1 Ara 2011

Taraftarlık; Bir Çocukluk Hastalığı

Futbolun patronları neyin peşindeler? Bu en kolay ve en güzel oyunu gerçek sahiplerinden alıp, başkalarına vermeye çalışmalarından acaba ne gibi bir çıkarları var? ortada 100 senede oluşmuş bir sevgi var, sevgi emektir, en çok emek neye geçmişse en çok sevilen o dur. Futbol bu  yüzden en çok sevilendir. Emeğe de saygıları  yoksa, kim bu gecekondumuzun camına taş atan sırça köşklerde oturanlar? Bizi niye ürkütüyorlar?

Bakıyoruz son yıllara ki- her yıl bir öncekini aratır niteliksizlikte- futbolumuzun dümenini doğal rotasının dışına doğru çevirme yarışındalar. Biz bu orta oyununda en önemli faktör olmamıza rağmen, her şey ısrarla bizim istemediğimiz, kabul edemeyeceğimiz, ve mutlaka bizim istediğimiz şekilde bitimleneceğinden emin olduğumuz şekilde gelişiyor.

Futbolumuzun motor gücünü oluşturan takımların tek bir sahibi vardır. O da kayıtsız, koşulsuz, okulsuz, seçimsiz kongresiz, o takımların büyük taraftarıdır. Taraftarı seyirciye dönüştürmek isteyenler, sırtlarında dinamit çuvalı taşımaktadır. Seyirci dediğin adı üstünde bir gösteriyi seyredendir. Seyrettiği şey devamlı iyi olmak zorundadır. Daha önce seyrettiğinden daha kötü bir sunum çıkarsa karşısına yapacağı şey çok basittir. Seyir mahalline gitmez. Taraftar için durum çok farklıdır. Taraftarın tribüne seyretmek için gittiği şey formadır. Formanın içindeki şahıslarla işi yoktur, tabela da yazan rakamlarla, seyrettiği şeyin hiç bir bağlantısı yoktur. Bir sonraki maç yine orada olacaktır.

Taraftarla seyirciyi ayıran en somut parametre de deplasmanlarda oynanan büyük maçlardır. Kadıköy'de maç seyretmeyen, Galatasaraylı, Sami Yen'de maç seyretmeyen Fenerli kendisine taraftarım demeye utanır. Ve bu taraftarlık denen şey de öyle sonradan takınılabilecek bir sıfat değildir. Taraftarlık, tastamam, babadan, akrabalardan, büyüklerden, ya da dönemin büyük futbolcularından, takımlarından, o takımların aldığı zaferlerden bulaşan bir çocukluk hastalığıdır.

Futbol ülkemize bu sene gelmiş olsa, hangi çocuk kimi seyredip de bu illete yakalanacak?, hangi taraftar baba aynı şevkle her hafta çocuğunu maça götürüp taraftar olması için baskı yapacak? Bütün takımlarımız sanki uzaktan birinin bastığı düğmeyle yönetiliyormuş gibi. Her sene 10 ar yabancı gelip, gidiyor, hiç biri tribüne yeni bir taraftar kazandıracak kalitede değil. Bütün büyük takımlar sözleşmiş gibi tek santraforla oynuyor. Langırt masası bile 2-5-3 dizilişiyle sahadayken, koskoca anlı şanlı takımlarımız ileride tek kişiyle oynuyor. Futbol sahaları 20 metre daha uzun olsa o tek kişiyi bile gol atmaya göndermeyecekler. Koskoca maçta taç atışı, geriye garanti pas, ileriye kaleci degajı seyrediyoruz. Gol, kombine, çalışılmış bir atakla değil langırt futbolcularının tesadüfen dokunuşlarıyla oluyor çoğu kez. Gol olduğunda, maksat, yiyen için 2. yi yememek, atan için gole yatmak. Golü yiyen maça ortak olma durumunu devam ettirmek için 2.yi yememeyi yeğliyor. Ancak bir futbol takımı olduğunu 2-0 geriye düştüğünde hatırlayan hoca, golü düşünmeye başlıyor, ve hücum oyuncusu oyuna sokuyor. Böyle bir futbolu taraftardan başka kimse seyretmez. Onu da stada almamak için bin türlü yol arıyorlar, ve ne yazık ki bulduklarını sanıyorlar.

Haftaya  adı  büyük bir maç var. Ülke futbolunun ANAMAÇ'ı. Monşerler aralarında anlaşmışlar. Arena'ya Fenerbahçe taraftarı gelemeyecekmiş. Evet haklılar, Fenerbahçe taraftarı gelmeyecek, ama Fenerbahçe seyircisinin gelmeyeceğini kim garanti edecek? Nitekim İnönü'de çok sayıda Galatasaray taraftarı, seyirci sıfatıyla maç seyretti. Muhtemelen çok sayıda Fenerbahçeli o gün o stadyumda olacak. 40 yılını tribünlerde geçirmiş bir Galatasaray taraftarı olarak çok net konuşuyorum, Fenerbahçe'yi benim kadar sevmeyen biri daha yoktur aralarında. Aynı zamanda Arena'da Fenerbahçe taraftarının olmayacak olmasına da benim kadar isyan eden de çıkmaz. Aslında bir taraftan, deplasman taraftarının, kendilerine ayrılmış yerini oraya gitmeyen birine gösterseler bu kararı alanlar haklıdır diyen çok olur. Stadyumun en kötü yeri orasıdır. Paravanlarla çevrilmiş, tellerle kuşatılmış, sık ağlarla kaplanmış, pis camlarla önü kesilmiş bırakın insanı hayvanın bile orada 3 saat duramayacağı yere tıkıştırılmış, maça ilk gelen, saatler sonra çıkan, normal bir insanı psikopat yapacak bir atmosfer var o bölgede.  Maça gelmek büyük ızdırap, çıkmak daha büyük işkence. Nereye oturursan, lafın gelişi nerede dikilirsen dikil sahanın tamamını göremezsin. Sesini duyuramazsın, tamamen insan hakları ihlaline uğrarsın deplasmana gidersen. Ama dedik baştan, deplasmana giden seyirci ise, kendi takımına ayrılmış tribününe asla gitmez, oraya gidenler, işte taraftar dediğimiz, gitse gittiğine pişman olan, gitmese vicdan azabı duyan gönüllü birliktir. Böyle bir yerde maç seyretmeye, deplasman seyircisinin maçta denmesine benim  de gönlüm hiç razı değil. Ne var ki maça gitmeyi yasaklayanları sebebi, gelenlerin memnuniyetsiliği falan değildir. Ortada bir memnuniyetsilik yoktur çünkü taraftar için.

Ben razıyım bir taraftar olarak. Biz başlatalım kavgaysa kavgayı, barışsa barışı. Güney tribününü Fenerbahçe taraftarına ayıralım. Yeni nesil bilmez, büyük tribün atışmaları, unutulmaz tribün tezahüratları hep böyle bir ortamda çıkmıştır.  Maça gelecek 10.000 Fenerbahçe taraftarı, aynı zamanda 45.000 büyük Galatasaray taraftarının maça gelmesini sağlayacaktır. O  atmosferde oluşacak şov bir sonraki maçlara taraftar kazandıracaktır. Hiç bir Fenerbahçeli ibaresi olmayan stadyum, Galatasaraylıya da hiç bir zevk vermez. Kendi kendine konuşan, bağıran, sevinen 50.000 deliden bir farkımız olmaz.              

Güvenlik sorunu var diyenler çıkıyor. Esas güvenlik sorununu 50.000 kişinin önünde, kafese sokulan, hayvan muamelesi yaptıkları takımının en azılı, en çapulcu, en fanatik 1000 kişi çıkartıyor. 10.000 kişi maça gelse o 1000 kişi aralarında asimile olacak, en fazla yoğun trübün tezahüratları, şovları olacak. Bir sonraki derbi maçta, bu kez Galatasaraylılar daha iyi şov hazırlayacaklar. Bu atmasfori televizyondan izleyen milyonlarca seyirci de, stadyumlarda olabilmek için imkanlarını zorlayacak, taraftar olabilmek için yarışacaklar.

Futbolu yönetenlerin bizim bilmediğimiz bir planları varsa yol yakınken yanlışlarından dönsünler. Kurbağayı kaynar suya attılar, hemen zıplar çıkmasını biliriz biz. Yok ateşi kısık tutarız, yavaş yavaş mayıştırır öyle haşlarız diyorlarsa son sözümüz onlaradır. Eğer biz maça gitmezsek, sizin bu sunduğunuz futbolu seyretmeye gidecek seyirci bulamazsınız. O güzelim anlı şanlı statlara gidecek, kombine alacak 40-50.000 müşteri bulamazsınız demiyorum, bulursunuz. Statü sahibi gözükmek isteyen çok daha fazla insan var. Ama onlar maç seçerler, kötü futbol oynatırsanız maça gitmez, gitse bile maça gitti gözüktükten sonra devre arasında çıkar gider. Hiç birimiz maçta olmasak bile o tribünler bizimdir, 100 senede oluşturduğumuz tribün kardeşliğimizi, 1 senede bozdurmayız. Biz maça takımı mutlaka muzaffer görmek için gitmiyoruz, biz tuttuğumuz takımları şampiyon olsunlar diye sevmiyoruz. Herkes gider biz kalırız, biz taraftarız.

Çocukluk hastalığına yakalanmışız, bu hastalık geçmez, iyileşmez. Yaramıza ilaç yoktur, bu bir aşktır. Bizi rahat bırakın da hastalığımızı başka çocuklara bulaştıralım.

Hiç yorum yok: