17 May 2010

Eski Tüfek Derki; Hıyar Akçesiyle Alınan Eşeğin Ölümü Sudan Olur



Dünkü neşeli halleri değerlendirmeden önce, ne demiştik zamanında? Bir bakalım...

''Gariptirler, acaiptirler, bir buçuk atakla, 0,5 golle gelen başarılara taparlar. Kafaları çalışmaz sürüdür bunlar. Cannes Fransa'da 4 çakar, bir yöneticileri 5 atarız der, Papazın Çayırını hınca hınç doldurur 5 tane daha yerler.

Bir de efsane söylemleri vardır. Her şeyin olduğu gibi bunun da anlamını bilmezler. Bilmeleri de gerekmez çünkü penguen tarzı bir sürü psikolojileri vardır. Efsane bir anlamıyla gerçek olmayan gelenekten ve dillerden taşınarak gelen söylencedir. Bir diğer anlamı ile de, yakın ya da uzak geçmişte yaşamış kişi ya da yaşanmış olayın büyüklüğünü ifade eden bir şeydir. Bunların ki olsa olsa birincisi olabilir diyeceğim ama bunun olabilmesi için benim de bu toplumun bir ferdi olarak bu söylenceden haberim olsa gerektir. Oysa kerameti kendinden menkul bu zatların bu tevatürleri sadece kendilerinin bildikleri bir şey olması gerektir."

Peki başka bir zaman ne demişiz?

"Ama maçtan sonra "Bizim stadımızda böyle boklar olmuyor!" diyen yalancılık ve şerefsizliğe bir bak. Daha dün organize bir şekilde, misafir sıralarına dizilmiş sidik+ot karışımı torbaları hatırla, maça girişte-çıkışta gavur eziyetlerini, koridorda dövülen futbolcuları, Kadıköy ara sokaklarında erketeleri...

Bu sadece "kazan, kazan" mantığına endekslenmiş düzülmüş beyinlerin bir sonucu...

Başarın yok, tesadüfen alınan günlük avuntuların var. Üretimin yok, hap yapıp para kapma peşindeysen bir de avutman gereken koca bir güruh varsa elinden başka bir şey gelmez ki..."

Yalancılığı, dezenformasyonu, spekülasyonu bir yaşam biçimi haline getirenlerin, dünkü trajikomik hallerini gördüğümde, geriye dönüp düşünme ihtiyacı duydum. Bir spiker düşünün gördüğüne ve sahip olduğu enformasyon kaynaklarına değilde anons yapan bir adama inanmayı yeğliyor. Ne demeli? Sonra da ustaca bir manevra ile işin içinden sıyrılıyor. Dört dakika kalmış uzatmalar ile birlikte, kulağı diğer tarafta iken bir dakika içinde iki gol olduğunu duyuyor. Kaynak kontrolü yerine bir sürü zırva sıralıyor. Basketbol maçı olsa anlayacağım, anlayacağız...


Nasıl olsa bir günah keçisi var. Anons yapan beyimiz gitti, gider. Sonrası? Sonrası aynen devam...

Dün neler öğrendik? Ya da neleri anladık? Bu sorulara ilişkin benim söyleyeceğim tek bir şey var. Biz hiç bir bok öğrenemeyiz eğer düşünmek yerine güdülmeyi sürdürürsek? Eğer gelenek yaratamazsak öğrenmek için...

Şampiyonun 3 maçı hükmen 3 puan... Diğer takımların 2 maçı. Melih efendi başrolde. Ankaraspor'un düşüşü hiç konuşulmadı bu ülkede doğru dürüst. Melih Gökçek tarzı yok edilmedikçe spordan ve hayattan ileride neler olur göreceğiz...

Bursaspor'da hatırda kalan tek maç, hatırda kalan tek oyuncu olmayacak...

Rijkaard kötü hoca, Ertuğrul iyi hoca...

Ne demeli bilmem...

Sistem paraya dönüşebilecek herşeyin içini boşaltıp paraya çevirir. İşin aslı budur. Spor, Sanat, Politika farketmez. Önce isimlerin değişmesi gerekiyordu. Sonra sponsorlar olmalıydı her alanda. Olmalıydı ki göbeğinden bağlamalıydı herşeyi. Nasıl ki enteller yaratılmıştı aydın yerine. Şimdi de sanat, spor ve politika özünden ve anlamından uzaklaştırılmalıydı. Birden sanat dünyası yerini "gösteri dünyası"na bıraktı. Futbol "endüstriyel" futbol takımı ticarethane, seyirci "müşteri oluverdi. Evet artık yaptıkları sanat değil "gösteri"ydi. Sanat yapmak yerine gösteriyorlardı. Söylemeye gerek yok sanat her şöyden önce bir "duruş"tu bunu "kaçışa" dönüştürmeliydi. Evrensel boyutu yok edilmeli, bir eğlence ve "ara sıcağa" dönüştürülmeliydi. Ferhan Şensoy "Şahlarıda vururlar"dan sonra tiyatrosu yakılınca sadece gösteriyordu. Nurseli İdiz "küçük adam noldu sana"dan sonra sadece göstermeye başlamıştı. Herkes orasından burasından göstermeye başlamıştı. En çok gösteren en çok prim yapıyordu. Sporda, sinemada, resimde, şiirde, edebiyatta artık herkes gösteriyordu. Soytarılardan "talk show"cu, pelteklerden ve türkçe fukaralarından spiker, yer elması kılıklı patrondan "insan oğlu insan", Sesi olmayandan "şarkıcı" ya da "minik serçe",ortaokul bitirme özürlü bir serseriden "büyük taktik ustası" yada "imparator",iş takipçisi ve şantaj ustası adamlardan "gazeteci"yada"uzman yorumcu", spastik kurbağaya benzeyen bir adamdan "Türkiye'nin en çok izlenen haber programcısı" yapılabiliyordu. Yetmezdi düşünmeyi bile doğru dürüst beceremeyen "Erkek gördümmü bodoslama atlarım" diyen biri, kadın haklarının büyük savaşçısı ve hatta "yazar", cümle kurmayı bilemeyen adamlar "eleştirmen", mimiklerini kontrol edemeyen adamlar "yönetmen", Stephan Hawking'e "Debbet-ül arz" diyen bir avanak Marthin Luter olabiliyor, ekonomi profesörlüğü "borsa simsarlığı" yada "banka murakıplığı", sosyologlar yada iktisatçılar "savaş çığırtkanlığı"na denk düşebiliyordu.

Ama ben bunlardan en çok komedyen tayfasına ve mankenlere gülüyordum. Örneğin şu an kapalı gişe sanatçı(!) Cem Yılmaz paraları kendi yeteneği ile kazandığını sanıyor. Bense bunu çok komik buluyorum. Bütün bunlara bir hocamızın dediği gibi "Önce cep oyuyorlar ve içine çokça para koyuyorlar"dı. Gerek kalmayıncada fırlatıp atıyorlardı. Şu son on-yirmi yıla bakarsak görürüz ne çok idol yaratılmıştı bugün hatırlamakta güçlük çektiğimiz.


Dünden itibaren Fener taraftarına gülmeye başladım. (gerçi daha önce de farksızlardı) Bu beylere dünya futbolu ile kıyaslandığında beş para etmez şeyleri güzelce pazarladılar bir de üstüne üstlük dayak attırdılar, kandırdılar. Sevgilerinin paraya çevrildiğini görmeleri mümkün gözükmüyor gene de. Seneye aynı filmi izlemek istemiyorsanız aklınızı başınıza devşirin desem?

Komik bir öneri olur değil mi?

Çetin,

1 yorum:

hadesperado dedi ki...

Çetin abi özlemiştik, hürmetler. Yazını ilk gün okudum ama vakit darlığından bugün yazabildim.

Açıkçası Nazmi abinin gidişi üzerine buraya hiçbirşey olmamış gibi bişeyler yazmak içime sinmiyor.

Yanlış hatırlamıyorsam FR'nin geldiğini öğrendikten sonra özellikle sizler gibi eski tüfeklerin yavaştan uzaklaşmaya başladıkları tribünlere/futbol ortamlarına yeniden dönüşünü anlatıyordu Nazmi abi... şimdi ise gidişleri konuşuyoruz maalesef.

evet hayalkırıklığı yaşadık ama böyle olmamalı ya. bakın yorum kısmına ne yazmışım bir ay önce:

http://mahalletakimi.blogspot.com/2010/04/bi-bok-sandklarmz-fabio-bilica.html

yine de tüm bu pisliklere kokuşmuşluklara rağmen ufak da olsa öyle veya böyle bir adalet bekliyorum, Allah'ın sopası yok...

ve o terör yuvasında neler yaşandı gördük, kendi pisliklerinde boğuldular, açtıkları çukurlara girmek istediler rezilliklerinden...

diyeceğim şu ki bırakmayın, en umutsuz anımızda bile Gica'nın ne dediğini benden daha iyi biliyorsunuz. Galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır. Biz varız. Siz de bizi yalnız bırakmayın şunların arasında.