Kadınların, egemenliğimizi sürdürebildiğimiz tek yere, son kalemize yani statlara tebelleş olmaları hep o küfüre son vereceğiz saçmalığıyla başladı. O kampanyayı başlatanlar da, bunları futbol maçlarında bile başımıza saranlar da Allah'larından bulsunlar…
Nereden baksan manasız , neresinden tutsan elinde kalan bir mantık. Üç-beş tane kadını, kızı gördük diye kavgamızdan, küfrümüzden vazgeçecek kadar zayıf karakterli insanlar mıyız biz? İradesiz miyiz yani?…
Bu tribünleri dolduran abiler evde annelerinin, karılarının, kız kardeşlerinin yanında küfür etmiyorlar mı? Sokaklarda arkadaşlarıyla dolaşırlarken bir yandan etrafa balgam saçıp bir yandan da içinde noktalama işareti kullanmak yerine "a..na koydukları" derin cümleler kurmuyorlar mı? Sanki bütün erkek milleti her yerde;
"Aman etrafta aile var mı acaba?" …
diye tedirgin dolaşıyor da statta dikkat edecek. Hey Allah'ım yaa!...
Tamam, erkekler bazen kadınların yanında doğru dürüst davranırlar. Ve sanki doğuştan İngiliz centilmeniymiş de bir kaza eseri Türkiye'de yaşamak zorunda kalmış havalarına girerler. Ama yanında bulununca insanı kibarlaştıran o kadın ya patronları, herhangi bir hiyerarşide üstleri, ev sahibeleri filan olacak ya da çok güzel…
Yani baktığın zaman aklına bin türlü muzırlık getirecek ve erkeğe;
"Ben var ya; bununla baş başa iki saat geçirebilmek için adam bile olurum anasını satayım!" ..
dedirtecek bir kadın...
Haydi diyelim ki, şansın yaver gitti ve öyle bir güzele tribünde rastladın. O kadar insanın arasında istediğin kadar nazik ol. Küfür etme… Elini, kolunu hatta bacağını kullanarak rakip tribünlere onları ne kadar arzuladığını anlatan duygusal hareketler yapma… Sahaya bir küçücük bozuk para bile atma… Kadını da etkile.. Ne olacak? Ne yapabilirsin yani?
Hiç…
O yüzden tribünde ince davranmanın esprisi de, gereği de yoktur erkek için. Menfaatin bulunmuyorsa, ne diye kibarlık yapacaksın ki? Lüzumsuz bir şey…
İnsanlar; erkekler yani, haftalarca bekledikleri bir maçta hele ki bu derbi filan gibi önemli bir maçsa yanlarında değil herhangi bir kadın, Rahibe Teresa, Meryem Ana, Rabia Hatun olsa sallamazlar. Olması gerekeni, aklın, mantığın emrettiğini yapar, yani içlerinden geldiği gibi davranırlar. Küfür ederler kısacası küfür…
Hem, "Gelin Çiçek Derelim,Rakiplere Verelim" şarkıları söyleyip cici çocuk olacağız da ne olacak? En iyi olasılıkla, insanımızın yaratıcılığını engelleyeceğiz, onun coşkun yeteneklerinin önüne bir bent çekeceğiz. Olacak olan bu…
Evet, şimdi alt tarafı küfürlü şarkılar söyledikleri için "Tu kaka" denilen tribünler, edebiyatımızın keşfedilmemiş, gizli kalmış yetenekleriyle doludur. Aysel Gürel'in, Ülkü Aker'in söz yazabilmek için günlerce kıvranacağı besteleri al, kahvede pişpirik oynayan, okeye dördüncü arayan kafası güzel üç tane ağır taraftar abinin önüne koy;
"Babalar, bu tezahüratın yarınki maça yetişmesi lazım! Size güveniyoruz." ...
de ve ondan sonra otur seyret.
Hece veznine uygun, kafiyesi yerli yerinde, içinde aşk da, şiddet ve cinsellik de yer alan güfteyi -aynı hayat gibi işte - iki saat içinde hazır etmezlerse bir daha maça gitmek nasip olmasın. Karacaoğlan gibi adamlar bunlar. Kalender, çelebi, aşık ve de şair. O rahmetli de bu devirde yaşasaydı, büyük ihtimal üç büyüklerden birinin Kapalısı'nda yerini alırdı bence. Tribünün kenarda köşede kalmış bu halk şairleri bugüne kadar bilumum müzik ödüllerinin "En İyi Söz Yazarı" kategorisinde bütün ödüllere ambargo koymamışlarsa tamamen efendiliklerinden, alçak gönüllülüklerindendir. Tabii bir de sahipsiz olmalarından…
Tamam, hadi onlar kabiliyetli. Koskoca bir kitlenin içinde, alt alta üç-beş dizeyi yazabilecek yetenekte bir iki insan elbette çıkar. Doğru…
Peki; bu kahve köşelerinde hazırlanmış şarkıların ömürleri boyunca 3-5 saat müzik eğitimi ancak almış, hatta onu bile görmemiş on binlerce kişi tarafından herhangi bir müzik aletinin eşliği dahi olmaksızın hep bir ağızdan ve dosdoğru bir sesle söylenmesi meselesini ne yapacağız?
Yok yok…Biz milletçe yetenekliyiz bu sanat manat konularına. Tribünde, şurada burada işimize yarayacağını bilsek, el ele tutuşup bale bile yaparız istesek. Ama uğraşmıyoruz…
Evet, tribünde kadın, küfürsüz toplum fetişizminden önce de vardı ama onlar bizim gözümüzde kadın değildi ki. Biz de onların gözünde erkek değildik zaten. "Omuz omuza" diye birlikte yırtınan, "Pınarbaşı"nı birlikte çeken, takım'ın çıkış tünelinde görünme saati geldiğinde meşale ve sis bombalarından korunmak için atkılarla yüzünü peşmergeler gibi saran aynı cins canlılardık. Belki aramızdaki tek fark, onların atkılarına bizden biraz daha fazla parfüm sıkıyor olmalarıydı…
Ama şimdi, sırf moda diye, televizyon onları gösteriyor diye, kocası haftada bir kez de olsa huzurlu birkaç saat geçirmesin diye, "Ama Ayşe Hanım da gidiyor" diye, saçları bir kavanoz jöleli, pür makyajlı, türbanlı, dekolteli, kameramanın dikkatini çekmek için kuaförden çıkıp gelmişi, futboldan anlayanı, anlamayanı, aptal aptal sırıtanı, somurtanı...Yüzlerce kadın istila etti mabetlerimizi. Ya arkadaş, biz sizinle birlikte ağdacıya geleceğiz diye tutturuyor muyuz? Orası da bizim mahremimiz işte…
"Kız Sema maça gidelim mi? Hem bayanlara bedavaymış?"
Bedavaysa gidin tabii. Gerçi halk kütüphaneleri de ücretsiz, ama oralara uğramak hiç aklınıza gelmiyor. Orada televizyon kamerası yok ama değil mi? Aklınıza ayrıca;
"Ulan biz eksik insan mıyız? Biz de bireyiz. Neden bizden para almıyorsunuz?" …
diye sormak da gelmesin. Gidin gidin…
"Yaa anne yaa İlhan Mansız çok yakışıklı ama! Ne olur gitsem?" …
"İyi iyi tamam git. Ama Firdevs ablangile söyle de beraber gidin. Hem onun oğlan statta çalışıyor.Başınızda erkek olur. Ben de dolma sarayım size. Yersiniz açık havada." …
Sar annesi sar. Onlara dolma, bize de kalınından birkaç sigaralık sar… Bu kepazelik normal kafayla çekilmez çünkü. Ha, kız evden çıkmadan;
"Bana bak! Elletmeden gelin haa" ...
nasihatini vermeyi de unutma. Ne olur ne olmaz…
Bunlar tribünde de başka bir alemdir. Bir kere müzik kulakları yoktur. Tezahüratın ne melodisine ne de sözlerine uyamazlar. Zaten kadınların normal zamanlarda da şarkı sözlerini ya hiç anlamama ya da yanlış anlama gibi bir problemleri vardır. Bu durum statta iyice su yüzüne çıkar. Sonra, illa ki el çırpar, alkış tutarlar. Sanki bir şarkıyı alkış eşliğinde söylemezlerse günaha girecekler…
Tribün adamları, amigolar çaresiz çabalar içinde;
"Arkadaşlar, hanımlar, sözlü kısımlarda alkışlamayın sadece söyleyin. Ses boğuluyor, hiçbir şey anlaşılmıyor." ...
diye yırtınırlar. Ama nafile, hanımlar tınmazlar bile. Onlar, kendileri eğleniyorlar ya yeter...
Büyük bir kısmı sahada olup biten dışında her şeyle ilgilenirler. Sırıtarak stadı seyredenler mi ararsın. Yanındaki erkeğe inadından maça gelen, ama daha kapıdan girdiği anda pişman olduğu için surat asan mı istersin. Hepsi bir arada bulunurlar. Bir de soru sormayı kendine asli vazife edinenler vardır;
"Kemal, bu maçı hangi kanal veriyor?" ...
Kemal belli belirsiz bir fısıltıyla ve hoşnutsuzluğunu belli ederek cevap verir. Çünkü, soruyu yanıtlarken biraz istekli davransa, bu soru-yanıt faslının ardının arkasının gelmeyeceğini gayet iyi bilir. Ama ne kızın öğrenme azmi, ne de Kemal'in çilesi bitmez;
"Ay keşke bir kartona maç Zart TV de izlenir diye yazsaydık. O zaman kamera bizi de çekerdi dii mii Kemal?" …
Kadın kadına gelenler de olur elbette. Bu gruplar genellikle annelerinin evde yapacağı haftalık Pazar temizliğinden kaçan genç kızlardan, kocaları şehir dışında bulunan ev kadınlarından ve sayıları çok az da olsa futbolu gerçekten seven hanımlardan oluşur. Muhabbetleri de daha değişiktir;
"Hii! yabancı takımın 4 numarasına bak, nasıl yakışıklı. Yoksa bu bizim takım mıydı? Çok tatlı bee!" …
"Aaa, Ümit'in saçları kısaymış! Televizyonda daha uzun duruyordu. Sence briyantin mi sürmüş yoksa jöle mi?" …
"Hasan'ın kafası da pek söbüymüş kız! I-ıh uzatsın bu çocuk saçlarını… Yakışmamış böyle dazlak."..
Hayatın her alanında olduğu gibi statlarda da susacakları yeri bilmezler kadınlar. Bazen bir futbol karşılaşmasını izlerken insanların siniri bozulur. Maçın ortaları gelmiş ama henüz gol olmamışsa mesela. Durum kritik, herkes gergindir böyle bir anda. Tam millet homurdanmaya, protestolara filan başlayacakken; rakip kaleye yakın, tehlikeli bir yerde faul olur. Hakem düdüğü çalar. İnsanlar ayaklanır ve zerre kadar merak duymadığı bir gösteriyi izlemekten bunalmış olan kızımız sorar;
"Kemal, ne oldu?" ...
Kemal' in aklı ve gözleri sahadadır;
"Çift vuruş oldu güzelim!" ...
"Kemal, sen de yap!" …
"Ne yapayım canım?" …
"Çift vuruş yap!" ...
"…………..?" ….
"Eve gidince çift vuruş yap Kemaaaal! Tamam mı! Hi hi hi" …
Tam önlerinde oturduğun için ister istemez kulak misafiri olursun bu yarı erotik saçmalığa. Canı gönülden bir "Fesuphanallah!" çekersin. Aklından da;
"Ulan dönüp şunun ağzının ortasına bir sağ bir sol çaksam, çift vuruşu öğrenmiş olur mu acaba?" …
diye geçirirsin. Sonra işi Kemal'e havale ederek;
"O bildiği gibi yapsın"…
diyerek maça konsantre olursun…
Ama bitmez. Ne Kemal'in, ne senin çekeceklerinin sonu gelmez. Bu aslında, Ademoğlu kavminin sonsuz çilesidir. Kemal, dünyanın her köşesinde benzeri zırvalarla uğraşan hemcinslerinin bir örneğidir sadece.
Oyunda son dakikalar yaklaşır. Takım, atak üstüne atak tazelemektedir. Herkes ayakta, heyecan son haddinde. Ve tabii ki kızımız devrede;
"Kemal, söyle otursunlar. Göremiyorum!" …
"Bebeğim sen de kalk! Bu kadar insanı nasıl oturtayım şimdi?" …
"Sen beni sevmiyorsun!" ...
Buyrun… Kemal'e mi yanarsın, maça mı ? Giden puanları mı hesaplarsın, yoksa talihsiz Kemal'in karanlık geleceğini mi düşünürsün? Dönüp arkanı uyarsan;
"Kemal'im, seni tanımıyorum ama söylemeden yapamayacağım. Yol yakınken şu yanındaki salaktan kurtul. Sana kız mı yok? Başkasını bulursun. Hatta hiç bulmazsan daha da iyi olur!"..
desen, bir şey değişir mi acaba?
Hayır, hiç sanmıyorum.
Başka erkekler tarafından uyarılmamış ve de diğer erkeklere ikazda bulunmamış bir delikanlı
var mıdır dünya üzerinde?
Yoktur…
Peki, bu uyarıları ciddiye alıp, hayatını karartmayan bir delikanlı?
O da yoktur…Ama en azından, ben maça yalnız gitme özgürlüğümü kaptırmayacağım. Götürmüyorum işte…
ultrAslan.com'dan alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder