13 Kas 2016

18. Şampiyonluğun Kuyruk Acısı

ŞAMPİYONLUĞUN KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray, tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş, Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.

Galatasaray kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir sayarsak. 

Fatih Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar, önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış.  Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler bekliyordu. 

Taraf olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti, Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım.  Ya Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı. 

Takım, ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11 oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.

Kazım’a özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta, dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi. Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı. Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.

Bir maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı. 

Gaziantep maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

Bir sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets, Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından çıkardığı iki genci kazanmıştı…

Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16 yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının gözbebeği yaptın.

Futbol tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18. Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin muhteşem oldu. 

Bir büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş gelmiş sefa gelmişti. 

Engin Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş, yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı, kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi, takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.    

Rüya ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3 sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi. Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı. Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider, yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız takmıştı.

Maçlar yaşanmış, bitmişti. Bir Şampiyonluğun ötesinde, özlenen Şampiyonlar Ligi maçları beklenecekti artık. Şampiyon olmak, bir araçtı, Avrupa’nın o büyük Şampiyonlarını yenebilmek için Şampiyon olmaktan başka yol yoktu. Galatasaray Taraftarı başı dik yürümüştü, kupayı Saraçoğlu’nda alacağını söylemişti. Son dakikaları koma sarhoş, yerlerde sürünerek seyredebilmiştik, ömrümüzden ömür gitmişti, Galatasaray’ın canı sağ olsundu, yollarına gençliğimizi harcamıştık. Birkaç dakikanın lafı mı olurdu?

Kurulsun masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin kutlu olsun şanlı Galatasaray. 
     
Bunlar da il

Hiç yorum yok: