17 Kas 2016

Cüneyt Çakır; EUC Hakemi



Hiç bir husumetim yok, bana küfür etmedi, 1 lira zarara uğratmadı, yani babamın oğlu değil. Öyleyse aklı vicdanı hür bir Galatasaray'lı olarak çok rahat hükmümüzü verebiliriz.

Cüneyt Çakır ülkemizin gelmiş geçmiş en kötü büyük maç hakemidir.

Rasim Ozan Kütahyalı duysa haydaaaaa, derdi, biz başka birileri daha der zannıyla lafımızın arkasına geçip, savımızı ispatlamaya çalışacağız.

EUC Hakemidir( Bakınız google EUC Hakemleri)

Yani takımı yoktur, büyük maçın nasıl bitmesi gerektiği kendisine tebliğ edilir, en yüksek maç notunu alarak maçı istenildiği gibi bitirir. Global Kraliyet Kardinalizmi misal Fenerbahçe-Galatasaray maçı 4-3 bitecek dese, maçı 4-3 bitirir, 100 kamerayla takip etsen nafile tek bir hatasını bulamazsın. Maçtan sonra bütün zift kanallarının hakem maymunları 50 şer defa ağır çekim pozisyonları izleyip yorumlasa, her hangi bir kararında mutabık kalamazlar.

Kesin bilgiye sahip değilim, ne var ki hayatımı ortaya koyarım. Topla oynama süresi en az olan büyük maçın hakemi Cüneyt Çakır olmalıdır. Avantaj uygulamaz, en çok düdüğü o çalar, dolayısıyla onun yönettiği maçta oyun sık sık durur. Çok rahat penaltı çalar. Acımaz, ben bilmem ağalarım bilir der. Çalması gereken bir düdükle kıyametin kopacağını bilse o düdüğü çalar.

Not alın, beni hatırlayın. Kronometre tutun. Ceza sahası civarında problemli itirazlara açık bir düdük çalmasın. Olay yerinden uzaklaşır, kavga, itişme didişme, küfürleşme bitince sarı kartlarını çıkartır. Topu daire içine alır, düdüğümü bekle der. 9.15 i adımla sayar. Ben hakem bakanı olsam mesafeyi adımla sayan hakeme bir daha maç vermem. Yüzlerce defa faul çaldın, baraj kurdurdun, antrenman yaptın, hala göz kararı mesafeyi hesaplayamıyorsan yazıklar olsun.  İtiş kakış barajı açar önüne çizgiyi çizer( Yüzde bir milyon çizgi yamuktur 1 metre düz çizemez) gitti 1.5 dakika, durun ritüel sona ermedi henüz. Diyagonala geçer, çevre kontrolu yapar, düdüğü çalar. Bir faul atışını 2 dakikadan önce kullandırsın, bu bilgisayarı rakıya meze yapar, çatır çatır yerim.

Cüneyt Çakır'ın yönettiği bizim maçta faul olduğu zaman canımdan can gider. 10 faul çalsa 20 dakika uzatma vermesi lazım, ne gezer. Maç en fazla 42 dakika oynanır. Her şeyi görür, 40 kartal gözü vardır. Cüneyt Çakır'ın görmedim dediği pozisyon olmaz.

Mesele kuralları uygulayacak, oyun kuralı ihlalinde gördüğünü çalacak, özelde canlı, genelde televizyon başındakilere güzel bir maç izlettirecek hakem aransa, geçen Pazar, Başıbüyük Stadyumunda! oynanan Ataşehir Çamoluk- Yalova amatör maçını yöneten Levent Gümüşdere'yi maça atayabilirlerdi. Maç 4-0 bitti, topun oyunda kaldığı süre en az 75 dakikaydı. Toplamda en fazla 20 düdük çaldı 4 ü gol, 6 sı oyun başlatma, 2 si oyun bitirme düdüğü gerisini siz hesap edin. Yenilen takımın oyuncuları bile sanki hocam maçı biraz daha fazla oynat der gibiydi. Olmaz, öyle hakemler amatör maçlarda sürüm sürüm sürünecekler. Şebeke'nin kıdemli tetikçisi bir büyük maçın daha iğrenç bir maç olarak zapta geçirtilmesi için memur edilecek. Olacakları şimdiden yazalım, maçtan sonra kontrol ederiz.

1- Penaltı çalar
2- En az 5 sarı kart gösterir
3- Kırmızı kart gösterme ihtimali büyüktür.( emre göre olduğu için garanti veremiyorum)
4- Maçın topla oynama süresi 45 dakikayı geçmez.
5- Muhtemelen sezonun en kötü maçı olur.

Sözümüzü tekrarlayalım kapatalım. Belki de Avrupa ve Dünya kupalarında da aynı görevi yapıyordur. Tereyağdan kıl çeker gibi rahat maçları istediği gibi bitirir. Görüp görebileceğiniz en kötü büyük maç hakemidir.

14 Kas 2016

Fener Maçı Manifestosu.



Kafamıza huniyi geçirdik, uzun paltomuzu giydik, Rozinanta'ya binip elimizde mızrakla dört nala saldırıyoruz haramilerin, şövalyelerin, baronların değirmenlerine.

Öyle bir ön yargı ki tarihin bütün Don Kişot'ları bir araya gelsek yıkamayacağız. Maksat safımız belli olsun. İbrahim Peygamber için yakılan ateşe su taşıyan karıncayız. Varlığımız önce Vatan sonra Galatasaray varlığına feda olsun.

16 sezondur Fenerbahçe'yi Kadıköy'de yenemiyoruz. Öyle bir algı var ki sanki Ali Sami Yen'de, Arena'da da yenemiyoruz. Hatta sor bir ortalama Fenerliye berabere bile kalamadınız der. Kadıköy'de yenemediğimiz doğrudur. Peki bu periyotta ne olmuş ona bakalım. Neticesi 3 ihtimalli olan sıradan bir lig maçı. Kazansa Şampiyon olacağı sadece bir maç oynanmış, onda da Galatasaray Şampiyon olmuş. Madem ezici bir üstünlüğün var rakibine bak bakalım sportif üstünlüğün var mı? Bu periyotta alınmış en ağır hezimetin olduğu sezonu Galatasaray Fenerbahçe'nin 22 puan üstünde bitirdi desem Galatasaray'lı bile inanmaz.

Hayatını sadece Kadıköy'de Galatasaray galibiyetine kurmuş Şizofren, Başkanlık yaptığı sezonların en beterini 6-0 yendiği sezon yaşamış, Fenerbahçe sportif olarak Avrupa Kupası maçı oynayamamış. Galatasaray 16 sezon üst üste Arena'da Fenerbahçe'yi yenmiş olsa en az 10 Şampiyonluk farkı atardı. Eşi benzeri yok, hangi lig hangi takım olursa olsun, bir rakibini devamlı yeneceksin ve sportif olarak, kupa olarak o takımın altında kalacaksın. Benim gibi 40 deli bir araya gelse nafile. Anlatamazsın. Bir Fenerbahçeliyle tartışamazsın, üstünlük sağlayamazsın.

Peki ne oluyor, nasıl oluyor da Galatasaray 16 yıldır deplasmanda Fenerbahçe'yi yenemiyor? Yenmesi için ne yapmalı?

Aklı vicdanı hür bir Galatasaray Taraftarı olarak dosyayı açıyorum.

1- Futboldur, neticesi 3 ihtimallidir, belki de 16 değil 36 sene daha yenemeyebiliriz. Maç bizim için amaç değil araçtır. Amaç hasıl olduğu, kader bizi o maça bağladığı zaman da neler olduğuna, ampulleri patlayan projektörler,soyunma odası duvarları şahittir.

2- Bütün bir sezonu tek bir maça fiksleyip, nasıl olursa olsun yenilmemeye programlanıp algıyı sürdürüyorlar. Kadıköy'de yenilmemek onlar için galibiyettir. Galatasaray yenilmemeye oynasaydı, belki de hiç bir maçı kaybetmeyecekti. Her defasında yenmeye oynadığı için kaybediyor.

3- Kazanamadığımız 16 maçın en az 10 unu kazanabilirdik. Baros'un son saniyede vurduğu top direkten dönmese tarih 2-0 dan geriye muhteşem dönüşümüzü yazacaktı. 6-0 yenildiğimiz maçta bile 2-0 iken Arif'in topu direkte patlamasa aynı hezimeti onlar yaşayacaktı.Ben hatırlamıyorum Kadıköy'de yenemeyip de bir kupa, bir Şampiyonluk kaybettiğimizi.

4- Hakemler hiç bir maçı delikanlı gibi yönetmediler. Ben bu konuya girmeyeceğim, isterlerse bu hafta da yönetmeyebilirler. Hatta delikanlılarsa yönetmesinler. Ben hakemi de yenmeye gidiyorum.

5- Metafiziğe zerre kadar inancım olsa, büyüye Yüce Gök'e bağlayacağım da, bırakın bu safsatalara zır deli görünümlü en akıllı en güçlü Fenerbahçe'nin başındaki eşkıyalar inansın.

Fenerbahçe'yi nasıl yeneriz?

KADRO; Ben olsam, Muslera- Sabri, Ched, Serdar Aziz, Hakan Balta- Linnes, Tolga, De Jong- Sneijder- Podolski-Bruma ilk 11iyle çıkarım. Isınmaya sadece 11 i değil bütün takımı gönderirim.

OYUN PLANI; Önce 2 sağ bekle neden çıktığımı açıklayacağım. Hatta maçı 3 sağ bekle tamamlayacağım. Sağ tarafımız hücumda yok, bari savunmada tam randımanla oynatayım. 2 sağ beki kozmik odaya alırım. Sizden atak beklemiyorum, risk alan alsın, kim daha iyi oynarsa bir sonraki maç forma garanti. Sol açıklarını ceza sahasına sokmayacaksınız. Ciğeriniz patlayana kadar koşacaksınız. Yorulan işaret edecek, Hamit'le değişecek. Ben 2 numaralı formayı 14 km koşturacağım.

Muslera'ya da sözüm olacak. Yandan 2.5 metre civarında gelen topa sen çıkıyorsun, topun geliş yönünün ters kademesindeki beki ön direğe yolluyorsun. Topu uzun içeri sokmaya karar verdiğin zaman futbolcu bloğunun tamamını sağ tarafa yönlendir. Yani sahayı dikine ortadan bölen bir çizgi çek, sol tarafta kimse olmasın. Bruma'yı erketeye gönder, top bizde kalırsa, çok daha fazla boş alan bulsun sol tarafta.

Stoperleri ayrı çalıştırıyoruz.1.gün 2.5 metre yükseğe para dolu çantayı asıyoruz. Kafasıyla düşürebilen harcasın, helal olsun. Parayı kapmak için uzun yüksek atlama rekoru kırarlar. Bütün gün para kapma antrenmanı yaptırdıktan sonra bir odaya hapis yatırıyoruz. Aç susuz bırakıp ertesi gün aynı yüksekliğe yiyecek asıyoruz. Kafayla düşüremeyen aç kalsın, susuz kalsın. 3. gün serbest bırakıyoruz, gitsinler köye, dağa odun kessinler, ameliyat olup bacaklarına yay taktırsınlar.Maç günü kafileye yetişsinler. İlk toplara Serdar Aziz çıkacak, RVP'den başka tehlikeli adam yok, kafa topu vurdurmayacak, vurdurursa gol olmasa bile Florya'yı unutsun. Ben bu riski alamam diyorsa ben de almıyorum. O paraya 3 metredeki topa bile kafa vuracak adam bulurum.

Sol beke Hakan Balta'yı koydum. En tecrübeli Fenerbahçe maçı futbolcusu. Hücumu soldan yapacağımızı söyledik. İyi servis yapan, şut çekebilen, soğukkanlı, kafaya çıkabilen bir Hakan Balta, Carol'den çok daha etkin olacak.

Orta sahada ilk topa Tolga basacak, De Jong kademesinde olacak, bu ikili kadrajdan dışarı çıkmayacak. Top havadaysa bile gerekirse biri uçacak. Galatasaraylılık ne emrediyorsa o. Ben yapamam diyen ilk istasyonda trenden insin.

İki kazma stoperle oynuyorlar. Bruma'ya ekstradan birer tekmelik daha takın. Maçın başlarında üstlerine üstlerine dalsın, sarı karta zorlasın. Muhtemelen Tosiç gibi sarı kart, penaltı korkusuyla giremeyecekler, aynı tip bir gol bekliyorum. Tosiç kadar akıllı değillerse de erken sarı kart alırlar, penaltı yaptırabilirler, kendi kalelerine bile atabilirler.

Fenerbahçeli futbolcuları şuta zorlarım. Penaltı bile olsa şuttan korkmam. Muslera yemez. Yeter ki orta yaptırma.

Maçı 6 ya 6 oynamaya zorladık. Bizim en iyi 6 hücumda, onların en kötü altı 6 savunmada. Bundan sonrası cephe savaşı.

Göksenin Köksal bu hafta boyunca futbol takımıyla antrenman yapsın. Taktiğin % 90 ı motivasyon.

Geriye düşmeyi aklıma bile getirmiyorum, bu yüzden Eren Derdiyok'u oynatmıyorum. Orta sahada bittim diyenin yerine Sinan'ı sokuyorum.

TARAFTAR; Maça gidecek olan Büyük Galatasaray Taraftarının en azılı, en fedakar, en yiğit 2500 kişilik öncü birliği tribünlerde olacak. Tatbikatı Vodafon'da yaptılar,savaşa Ülker'de çıkacaklar.

Gazanız mübarek olsun çocuklar.

GÜZEL YAŞAMAYA DEVAM ET OĞLUM




Bertold Brecht’le dayanıştık. 
Ahmet Arif’in hasretinden prangalar eskittik, Bülent Ecevit’in allı yeşilli takalarına bindik, Can Yücel’le kafaları çektik. 
Kalktı göç eyledi Dadaloğlu, Aşık Veysel’in uzun ince yollarına düştü. 
Demokraisiyi Enver Gökçe gibi istedik, Akşam ninnisini Garcia Lorca’dan dinledik. 
Eğer’le bir şeyler öğretti filozof Rudyard Kipling. 
Metin Altıok’la yakıldık. Neyzen Tevfik’le küfür ettik.
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm diye kükrerken Karacaoğlan,
Nazım Hikmet’le öz yurdumuzdan atıldık. 
Uğur Mumcu’yla üç kuruşa satıldık
Salkım salkım ten yellerinde beklerken İstanbul Vedat Türkali'yi
İstanbul'u gözü kapalı dinledi Orhan Veli
Yaş 35 deyip ömrü kısaltırken Cahit Sıtkı Tarancı,
Ahmet Muhip Dıranas Fahriye Abla'ya gönderdi.
Nevzat Çelik’le sehpalarda şafak türküsü söyledik , Kemal Burkay’la gülümsedik. 
Ben ölürsem akşam üstü ölürüm dedi Ataol Behramoğlu, 
İstanbul’u dinleyen Orhan Veli, Aşiyan’da gömülü. 
Ömer Hayyam rubaileri okudu, Dünya’ya aşkı öğretti Şili’li Pablo Nerudo. 
Şaşkın Pir Sultan gafil gezdi, başımızı öne eğdirmedi Sabahattin Ali. 
Tavfik Fikret’le geçmişimize tutunduk, Yusuf Hayaloğlu’yla başkaldırdık. 
Hasan Hüseyin’le acıyı bal eyledik, Son sözümüzü işte böyle söyledik.

İyi ki doğmuşsun Genç Ağa.

Nazmi Hasdemir 14.11 201600


13 Kas 2016

18. Şampiyonluğun Kuyruk Acısı

ŞAMPİYONLUĞUN KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray, tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş, Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.

Galatasaray kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir sayarsak. 

Fatih Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar, önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış.  Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler bekliyordu. 

Taraf olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti, Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım.  Ya Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı. 

Takım, ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11 oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.

Kazım’a özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta, dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi. Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı. Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.

Bir maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı. 

Gaziantep maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

Bir sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets, Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından çıkardığı iki genci kazanmıştı…

Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16 yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının gözbebeği yaptın.

Futbol tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18. Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin muhteşem oldu. 

Bir büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş gelmiş sefa gelmişti. 

Engin Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş, yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı, kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi, takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.    

Rüya ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3 sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi. Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı. Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider, yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız takmıştı.

Maçlar yaşanmış, bitmişti. Bir Şampiyonluğun ötesinde, özlenen Şampiyonlar Ligi maçları beklenecekti artık. Şampiyon olmak, bir araçtı, Avrupa’nın o büyük Şampiyonlarını yenebilmek için Şampiyon olmaktan başka yol yoktu. Galatasaray Taraftarı başı dik yürümüştü, kupayı Saraçoğlu’nda alacağını söylemişti. Son dakikaları koma sarhoş, yerlerde sürünerek seyredebilmiştik, ömrümüzden ömür gitmişti, Galatasaray’ın canı sağ olsundu, yollarına gençliğimizi harcamıştık. Birkaç dakikanın lafı mı olurdu?

Kurulsun masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin kutlu olsun şanlı Galatasaray. 
     
Bunlar da il