SEZONOSKOPİ
KADRO:
Muslera
|
9
|
Ebu
|
8
|
Semih Kaya
|
9
|
Ufo
|
7.5
|
Hakan Balta
|
8
|
Selçuk İnan
|
10
|
Melo
|
9.5
|
Engin Baytar- Aydın Yılmaz
|
7
|
Emre Çolak-Riera
|
6
|
Elmander
|
8
|
Baros-Neco
|
5
|
ZURNANIN
ZIRT DEDİĞİ MAÇ:
Arena’da
4-2 yenildiğimiz Gaziantep Maçı;
Galatasaray
sanki sezona kaldığı yerden başlamıştı. Takımın neredeyse tamamı değişse de,
oyun düzeni aynen devam ediyordu. Sağ bek Sabri, tandemler, Gökhan-Servet ve
sol bek Çağlar başlamıştı sezona. Değişiklik, kalede ve Melo-Selçuk orta sahası
kurgulamasındaydı. Ebu, ortanın solunda, Kazım sağında, Aydın bir umut ışığı ve
ileride enkaz Baros. Ne zaman ki o malum maçta Gökhan Zan’ın beklenen sakatlığı
gerçekleşip oyundan çıkmış, sümkürerek Servet Çetin girmiş, atılarak
Galatasaray’ı maçtan yenilgiyle çıkarmıştı. İşte o zaman gerçek bir değişim çok
geçmeden yaşandı. O maçta ki yenilgimiz, zafere giden yolumuzun en kritik yol
kavşağıydı. Bütün bir sezonu kazanmamıza yol açtı. En önemli maçımızdı.
VARİL:
Servet
Çetin;
Galatasaray’a
geldiği günden beridir isyanımız. Gelen mucize şampiyonluk, kazmanın gerçek
yüzünün görünmesini engelledi. Oysaki o sezon bile dikkatli gözlerden
kaçmamıştı Galatasaray futboluna hiçbir katkısının olmadığı. İlk yarı Song
girmişti ilk toplara, kelleyi koltuğa alıp geride savaşırken, seken topları
kıçıyla toplayarak prim topladı. Song Afrika kupasına gidince de aynı vazife
Emre Güngör’ün, Emre Aşık’ın oldu. Sarı kartsız, kritik pozisyonsuz sezonu
tamamladı. O Kadromuzda bulunduğu 5 sezonda 7 hocaya mal oldu. Dolayısıyla
bırakın kaçan şampiyonlukları, Galatasaray futbolunun ortalamasının düşmesinin
baş sebebi oldu 16 numaralı futbolcuyla birlikte. Nihayet takıma taraftar
gözüyle de bakabilen bir hoca foyasını ortaya çıkardı. Yine de devam edebilir,
belki işimizi daha zor hale getirebilirdi. Ama hayatının hatasını yaptı.
Gökhan’ın sakatlanıp çıkmasıyla oyuna girdi ve o yenildiğimiz maçta bu sefer
kıçı kendisini kurtaramadı. Adamı kaçırdı, atıldı ve kurtulduk. Biz biliyorduk
ki, Semih Kaya tek bir maç oynasın, o maçta da Galatasaray gol yemesin, Servet
Çetin bir daha asla bu takımda oynayamayacaktı. Yanılmadık, Semih, taraftarın
ve kendisine güvenenlerin enerjisini sahaya ve bütün bir sezona yansıttı. Oynamadığı
halde neden sezonun varil futbolcusu oldu peki? Çünkü gitmesini bile bilemedi,
beceremedi. Galatasaray Şampiyonluk coşkusunda iken içi gibi dışı da kan
ağladı. Galatasaray tarihinde en iğrenç futbolcu olarak adı lanetle
anılacaktır.
GLADYATÖR:
Selçuk
İnan;
Sezonun
en büyük futbolunu Selçuk oynadı. Melo’nun bile kötü oynadığı maçları
seyrettik, ama kendisini hiçbir maçta çok kötü oynarken görmedik. Hagi’den
sonra serbest vuruş kazandığımızda kalecileri titreten bir oyuncuyu uzun yıllar
bekledik. Penaltı atılırken bile garanti atar diyeceğimiz kimse yoktu.
Kornerleri laf olsun diye kullanıyorduk. Çalışılmış bir korner golü seyretmedik
desek yeridir. En kötü takımın bile bir maçta 5-6 serbest vuruş kazandığı
düşünülürse, en kolay, en zahmetsiz, en kestirme gol atmanın yolu serbest vuruş
kullanıcısına kavuşmanın önemi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Önümüzdeki sezon
mutlaka daha gelişmiş vuruşlarını seyrederiz. Şu an oynayan en iyi Türk
futbolcusu tartışmasız Selçuk’tur. Şampiyonluktaki en büyük pay kendisinindir.
Pitbull’la oluşturduğu ikilinin verimi, sanırım ki Real Madrid dahil hiçbir takımın
orta saha ikilisi vermemiştir.
BOROZANCI:
Fırat
Aydınus;
Bu
sezon iki büyük hakem seyrettik. Diğeri Cüneyt Çakır’dı. Hakem olarak belki
Cüneyt daha yüksek nota sahiptir ama bu bizi ilgilendiren bir durum değildir.
Gördük ki, Fırat’ın yönettiği maçlar, Cüneyt’in yönettiği maçlardan daha
kaliteli geçmiştir. Fırat Aydınus, sanki joker futbolcu gibi, top kimdeyse o
takımdan oynamıştır. Verdiği kararları oyuncularla tartışmış, çoğunlukla
avantajı oynatmış, oynayan takıma prim tanımış, ben bilmem kara kaplı hakem
kitabı bilir diye Bekçi Murtaza’lık yapmamış, her pozisyona düdük çalmamıştır.
Zor penaltı vermiş, oyuncuyu sahada tutmak için bazı pozisyonları görmezlikten
bile gelmiştir. İyi iki hakemden, ben Fırat Aydınus’u bir adım öne çıkarıyorum,
her ikisine de bir taraf olarak güveniyorum, büyük maçlarımızı yönettiklerinde
verdikleri her kararı sineye çekiyorum.
BİR
SORU – BİR CEVAP:
Sezonun
en büyük sürprizi nedir?
Semih
Kaya;
En
büyük sürpriz, Semih Kaya’nın Ulusal Takım durdurucularını tribüne
göndermesidir. Eğer Bülent Korkmaz, Mustafa Denizli’nin Monaco maçında
kendisine gösterdiği inanç ve güveni Semih’e gösterip, Kewell’in yerine
oynatsaydı, bugün bu sürprizden bahsetmeyecektik. Belki de o zaman Semih Kaya,
Bülent’in senelerce uğraşıp aldığı SECUR YÜREK namını çok önceden almış
olacaktı. Ve belki de Galatasaray tarihi bir başka yazılacaktı. Ne var ki,
Futbolun kendine has bir adaleti oluyor, bazen eğriler, bayağı hasar bıraksalar
bile gün geliyor doğruluyor. O sezon takım, UEFA Kupasına, 2000 yılında
olduğundan daha yakındı. Belki de Semih o maçlarda oynamadığı için gücünü
biriktirmiş, bu sezon büyük Galatasaray’ın savunmasına banko oyuncu olarak
oturmuştur, kim bilir?
SEZONUN MEDYA KRALI;
Uğur Meleke;
Aslında hiç birini ne seyrediyorum, ne okuyorum. Ama
işte bir imalat hatası çıkıyor elbet içlerinden. Rastlamasam bile ne demiş, ne
yazmış tek okuduğum, görüşlerine saygı duyduğum sülük medyamızın, Selçuk
İnan’ı. Sezon boyunca hiç birini okumadım. 30 sene öncesinin Şampiyonluk gazetelerini
saklamış bendeniz, Şampiyon olduğumuz günden beri tek bir gazeteyi, tek bir
medya sülüğünü okumaması ne garip. Eminim, biliyorum bizim kendi oluşturduğumuz
sosyal medyamızın yazarları onların en kralından daha iyi yazar. Uğur’u
içlerinden cımbızla çekip alıyoruz, imbiklerden süzüyoruz kalanlarını yok
sayıyoruz. Ben, ReReRe RaRaRa sesleriyle gırtlağını parçalamamış bir
yorumcunun, bizim hislerimize tercümanlık yapamayacağını, onun konuştuğu dili
de bizim anlamadığımızdan eminim, bu yüzden Hıncal Uluç dâhil, en duayeninden
en çaylağına kadar hiçbir sülükle ilgilenmiyorum. Şampiyonluk şölenine
giderken, metro da, okunmuş bir gazeteye gözüm ilişti. Hangi gazete bilmiyorum
Osman Tanburacı’nın yazısını okumak üzereydim. O an irkildim, sanki beni
görüyormuş hissine kapıldım, gazeteyi buruşturup attım, utancımdan az daha
Sanayi İstasyonu’na gelmeden inecektim.
BÜKEMEDİĞİMİZ BİLEK;
Volkan
Demirel;
Bizde
sevgi özgür, saygı mecburdur. Her ne kadar sevmesek de, Volkan’ın tek başına
verdiği direnişe saygı gösteriyoruz. Unutulmaz bir kaleci performansı gösterdi
bu sezon. Özellikle bizim maçları tek başına atlattı. Arena’daki maçı kazandı,
Aydın’ın vurduğu topu çıkardı. Volkan’ın verdiği direnişi, üniversite
öğrencileri gösterse bu ülkede her ay bir devrim olur. Rüştü dahil benim
izlediğim son 30 yılın en büyük kalecisidir. Zaten sezon da iki büyük kalecinin
kalelerinde kahramanca duruşunun tabelaya yansımasıyla son bulmuş, mücadele,
son maçın son saniyesine kadar sürmüştür.
SEZONUN
FİYASKOSU;
Fenerbahçe
taraftarının yapamadığı koreografi;
Her
şeyleri taklit, marşları, statlarının, antrenman tesislerinin ismi, efsane hoca
yaratma arayışları… Elbet bizden gördükleri tribün şovunu da taklit
edeceklerdi. Koreografinin 3 boyutlusunu
denediler. Dinamik, statik bilimsel hesaplarını geçtik, ne gezer de, bari şov
olarak bir şeyler çıkarabilselerdi.
Sanki 1 Mayıs törenleri için hazırlanmış işçi figürünün eline atkı
vermişlerdi. İlahi ironi işte, büyük Fener yazısını taşıyamadı işçi. 3 boyut
dediler tek boyut açıldı. Hiç bir perspektif görüntü yoktu. Alt tarafı bir
perdeyi tavana kadar çekeceklerdi. Şovun anlam olarak da bir değeri yoktu. Ne
rakibi ürkütecek bir mesaj, ne kendi takımın gaza getirecek bir imaj vardı. Makarayı
düşürüp, bir taraftar kardeşimizin yaralanmasına yol açmasalardı, epey makaraya
alırdık ama üzücü bir olayla sonuçlandığı için dalga geçemiyoruz. Ne var ki
yine de haklarını yemeyelim akıllanmışlar. Son maçta yaptıkları karton şovla
yetinmişler. Gerçi o şovdaki resmin ne olduğu, şovun ne anlama geldiği belli
olmasa da kazasız belasız atlatıldığına şükretmemiz gerekiyor.
İMPARATOR:
Grande;
Galatasaray’ın
doğal, daimi, değişmez hocasıdır. Büyük bir hoca olduğu için değil, Grande
olduğu içindir bütün bu vasıflar. Taş yerinde ağırdır ve kendisi Florya’da
bayağı kıymetli bir taş olarak bastonu eline alana kadar oturabilir. Benim ise
özel, kendisinin bilmediği bir ilişkim vardır. Terim’in Galatasaray Hocalığı
dışındaki icraatının düşmanıyım. Futbolcu olarak oynadığı ve Hoca olarak takımı
yönettiği yılların baş taraftarı iken, bizim dışımızda Milan dâhil, Ulus Takımı
dâhil, Fatih Hoca’nın baş çelişkisi oldum. Bu belki de bencilce bir kindir,
belki de Galatasaray’a kendisinden başka kimseyi yakıştıramadığım içindir.
Galatasaray’a hoca lazım değildir zaten. Hoca lazım olsa Dünya’nın sayılı
hocaları gelip gitmiş, arkalarına teneke bağlanmıştır. Galatasaray ruh
takımıdır, futbolcusu, taraftarı, yöneticisi bu ruhu sahaya yansıtabildiği zamanlarda,
kenarda Galatasaray ruhundan haberi olmayan bir Hoca’nın yapacağı hiçbir şeyi
yoktur. Ama en başta Galatasaray ruhunun görünebilen, en somut Hocası,
kenardaysa da o maçta Allahtan umut keseceksin, Galatasaray’dan asla.
Hoca;
bu gelişinde herhalde Katmandu’ya Nepal’e gitmiş, Dalay Lama’ya takılmış, Eren
olmuş, Evliya olmuş. Egolarından arınmış, bilinen agresif yönünden Ganj
Nehrinde yüzerek arınmış, çıkmış gelmiş, bir baba, bir aile büyüğü olarak, bir
bilge olarak dosta güven, rakibe korku salmaktadır. Büyük Galatasaray’ın, büyük
İmparatoru, Avrupa sahalarında unutulmuş karakterimizi yeniden hortlatacaktır.
O mağrur Şampiyonlar Ligi takımları, siper alsınlar, heyula bela, savaş baltalarını
gömdüğü yerden çıkardı.
ORDAKİLER:
Büyük
Galatasaray Taraftarı;
Bütün
bir sezon boyunca gerek Arena’sında, gerek yabancı sahalarda, hatta girmesi
yasak olan statlar da bile takıma verdiği enerjiyle tarihe bir kez daha geçti.
Bu yıldan sonra artık bizim için 17 Mayıs ne ise? 12 Mayıs’ta o dur. Geçecek
zamanlar bize, bu Şampiyonluğun ne kadar değerli olduğunu gösterecektir.
Galatasaray Taraftarı bu sezon ceza almayarak, Arena’yı kadın ve 12 yaşından
küçük Galatasaraylı çocuklara bırakmayarak da lafta değil, icraatta da büyük
takım taraftarı olduğunu zapta geçirdi. Yaptıkları koreografiler, posterler,
tişörtler, atkılar da Galatasaray yaşadıkça yaşayacaktır. Tek bir senede,
18-20.000 olan, Ali Sami Yen taraftarı, 40.000 e ulaştı. İki misli artış
kaydeden taraftarın nitelikli oluşu, maçlardaki duruşu, oyuna katkısı, yenilgiyi
kabullenip, takımı bir sonraki maça taşıması ile hep imrendiğimiz, büyük Avrupa
Takımı taraftarlarını çoktan geride bıraktı. Ali Sami Yen Stadı, senelerce
savaşarak adını Dünya’ya cehennem diye yazdırmıştı, Arena’nın o kadar beklemeye
vakti yok. Önümüzdeki sezon artık sırada kim varsa Sırat Köprüsü’nün girişinde
bekleniyor. Ali Sami Yen cehenneminden kendini kurtarabilmiş takımları,
Arena’nın katmerli cehennem azabı bekliyor.
ŞAMPİYONLUĞUN
KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray,
tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü
yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak
en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki
biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş,
Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.
Galatasaray
kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden
yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı
getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih
Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta
ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir
sayarsak.
Fatih
Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar,
önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak
gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı
yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını
alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine
sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu
önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış. Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler
bekliyordu.
Taraf
olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti,
Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa
bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı
futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir
Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı
öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım. Ya
Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera
gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle
baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta
şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı.
Takım,
ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş
başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki
mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat
futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11
oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta
çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe
ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç
halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.
Kazım’a
özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben
oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta
haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye
katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta,
dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü
futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına
kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi.
Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı.
Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in
en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i
dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.
Bir
maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç
birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi
yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko
oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz
kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya
başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim
istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun
yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul
ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı.
Gaziantep
maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar
verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya
yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna
girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü
Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize
acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın
yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi
gibi olmayacaktı.
Bir
sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo
ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı
futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne
Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan
bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih
ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre
Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets,
Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la
çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları
defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR
dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna
imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük
Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından
çıkardığı iki genci kazanmıştı…
Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16
yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür
ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın
durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra
Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi
ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının
Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının
gözbebeği yaptın.
Futbol
tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme
yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk
vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne
maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli
futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18.
Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına
şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli
olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin
muhteşem oldu.
Bir
büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların
dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner
atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla
adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı
sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da
oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu
Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok
geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında
bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla
hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş
gelmiş sefa gelmişti.
Engin
Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene
öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin
çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş,
yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi
bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı,
kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali
Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela
Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla
efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim
uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi,
takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında
imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı
kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.
Rüya
ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken
Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça
taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını
ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale
arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3
sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi.
Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı.
Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider,
yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da
Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız
takmıştı.
Maçlar
yaşanmış, bitmişti. Bir Şampiyonluğun ötesinde, özlenen Şampiyonlar Ligi
maçları beklenecekti artık. Şampiyon olmak, bir araçtı, Avrupa’nın o büyük
Şampiyonlarını yenebilmek için Şampiyon olmaktan başka yol yoktu. Galatasaray
Taraftarı başı dik yürümüştü, kupayı Saraçoğlu’nda alacağını söylemişti. Son
dakikaları koma sarhoş, yerlerde sürünerek seyredebilmiştik, ömrümüzden ömür
gitmişti, Galatasaray’ın canı sağ olsundu, yollarına gençliğimizi harcamıştık.
Birkaç dakikanın lafı mı olurdu?
Kurulsun
masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin
kutlu olsun şanlı Galatasaray.
1 yorum:
eline sağlık harika bir sezon analizi. gözyaşları içinde okudum. geçen sene bu aylardaki halimizle şu an ki geleceğe umut ve coşku ile bakan ki halimiz kıyaz kabul etmez.
1 yılda bu mucizevi değişim yapan Galatasaray'ın tarif edilemez büyüklüğüdür. Seneye de kombinemi yeniledim. umutla, heyecanla, coşkuyla ve nemli gözlerle heyula belanın eski günlerdeki gibi çökmesini bekliyoruz Avrupa'nın tepesine.
Çok özledik o şanlı günlerimizi. Gururla, omzu dik ve mağrur bir şekilde dolaşmayı.
Çok mutluyum içim huzur dolu...
Yorum Gönder