  karanlık çocukların. Bu ihanetlerini! asla unutmayacaklardır. Şebeke liderleri beni futboldan, daha özeli Galatasaray'dan soğuttular. Dolayısıyla içimden yazmak gelmiyor.

Benden yazı var mı diye boşu boşuna tıklama yapmayın çocuklar. Bir daha alamazlar, benim yetmez de umarım sizin ömrünüz yeter yenisini getirtmeye. 10 sene önce alınan bu kupanın hatırına her 10 sene de bir bu büyük günü şanla şerefle anın. Yönetim kademelerine girin, kulübü soygun  düzeninden kurtarın, şampiyonluklar sırayla dağıtılıyor, Boklu Dere tarafı seneye işi son maça bırakmaz, siz sonraki seneyi bekleyin.                     

1000. yazı olarak, 17 mayıs günü son yazımı bırakıyorum sonsuzluğa. 10 sene önce bizleri Parken Stadı'nın kale arkasında ağlatanları bir kez daha minnetle, şükranla anarak huzurlarınızdan ayrılıyorum.Yazdıklarımı  okuduğunuz, yorum yazdığınız, beni bi bok sanıp saygı gösterdiğiniz için teşekkürler. Hakkınızı helal edin.

Ne Mutlu Galatasaraylıyım Diyene,

Elveda,

Eski Tüfek Derki; Hıyar Akçesiyle Alınan Eşeğin Ölümü Sudan Olur



Dünkü neşeli halleri değerlendirmeden önce, ne demiştik zamanında? Bir bakalım...

''Gariptirler, acaiptirler, bir buçuk atakla, 0,5 golle gelen başarılara taparlar. Kafaları çalışmaz sürüdür bunlar. Cannes Fransa'da 4 çakar, bir yöneticileri 5 atarız der, Papazın Çayırını hınca hınç doldurur 5 tane daha yerler.

Bir de efsane söylemleri vardır. Her şeyin olduğu gibi bunun da anlamını bilmezler. Bilmeleri de gerekmez çünkü penguen tarzı bir sürü psikolojileri vardır. Efsane bir anlamıyla gerçek olmayan gelenekten ve dillerden taşınarak gelen söylencedir. Bir diğer anlamı ile de, yakın ya da uzak geçmişte yaşamış kişi ya da yaşanmış olayın büyüklüğünü ifade eden bir şeydir. Bunların ki olsa olsa birincisi olabilir diyeceğim ama bunun olabilmesi için benim de bu toplumun bir ferdi olarak bu söylenceden haberim olsa gerektir. Oysa kerameti kendinden menkul bu zatların bu tevatürleri sadece kendilerinin bildikleri bir şey olması gerektir."

Peki başka bir zaman ne demişiz?

"Ama maçtan sonra "Bizim stadımızda böyle boklar olmuyor!" diyen yalancılık ve şerefsizliğe bir bak. Daha dün organize bir şekilde, misafir sıralarına dizilmiş sidik+ot karışımı torbaları hatırla, maça girişte-çıkışta gavur eziyetlerini, koridorda dövülen futbolcuları, Kadıköy ara sokaklarında erketeleri...

Bu sadece "kazan, kazan" mantığına endekslenmiş düzülmüş beyinlerin bir sonucu...

Başarın yok, tesadüfen alınan günlük avuntuların var. Üretimin yok, hap yapıp para kapma peşindeysen bir de avutman gereken koca bir güruh varsa elinden başka bir şey gelmez ki..."

Yalancılığı, dezenformasyonu, spekülasyonu bir yaşam biçimi haline getirenlerin, dünkü trajikomik hallerini gördüğümde, geriye dönüp düşünme ihtiyacı duydum. Bir spiker düşünün gördüğüne ve sahip olduğu enformasyon kaynaklarına değilde anons yapan bir adama inanmayı yeğliyor. Ne demeli? Sonra da ustaca bir manevra ile işin içinden sıyrılıyor. Dört dakika kalmış uzatmalar ile birlikte, kulağı diğer tarafta iken bir dakika içinde iki gol olduğunu duyuyor. Kaynak kontrolü yerine bir sürü zırva sıralıyor. Basketbol maçı olsa anlayacağım, anlayacağız...


Nasıl olsa bir günah keçisi var. Anons yapan beyimiz gitti, gider. Sonrası? Sonrası aynen devam...

Dün neler öğrendik? Ya da neleri anladık? Bu sorulara ilişkin benim söyleyeceğim tek bir şey var. Biz hiç bir bok öğrenemeyiz eğer düşünmek yerine güdülmeyi sürdürürsek? Eğer gelenek yaratamazsak öğrenmek için...

Şampiyonun 3 maçı hükmen 3 puan... Diğer takımların 2 maçı. Melih efendi başrolde. Ankaraspor'un düşüşü hiç konuşulmadı bu ülkede doğru dürüst. Melih Gökçek tarzı yok edilmedikçe spordan ve hayattan ileride neler olur göreceğiz...

Bursaspor'da hatırda kalan tek maç, hatırda kalan tek oyuncu olmayacak...

Rijkaard kötü hoca, Ertuğrul iyi hoca...

Ne demeli bilmem...

Sistem paraya dönüşebilecek herşeyin içini boşaltıp paraya çevirir. İşin aslı budur. Spor, Sanat, Politika farketmez. Önce isimlerin değişmesi gerekiyordu. Sonra sponsorlar olmalıydı her alanda. Olmalıydı ki göbeğinden bağlamalıydı herşeyi. Nasıl ki enteller yaratılmıştı aydın yerine. Şimdi de sanat, spor ve politika özünden ve anlamından uzaklaştırılmalıydı. Birden sanat dünyası yerini "gösteri dünyası"na bıraktı. Futbol "endüstriyel" futbol takımı ticarethane, seyirci "müşteri oluverdi. Evet artık yaptıkları sanat değil "gösteri"ydi. Sanat yapmak yerine gösteriyorlardı. Söylemeye gerek yok sanat her şöyden önce bir "duruş"tu bunu "kaçışa" dönüştürmeliydi. Evrensel boyutu yok edilmeli, bir eğlence ve "ara sıcağa" dönüştürülmeliydi. Ferhan Şensoy "Şahlarıda vururlar"dan sonra tiyatrosu yakılınca sadece gösteriyordu. Nurseli İdiz "küçük adam noldu sana"dan sonra sadece göstermeye başlamıştı. Herkes orasından burasından göstermeye başlamıştı. En çok gösteren en çok prim yapıyordu. Sporda, sinemada, resimde, şiirde, edebiyatta artık herkes gösteriyordu. Soytarılardan "talk show"cu, pelteklerden ve türkçe fukaralarından spiker, yer elması kılıklı patrondan "insan oğlu insan", Sesi olmayandan "şarkıcı" ya da "minik serçe",ortaokul bitirme özürlü bir serseriden "büyük taktik ustası" yada "imparator",iş takipçisi ve şantaj ustası adamlardan "gazeteci"yada"uzman yorumcu", spastik kurbağaya benzeyen bir adamdan "Türkiye'nin en çok izlenen haber programcısı" yapılabiliyordu. Yetmezdi düşünmeyi bile doğru dürüst beceremeyen "Erkek gördümmü bodoslama atlarım" diyen biri, kadın haklarının büyük savaşçısı ve hatta "yazar", cümle kurmayı bilemeyen adamlar "eleştirmen", mimiklerini kontrol edemeyen adamlar "yönetmen", Stephan Hawking'e "Debbet-ül arz" diyen bir avanak Marthin Luter olabiliyor, ekonomi profesörlüğü "borsa simsarlığı" yada "banka murakıplığı", sosyologlar yada iktisatçılar "savaş çığırtkanlığı"na denk düşebiliyordu.

Ama ben bunlardan en çok komedyen tayfasına ve mankenlere gülüyordum. Örneğin şu an kapalı gişe sanatçı(!) Cem Yılmaz paraları kendi yeteneği ile kazandığını sanıyor. Bense bunu çok komik buluyorum. Bütün bunlara bir hocamızın dediği gibi "Önce cep oyuyorlar ve içine çokça para koyuyorlar"dı. Gerek kalmayıncada fırlatıp atıyorlardı. Şu son on-yirmi yıla bakarsak görürüz ne çok idol yaratılmıştı bugün hatırlamakta güçlük çektiğimiz.


Dünden itibaren Fener taraftarına gülmeye başladım. (gerçi daha önce de farksızlardı) Bu beylere dünya futbolu ile kıyaslandığında beş para etmez şeyleri güzelce pazarladılar bir de üstüne üstlük dayak attırdılar, kandırdılar. Sevgilerinin paraya çevrildiğini görmeleri mümkün gözükmüyor gene de. Seneye aynı filmi izlemek istemiyorsanız aklınızı başınıza devşirin desem?

Komik bir öneri olur değil mi?

Çetin,