Tavla da meşhurdur böyle tipler. Mars olacağı zaman başlar mızıkçılığa. Zar atarken konuşur, zar atılırken mırıldanır. Karşısındakinin sinirini bozar. Kendisi asla oyun disiplinini bozmaz. Mucize zarlar bile gerekse oyunu bırakmaz. Rakibin şanslı, kendisinin şanssız olduğunu düşünür. Fazla aldın der, zar tuttun diyerek atılan zarı saymaz. Oyuncuyu canından bezdirip bir şekilde marstan kurtulur. 2 puan vereceğine 1 puan verdiğine şükreder, mutlu olur. Bu tipleri asla üzemezsin, hatta yendiğin için sen üzülürsün, bir daha oynamak istemezsin.
Futbolumuzun da bir marstan kurtulma ustası vardır. Tıpkı çirkef tavlacı pozisyonunda oynar maçlarını. İğrenç, acemi, hileci, kansız tavlacı gibi lige devam eder.. 53 yıllık sayılı ligimizin 19 senesinde marstan kurtulup 2. olmuşlar. Ve bu 19 lig ikinciliklerini de Şampiyon gibi sayıp, mutlu olmuşlar. Yer yüzü üzerinde, kendi takım taraftarlarının dışındaki tüm taraftarların, Başkan'ı, Hoca'sı, kalecisi, futbolcusu üzerinde nefrette mutabık olduğu bir takım var mıdır? Aynı şey bizim başımıza gelse, kendi stadımızda son saniyede 2 şampiyonluk versek, bir 3. sünde de 10 puanla rakibi misafir etsek yarımız telef olurduk. Nitekim o meşhur su savaşının yaşandığı maçta direniş yapmış, Başkanımız, Hocamız dahil tüm takımı değiştirmiştik. Adamların kılı kıpırdamadı. ''Galatasaray'ı yendik ya'' diye bir mutlu olma sebebi icat ettiler senelerdir avunuyorlar.
Evet 14 senedir Kadıköy'de maç kazanamıyoruz. 9 unu Şampiyon kapadık. Siz aldığınız galibiyetlerle avunadurun, biz yıldız takmaya bakalım, göğsümüze. İsterseniz şimdiden anlaşabiliriz de, yine yenin bizi Boklu Dere'de, biz Şampiyon olalım. Geçti o günler çocuk, bu vasıflar futbolun temiz olduğu, sadece halk çocuklarının sevdiği, dışarıda başarının beklenmediği, kısaca futbolun, futbolcunun, maçın, Şampiyonluğun parayla alınıp satılamadığı zamanlar için bir felsefeydi. Fener'i yenelim, Şampiyon olmayalım. Bakın gördünüz dün gece bu felsefenin çöpe gideli yıllar olduğunu. Beşiktaş'ın mucizevi bir şekilde 2. liğe, yani Şampiyonlar ligine gitme ihtimali doğar doğmaz, Beşiktaş'lı görünümlü Tüpçü'nün maşa, Aziz'in tepede olduğu şebeke, alavere dalavereyle rüyayı ancak 1 gün görmeye müsaade etti.
Beni hiç kimse dünkü maçın kurulmadığına ikna edemez. Demirel yapardı bu kurnazlığı. Her Fener-Galatasaray maçının gecesi dayardı zamları. Millet maçı konuşa dursun, ılık suya atardı kurbağa milleti. Yavaş yavaş su kaynar, zamlara alışırsın, mayışırsın, zıplayacak dermanın kalmaz, haşlanır gidersin bir sonraki maça kadar. Bu ülke normal bir ülke olsa bu hafta maç mı oynanırdı? Yüzlerce insan parça parça olmuş, ölü sayısını söylemeye kimsenin cesareti yok, maçtan en iyi anlayan Başbakan'ın imdadına yetişmiş Anamaç. Kaçırır mı bu fırsatı? Galatasaray yense, zaten taraftarı açıklamış maçtan önce sıfır sevinme olacak. Fenerli bir kaç hafta önce marstan kurtulmuş, travmayı atlatmış. Neyle avutacaksın bu kadar yoğun, aktif halkları? Yarım saat sürmez maçın konuşulması, sonrası gündem Reyhanlı.
Şampiyon olmuş bir takımın oynadığı maçı analiz etmenin hiç bir manası yok. Kimisi Elmander'le başlamak hataydı, orta sahayı teslim ettik diyor. Hiç kimse Grande'nin neler düşündüğünü tahmin bile etmek istemiyor. Tarihin en büyük hezimetini Fatih Terim aldı, eğer bu skor bir maç temizlenecekse o maç bu maçtı normalde. Ve bu tabelanın altından kalkacak moralde, kalitede, klasta bir takımla çıktı sahaya. Elmander sanki ileride 3. forvet oynadı. İlk yarının en çok koşan adamıydı. Önümüzdeki sene Galatasaray 5.000 metre atletizm takımına kaydırsak mı? Ona bakarsan, Drogba bek oynadı, kaç kere topu kalecinin bile gerisinden çıkardı. Maçta konuşacağımız şeyler kısıtlı. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en kötü (En büyük!) hakemi, maçın Hatay'ın önüne geçmesi gerektiği emrini baş üstüne deyip aldı ve icra etti. Kendisini takip edenler kaçırmamıştır, İddia'dan malı götürmüştür. Bas kırmızı karta, bas penaltıya malı götür. Galatasaray'ın yediği iki gol öncesinde faul vardı. Sabri'ye yapılan kambura yatma kesin penaltıydı. Ama ben maçı hakeme yıkarken, yanlı davrandığı gerekçesiyle yıkmıyorum. Böyle olması gerekiyordu, bir şekilde Fenerbahçeli yığınların da lig sezonundan tatmin olması icap ediyordu. Dedim ya mümkün olan en fazla insanın bombalamaları konuşmaması, düşünmemesi sağlanıyordu.
2 senedir yazıyorum, bu bizim Eboue'ye ayı dediğim zaman ırkçılıkla suçlanıyorum. Bir köyde öküz toslasa yıkamaz bu ayıyı. Gece mezarlıkta 10 kişi önünü kesip soymaya kalksa tek başına hepsini döver. Ama maçta o koca cüsse adeta asırlık bir çınara dönüşüyor. Teması geçtik, en ufak bir nefeste, yere atıp kıvranıyor. Eline krampon geliyor, ayağını tutup bağırıyor. Bundan önceki yaşamı kesin sürüngen familyasından olmalı bu ayının. Ulan ayı o itmeyle Beyoğlu'nda karınla geziyor olsan düşermisin? Bu kaçıncı lan topu, mücadeleyi bırakıp yerde kıvranırken yedirdiğin gol. Ya sen Hamido, oynadığın bu topu yazın tatil köyünde oynasan seni bir sonraki maç kadroya alırlar mı? Sıfır isabetli pasla oynadın, tribünlerden Grande'nin talimatı anca geldi de uzun süre oyunda kaldın. Sağ tarafımızı kısmi felç teşhisiyle hastaneye gönderdiniz. Sol tarafta da devşirme bek, takımın talimatla sağlanmış kötü oyununa katkı sağlayarak follaş oldu Gökhan Gönül karşısında.
Bir lafımızda Uğur Meleke denen totem tapınıcısına. Galatasaray'ın bir hafta önce Belediye ile oynayan takımlarla oynamasının, kendisine avantaj sağladığını böğürüp durdu haftalardır. Ben razıyım, bir sonraki sezon Fenerbahçe, Belediyesporla oynayanla oynasın. Haklıymış Belediye'ye yenilen takım aslan kesilmiş, iki defa üst üste yenilmemek için var gücüyle oynamıştır.
Maçın hipotezi budur. Nasıl ve ne biçimde olmuş kimse bilemez, ama derin futbol oligarşisi maçı Fenerbahçe'ye vermiştir. Nitekim maçtan sonra ki Galatasaraylı futbolcuların sevinç göstergelerinin sebebi de budur belki de. Hiç kimse maçın kaybedildiğine üzülmemiştir. Kırmızı kartların pozisyonunu tekrar tekrar izleyin, bir birlerini gırtlaklayan futbolcular, atıldıktan sonra sarmaş dolaş olmuşlardır. Galatasaraylı futbolcular 5 dakika varken kalede kaleci yokken tek bir şut atmamışlar, gereksiz yaptıkları faullerle süreyi kendileri bitirmişlerdir.
Maçtan çıkan tek hipotez ise. Galatasaray'ın 1 numaralı yabancı futbolcusu Melo'dur. Melo'suz bir takımla lige başlamak, jokersiz pişti oynamak gibidir. Drogba dahil, o çok büyük kalecimiz Muslera dahil, bütün yabancılar gitse en ufak bir üzüntü duymam. Melo, bu takımın isyan ve savaş tanrısıdır. Umarım bu maçı baz alarak olumsuz bir maceraya gitmezler.
Şampiyon, şüphelendiğim sebeplerden dolayı Şampiyon gibi oynamadı. Başta benim olmak üzere milyonlarca Galatasaraylının zevkine limon sıktı. Ne var ki maç sonu soyunma odası tabelasındaki imzalar tarihe bir kez daha not düştü. Laf uçar yazı kalır. Filmin 2. vesiyonudur, Değişmeyen tek şey Galatasaray Şampiyonluğudur.
13 May 2013
12 May 2013
Değişmeyen Şampiyon;Zavallı Fener 2-1 Galatasaray
11 May 2013
Statpaşa Mithatyumu,
Hepimizin mahallesinde aynıdır bakkalın önü. Biraz sonra başlaması planlanan mahalle maçı için toplanılan sosyal tesislerdir. Her hangi bir Pazar günü, bizim bakkalın önünde, mahalle maçı öncesinde,o unutulmaz transistörlü radyodan maçları dinliyoruz. Çocuğuz, Statpaşa Mithatyumu'nun! tribünlerini tavaf edeceğimiz günlerin arifesi. Aydın Köker'e, Orhan Ayhan'a bağlanıyoruz. Metin'in deniz tarafına doğru aktığını, Gökmen'in gazhane tarafındaki kaleye attığı şutu dinliyor, gözümüzün önüne getiriyor hayaller kuruyoruz. Bütün statların tribünlerinin isim babasıdır Dolmabahçe, Mithatpaşa, İnönü Stadı. Adı nedense çok değiştirilmişti? İlk yapıldığında şimdi ki yeni açık yokmuş, sonradan yapıldığı için adı yeniye çıkmış. Fakat daha dün yapılan Arena Stadında bile eski açık var ise, Türkiye'deki bütün stadyumlarda taraftarın yoğun bağırdığı tribünün adı yeni açıksa, isim babası Dolmabahçe tribün emekçilerinindir.
Ve işte haftalar, yıllar geçti, büyüdük. Kartal'dan, evden trene, oradan vapura, Karaköy'den stada kadar yürüyebilecek yaştayız. Mithat Paşa Stadı yeni açığında çocukluk hastalığına yakalanacağımız, binlerce taraftarın ilk uğrak ilk sınav yerindeyiz. Büyüklerden duyardık, amigoları, o mübarek adamları göreceğiz. Amigo Orhan bizim, Amigo Çetin Fenerbahçe'nin amigosuydu. Dinleye dura büyüdük efsanelerini. Yeni açık 3 kat, o zamanlar kapalı tribün taraftarı henüz oluşmamış. Maçlara formalarla gidilmiyor, hava güneşliyse kartondan şapkalar, soğuksa annelerin ördüğü sarı kırmızı takkeler tek alametlerimiz. Bir de bayrak tedarik edinebilmişsek, mahallenin en gururlu insanları bizdik artık. Hep derdik o zamanlar, bizden aile reisi olmaz, biz alır bayrağımızı maça gideriz. Sözümüzün de hala arkasındayız.
Yeni açığın orta katına kapalıdan başlayarak asılan rulo bayrak sınırı belirliyor. Normalde tam orta yere kadar geliyor o bayrak. Galatasaray taraftarı, kapalıya yakın tarafta konuşlanıyor. Sonraları kapalı tribün efsaneleri oluşuyor, büyüyen, Orhan Baba'nın tevhid-i tedrisatından geçen, yeni açık taraftarlığından diploma alan kapalı tribüne geçiyor. Kapalı resmen meydan muharebesi yapılan yer.Kapalı tribün taraftarı aynı zamanda taraftar kazandırma fabrikası. Kim bilebilir? kaç çocuk sadece kapalıda olup bağırabilmek için Galatasaray'lı, Fenerbahçeli olmuştur. Büyük maçlar yarı yarıya, kapalı girişinde 3 kapı var, ilk giden taraftarlar iki kapıyı alır, iki kapıyı alan, iki kuyruktan girer dolayısıyla başlarda daha çok taraftar gelir kapalıya. Taraftar hemen hemen eşit olduğundan bir müddet sonra iki kapıyı alanların yoğunluğu biter, yer kavgası, bayrak asma kavgası, tribün kızıştıktan sonra gelen bir manga polis tarafından halledilir. Tam ortaya bir sıra polis dizilir. Yan yanadır iki takım taraftarı artık. Kuyruklarda bilet bitecek endişesi yaşanır. Paslı demir kapılardan demir parmaklıklara geldiğinde artık korkulacak bir şey yoktur. Mezardan küçük kulübelerin önünden geçerken paranı verir biletini alırsın. Elektronik biletlerin icadı için bir nesil feda edilecektir.
Zemin katta, yeni açık hariç bütün tarafta, duhuliye tribünü denen parmaklıkla çevrili hendek var. Orada kafalar saha hizasında, vücutlar yer altında. Yeni açığın en üst katının ortasında bir müştemilat var. İki pencereli betondan küçük ev skor tabelası. İçinde biri durur atılan gollerden sonra penceredeki rakamı değiştirir. Bazen geç kalır, küfürü yer. İnönü stadı İstanbul'un tam kalbine yapılmıştır. En güzel maça gitme mekanı, en güzel maçtan dağılma stadıdır. Maçtan sonra motorlarla geri dönmek, eğer galipsen ne büyük mutluluktur. Türkiye'ce ünlü Beleştepe'si vardır İnönü stadının. Oradan sahanın bir yarısı net görünür, garibanların locasıdır. Son yarım saat kapılar açıldığında büyük bir yarış başlar o tepeden, son dakikaları tribünden izlemek için. Sahi ben maçtan hakem düdüğü çalmadan hiç çıkmadım da, şimdi nasıl bilmiyorum, o zamanlar kalp krizi geçirsen kapılar açılmadan maçtan çıkamazdın. Şimdiki taraftara garip gelir, bir kaç nesil sonra da kimse inanmaz. Hem Fenerbahçe, hem Galatasaray aynı gün Mithat Paşa'da oynardı. Misal Fenerbahçe- Şekerspor önce oynar, arkadan Galatasaray-Vefa oynardı. Acelesi olan, vakti olmayan, hatta gittiği maçtan 10 dakika önce çıkan bugünün Galatasaray taraftarına soruyorum böyle bir maça gitsen ne yaparsın? Vefa seyircisi, yeni açıkta, Galatasaray ile Fenerbahçe seyircisinin ortasında bulunur, duruma göre sonraki maçın taraftarı olurdu. Ne garip duygudur Arena'nın monşer Galatasaraylıları için, 2 maç üst üste maç seyretmek. Velev ki olsa, bizim maçın dışındaki maçı 100 kişi seyretmez bilirim.
İnönü Stadının gördüğü en büyük deplasman taraftarı büyük Es Es taraftarıydı. O zamanlar 3 büyüklere efelenen takım Eskişehirspor'du. Bir kaç sene sonra Trabzonspor efsanesi dillenecekti. Ve biz tecrübeli, fosil taraftarlar şimdi itiraf edecektik, Eskişehirspor maçında, Trabzonspor maçında kendi sahamızda, kendi stadımızda azınlıktaydık. Güncel taraftar için akıl mantık almayacak bir durumdu.
İnönü Stadı, bir futbol maçı sahasından çok daha başka bir şeydi bu mazlum ülke için. Hiç parası olmayanla 42.510 kişinin en zengini olanla aynı yerde tepinebilme ihtimalinin olduğu er meydanıydı. Şimdi bütün stada birer kat daha ilave edilmesine rağmen kapasitesi 22.000 olan anıttan söz ediyoruz. Bu stat bu haliyle bizim zamanımızda olsaydı kapasitemiz 70.000 kişi olurdu. Yeni açık demirleri arasından zayıf olanlar kafalarını soktular mı, vücutlarını da sokarlardı. Eski açığın rakımı çok alçaktı. Yukarıya sağlam bir iple beş parası olmayan gariban bir taraftar çekilebilirdi. O zamanın stevartları şimdikiler gibi acımasız değildi, bir el de onlar atardı. Saatler önce maça girmiş olurdun, geceden girdiğin maçlar istisna onları saymıyorum. Acıktın it gibi, muhtemelen kedi köpek eti bulaşığı hamurları, pide diye yedik yıllarca Belki de hala bu bağışıklığımız yüzünden ne yersek yiyelim bize dokunmuyor. Maçtan sonra garanti sesimiz kısık, bir hafta boyunca ishaliz, annemiz patates haşlaması yediriyor. Olsundu, ses kısıklığımız, maçtan sonra olduğumuz ishal, bizim bu Pazar maçta olduğumuzun şeref sertifikasıydı. Anlımızın akıydı, henüz maça gitmemiş çocuklar için birer kahramandık.
Stat kapıları saatler öncesinden kapanırdı Mithat Paşa'da. Maçlar bugünkü gibi 90, bilemedin artı eksi 3 saat değildi. Maç bizim için tam bir mesai günüydü. Ölüm kalım maçlarını saymıyorum, normal bir Adanaspor maçı bizim için 1 gündü. Herhangi bir Fener maçını anlatıyorum şimdi. İnönü stadı cehennem gibi. Kapalının deniz tarafında, bizim eski açık bizle yapışık, yeni açık kapalı tribün tarafında tam ortalardan bıçakla kesilmiş gibiyiz. En ufak bir kıvılcımda her iki takım taraftarı yoğun tezahürata başlıyor, yorulup susuyor, bir birlerinin kucağında zaman zaman uyuyor, maç saatini bekliyor. Fırtına yaklaşıyor, yeni açık tarafımızda bir hareketlenme, dalgalanma oluyor. Bu hareketlenme Amigo Orhan'ın geldiğinin dosta düşmana bildiriliş seremonisi. Orta kattan, tribün arkasından kapalı demirlerine kadar gelip, sarı kırmızı eşofmanlı Orhan Baba tribünün tam ortalarına kadar geliyor. El sürenler, dokunanlar, kulüp başkanından çok daha fazla itibarlı Orhan Baba, yeni açığın önünde ufak bir elektrik direği vardır, ona tutunup ince sac tribün paravanına çıkıyor. Ayaklarından, belinden tutuyorlar mübarek adamı. Herkes çöküyor, bütün stat lafın gelişi tabi, bütün Galatasaraylılar. Rakip takımın taraftarına saygı vardı o zamanlar, tezahüratı Fenerliler de dinliyor. Şimdi olsa kesin bağırttıramazlardı o büyük amigolar. Nitekim bizim kapalı amigosu Mehmet, tribünlere maskara olarak emekli olmuştu.
Sağ elini sallayarak olanca avazıyla bağırırdı Amigo Orhan.'' Biiiiiir baba hindiiiiiiii'' yıkıyoruz ortalığı'' heeeey Allah'' ''Olsaydı şimdiiiiii'' ne demekse? garip bir tekerlemeden sonra makamına uygun 3 lüyle başlardı bizim tezahürat. Hemen hemen aynı dakikalarda Amigo Çetin belirirdi kendi tribünlerinin önünde elinde davuluyla. O da kendi taraftarını susturup, Orhan Baba'nın paralelinde ihtiyar suratını yırtıyordu.'' Kuşdiiilinden geliyoruuuuum'', '' Fenerliler bağırıyor biz dinliyoruz,'' Ooooy Ooooooy'' Zeki Müren'in Bahçevan müziği eşliğinde, ''Takımımı seviyorum, sarı lacivert rengimiz, şampiyonluk hedefimiz oy oy''dan sonra ''Feeeeeneeeeerbahçemiiiiiiz'' Sonra her iki takım baş amigoları tam orta yerde, yani esas şeref tribününde sarılıp öpüşüp aslan gibi, delikanlı gibi tezahürat savaşını başlatıyorlardı. Artık hodri meydandı. Ateş serbest, her iki takım taraftarı cehennemi tezahürata başlardık.
Kapalının tam ortasında Mehmet Abi, ben dibinde bacak aralarından sahayı görebilecek açıdayım. Deniz tarafına doğru setin üstünde Zekai abi, sınırı tutan, Fenerbahçe amigosu Yaşar'la(Bizim kapalı amigosu Mehmet Abi'nin kardeşidir) omuz mesafesinde Peygamber Hüseyin. Mahşeri ölmeden , yaşamak isteyenler, hey babalar be, yıkıyoruz İnönü Stadını. Hadi yıkıyoruz lafın gelişi de inanın çocuklar en az 4 şiddetinde sallıyoruz. Salkım saçak, nefes nefese, bağırmayan taraftarın alt kata atıldığı, kurtarılmış bölgeler, işte bizim tribünler.
1975 yılındayız,eski açıkta, numaralıya yakın tarafta ikinci kattayız. Mithat Paşa stadı sanki mahşer yeri. Avusturya'da 1-0 yenildiğimiz maçın rövanşına çıkıyoruz Rapid Wien'le. Kalemizde panter Yasin var. Gökmen ile Şevki atmış 2-0 öndeyiz. Henüz Avrupa fatihi namı almamış Galatasaray o zamanlar, belli ki bu işin temel atma törenlerini yapıyordu. Boru değil tur atlayacaktık. Gerçi atlasak ne olacak? o zaman ki hayallerimiz kupayı ellemek değil, ünlü futbolcuları İstanbul'da İnönü'de seyretmekti sadece. 3 sene önce Müller'i, Beko'yu, Maier'i seyretmiştik 6-0 yenildiğimiz maçın ertesinde.
Bir tur atlayacaktık işte şunun şurasında, maksat bir sonra büyük bir takımı, meşhur bir futbolcuyu seyretmek ti, inliyordu Mithat Paşa, Re re re ra ra ra sesleriyle. İstanbul'da hava sultaniyegah makamındaydı. Boğazdan gelen esinti birazdan zafer ve savaş naralarıyla taçlanacaktı. Avusturya futbolunun en büyük futbolcularından biri Krankl limon sıkmasaydı eğer. İğne deliği derler ya tam tam oradan Yasin'in kalesine gol bırakmış, stadı ölüm sessizliğine terk etmişti. 2-1 galiptik şimdi ama eleniyorduk elbette. O zamanların meşhur mazeretine sığınırdık nasıl olsa, şerefli mağlubiyetler alırdı takımlarımız, biz yenerek, elenecektik, bundan büyük şeref mi olurdu? 3-4 dakika kala ünlü deniz tarafındaki kaleye sağ taraftan bir serbest vuruş kazandık. Metin Kurt atacaktı normalde, sağ açık oydu, Büyük Mehmet geldi topun başına, Metin'i itekledi. Galatasaray tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 5 futbolcusu içinde olan, adı büyük kendi büyük, Kadırga'lı Büyük Mehmet, topu 18 içine kesti. Top sanki saniyelerce havada asılı kaldı. En yükseğe Gökmen çıktı. Kafayı kalecinin sol tarafındaki direk dibine vurdu. Sonrasını hiç birimiz hatırlamıyoruz, hatırlasak yazmaz mıyız? Sakinleşmemiz en az 5 dakika aldı.. Ben hayal mayal, Küçük Mustafa'nın, (gerçekten küçücüktü) delirdiğini hatırlıyorum. Motorla geçtik Haydarpaşa'ya. Orada biri gol sesi buraya kadar geldi dedi..O sesi çıkaranlardan bir olmanın şanını şerefini benden hiç kimse alamazdı.
Ah be İnönü Stadı, edebiyattan biraz anlasam, seni yazabilsem seni, 10 sene üst üste oscar ödülünü ben alırdım. Konuşurum, anlatırım yazamam. Sen benim çocukluğum, delikanlılığım, nesilden nesile aktardığım hasletimsin. Ali Sami Yen'den ayıramam seni, sen iki vazgeçemediğim oğlumsun. Biz seni bizden öncekilerden miras aldık, şanla şerefle bizden sonrakilere büyüterek miras bıraktık. Şimdi vakit endüstriye beyaz bayrak çekme vaktidir. Yine de sonuna kadar kahramanca savaştın, şanla şerefle direndin, yapacak bir şey yok, biz, Galatasaray taraftarı aynı şarkıyı senin için de söyleriz göz yaşlarımızla emin ol.
'' Seni yıkacak dozerin anasına selam söyle çocukluğumun kan kalesi ulu İnönü Stadı''
Ve işte haftalar, yıllar geçti, büyüdük. Kartal'dan, evden trene, oradan vapura, Karaköy'den stada kadar yürüyebilecek yaştayız. Mithat Paşa Stadı yeni açığında çocukluk hastalığına yakalanacağımız, binlerce taraftarın ilk uğrak ilk sınav yerindeyiz. Büyüklerden duyardık, amigoları, o mübarek adamları göreceğiz. Amigo Orhan bizim, Amigo Çetin Fenerbahçe'nin amigosuydu. Dinleye dura büyüdük efsanelerini. Yeni açık 3 kat, o zamanlar kapalı tribün taraftarı henüz oluşmamış. Maçlara formalarla gidilmiyor, hava güneşliyse kartondan şapkalar, soğuksa annelerin ördüğü sarı kırmızı takkeler tek alametlerimiz. Bir de bayrak tedarik edinebilmişsek, mahallenin en gururlu insanları bizdik artık. Hep derdik o zamanlar, bizden aile reisi olmaz, biz alır bayrağımızı maça gideriz. Sözümüzün de hala arkasındayız.
Yeni açığın orta katına kapalıdan başlayarak asılan rulo bayrak sınırı belirliyor. Normalde tam orta yere kadar geliyor o bayrak. Galatasaray taraftarı, kapalıya yakın tarafta konuşlanıyor. Sonraları kapalı tribün efsaneleri oluşuyor, büyüyen, Orhan Baba'nın tevhid-i tedrisatından geçen, yeni açık taraftarlığından diploma alan kapalı tribüne geçiyor. Kapalı resmen meydan muharebesi yapılan yer.Kapalı tribün taraftarı aynı zamanda taraftar kazandırma fabrikası. Kim bilebilir? kaç çocuk sadece kapalıda olup bağırabilmek için Galatasaray'lı, Fenerbahçeli olmuştur. Büyük maçlar yarı yarıya, kapalı girişinde 3 kapı var, ilk giden taraftarlar iki kapıyı alır, iki kapıyı alan, iki kuyruktan girer dolayısıyla başlarda daha çok taraftar gelir kapalıya. Taraftar hemen hemen eşit olduğundan bir müddet sonra iki kapıyı alanların yoğunluğu biter, yer kavgası, bayrak asma kavgası, tribün kızıştıktan sonra gelen bir manga polis tarafından halledilir. Tam ortaya bir sıra polis dizilir. Yan yanadır iki takım taraftarı artık. Kuyruklarda bilet bitecek endişesi yaşanır. Paslı demir kapılardan demir parmaklıklara geldiğinde artık korkulacak bir şey yoktur. Mezardan küçük kulübelerin önünden geçerken paranı verir biletini alırsın. Elektronik biletlerin icadı için bir nesil feda edilecektir.
Zemin katta, yeni açık hariç bütün tarafta, duhuliye tribünü denen parmaklıkla çevrili hendek var. Orada kafalar saha hizasında, vücutlar yer altında. Yeni açığın en üst katının ortasında bir müştemilat var. İki pencereli betondan küçük ev skor tabelası. İçinde biri durur atılan gollerden sonra penceredeki rakamı değiştirir. Bazen geç kalır, küfürü yer. İnönü stadı İstanbul'un tam kalbine yapılmıştır. En güzel maça gitme mekanı, en güzel maçtan dağılma stadıdır. Maçtan sonra motorlarla geri dönmek, eğer galipsen ne büyük mutluluktur. Türkiye'ce ünlü Beleştepe'si vardır İnönü stadının. Oradan sahanın bir yarısı net görünür, garibanların locasıdır. Son yarım saat kapılar açıldığında büyük bir yarış başlar o tepeden, son dakikaları tribünden izlemek için. Sahi ben maçtan hakem düdüğü çalmadan hiç çıkmadım da, şimdi nasıl bilmiyorum, o zamanlar kalp krizi geçirsen kapılar açılmadan maçtan çıkamazdın. Şimdiki taraftara garip gelir, bir kaç nesil sonra da kimse inanmaz. Hem Fenerbahçe, hem Galatasaray aynı gün Mithat Paşa'da oynardı. Misal Fenerbahçe- Şekerspor önce oynar, arkadan Galatasaray-Vefa oynardı. Acelesi olan, vakti olmayan, hatta gittiği maçtan 10 dakika önce çıkan bugünün Galatasaray taraftarına soruyorum böyle bir maça gitsen ne yaparsın? Vefa seyircisi, yeni açıkta, Galatasaray ile Fenerbahçe seyircisinin ortasında bulunur, duruma göre sonraki maçın taraftarı olurdu. Ne garip duygudur Arena'nın monşer Galatasaraylıları için, 2 maç üst üste maç seyretmek. Velev ki olsa, bizim maçın dışındaki maçı 100 kişi seyretmez bilirim.
İnönü Stadının gördüğü en büyük deplasman taraftarı büyük Es Es taraftarıydı. O zamanlar 3 büyüklere efelenen takım Eskişehirspor'du. Bir kaç sene sonra Trabzonspor efsanesi dillenecekti. Ve biz tecrübeli, fosil taraftarlar şimdi itiraf edecektik, Eskişehirspor maçında, Trabzonspor maçında kendi sahamızda, kendi stadımızda azınlıktaydık. Güncel taraftar için akıl mantık almayacak bir durumdu.
İnönü Stadı, bir futbol maçı sahasından çok daha başka bir şeydi bu mazlum ülke için. Hiç parası olmayanla 42.510 kişinin en zengini olanla aynı yerde tepinebilme ihtimalinin olduğu er meydanıydı. Şimdi bütün stada birer kat daha ilave edilmesine rağmen kapasitesi 22.000 olan anıttan söz ediyoruz. Bu stat bu haliyle bizim zamanımızda olsaydı kapasitemiz 70.000 kişi olurdu. Yeni açık demirleri arasından zayıf olanlar kafalarını soktular mı, vücutlarını da sokarlardı. Eski açığın rakımı çok alçaktı. Yukarıya sağlam bir iple beş parası olmayan gariban bir taraftar çekilebilirdi. O zamanın stevartları şimdikiler gibi acımasız değildi, bir el de onlar atardı. Saatler önce maça girmiş olurdun, geceden girdiğin maçlar istisna onları saymıyorum. Acıktın it gibi, muhtemelen kedi köpek eti bulaşığı hamurları, pide diye yedik yıllarca Belki de hala bu bağışıklığımız yüzünden ne yersek yiyelim bize dokunmuyor. Maçtan sonra garanti sesimiz kısık, bir hafta boyunca ishaliz, annemiz patates haşlaması yediriyor. Olsundu, ses kısıklığımız, maçtan sonra olduğumuz ishal, bizim bu Pazar maçta olduğumuzun şeref sertifikasıydı. Anlımızın akıydı, henüz maça gitmemiş çocuklar için birer kahramandık.
Stat kapıları saatler öncesinden kapanırdı Mithat Paşa'da. Maçlar bugünkü gibi 90, bilemedin artı eksi 3 saat değildi. Maç bizim için tam bir mesai günüydü. Ölüm kalım maçlarını saymıyorum, normal bir Adanaspor maçı bizim için 1 gündü. Herhangi bir Fener maçını anlatıyorum şimdi. İnönü stadı cehennem gibi. Kapalının deniz tarafında, bizim eski açık bizle yapışık, yeni açık kapalı tribün tarafında tam ortalardan bıçakla kesilmiş gibiyiz. En ufak bir kıvılcımda her iki takım taraftarı yoğun tezahürata başlıyor, yorulup susuyor, bir birlerinin kucağında zaman zaman uyuyor, maç saatini bekliyor. Fırtına yaklaşıyor, yeni açık tarafımızda bir hareketlenme, dalgalanma oluyor. Bu hareketlenme Amigo Orhan'ın geldiğinin dosta düşmana bildiriliş seremonisi. Orta kattan, tribün arkasından kapalı demirlerine kadar gelip, sarı kırmızı eşofmanlı Orhan Baba tribünün tam ortalarına kadar geliyor. El sürenler, dokunanlar, kulüp başkanından çok daha fazla itibarlı Orhan Baba, yeni açığın önünde ufak bir elektrik direği vardır, ona tutunup ince sac tribün paravanına çıkıyor. Ayaklarından, belinden tutuyorlar mübarek adamı. Herkes çöküyor, bütün stat lafın gelişi tabi, bütün Galatasaraylılar. Rakip takımın taraftarına saygı vardı o zamanlar, tezahüratı Fenerliler de dinliyor. Şimdi olsa kesin bağırttıramazlardı o büyük amigolar. Nitekim bizim kapalı amigosu Mehmet, tribünlere maskara olarak emekli olmuştu.
Sağ elini sallayarak olanca avazıyla bağırırdı Amigo Orhan.'' Biiiiiir baba hindiiiiiiii'' yıkıyoruz ortalığı'' heeeey Allah'' ''Olsaydı şimdiiiiii'' ne demekse? garip bir tekerlemeden sonra makamına uygun 3 lüyle başlardı bizim tezahürat. Hemen hemen aynı dakikalarda Amigo Çetin belirirdi kendi tribünlerinin önünde elinde davuluyla. O da kendi taraftarını susturup, Orhan Baba'nın paralelinde ihtiyar suratını yırtıyordu.'' Kuşdiiilinden geliyoruuuuum'', '' Fenerliler bağırıyor biz dinliyoruz,'' Ooooy Ooooooy'' Zeki Müren'in Bahçevan müziği eşliğinde, ''Takımımı seviyorum, sarı lacivert rengimiz, şampiyonluk hedefimiz oy oy''dan sonra ''Feeeeeneeeeerbahçemiiiiiiz'' Sonra her iki takım baş amigoları tam orta yerde, yani esas şeref tribününde sarılıp öpüşüp aslan gibi, delikanlı gibi tezahürat savaşını başlatıyorlardı. Artık hodri meydandı. Ateş serbest, her iki takım taraftarı cehennemi tezahürata başlardık.
Kapalının tam ortasında Mehmet Abi, ben dibinde bacak aralarından sahayı görebilecek açıdayım. Deniz tarafına doğru setin üstünde Zekai abi, sınırı tutan, Fenerbahçe amigosu Yaşar'la(Bizim kapalı amigosu Mehmet Abi'nin kardeşidir) omuz mesafesinde Peygamber Hüseyin. Mahşeri ölmeden , yaşamak isteyenler, hey babalar be, yıkıyoruz İnönü Stadını. Hadi yıkıyoruz lafın gelişi de inanın çocuklar en az 4 şiddetinde sallıyoruz. Salkım saçak, nefes nefese, bağırmayan taraftarın alt kata atıldığı, kurtarılmış bölgeler, işte bizim tribünler.
1975 yılındayız,eski açıkta, numaralıya yakın tarafta ikinci kattayız. Mithat Paşa stadı sanki mahşer yeri. Avusturya'da 1-0 yenildiğimiz maçın rövanşına çıkıyoruz Rapid Wien'le. Kalemizde panter Yasin var. Gökmen ile Şevki atmış 2-0 öndeyiz. Henüz Avrupa fatihi namı almamış Galatasaray o zamanlar, belli ki bu işin temel atma törenlerini yapıyordu. Boru değil tur atlayacaktık. Gerçi atlasak ne olacak? o zaman ki hayallerimiz kupayı ellemek değil, ünlü futbolcuları İstanbul'da İnönü'de seyretmekti sadece. 3 sene önce Müller'i, Beko'yu, Maier'i seyretmiştik 6-0 yenildiğimiz maçın ertesinde.
Bir tur atlayacaktık işte şunun şurasında, maksat bir sonra büyük bir takımı, meşhur bir futbolcuyu seyretmek ti, inliyordu Mithat Paşa, Re re re ra ra ra sesleriyle. İstanbul'da hava sultaniyegah makamındaydı. Boğazdan gelen esinti birazdan zafer ve savaş naralarıyla taçlanacaktı. Avusturya futbolunun en büyük futbolcularından biri Krankl limon sıkmasaydı eğer. İğne deliği derler ya tam tam oradan Yasin'in kalesine gol bırakmış, stadı ölüm sessizliğine terk etmişti. 2-1 galiptik şimdi ama eleniyorduk elbette. O zamanların meşhur mazeretine sığınırdık nasıl olsa, şerefli mağlubiyetler alırdı takımlarımız, biz yenerek, elenecektik, bundan büyük şeref mi olurdu? 3-4 dakika kala ünlü deniz tarafındaki kaleye sağ taraftan bir serbest vuruş kazandık. Metin Kurt atacaktı normalde, sağ açık oydu, Büyük Mehmet geldi topun başına, Metin'i itekledi. Galatasaray tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 5 futbolcusu içinde olan, adı büyük kendi büyük, Kadırga'lı Büyük Mehmet, topu 18 içine kesti. Top sanki saniyelerce havada asılı kaldı. En yükseğe Gökmen çıktı. Kafayı kalecinin sol tarafındaki direk dibine vurdu. Sonrasını hiç birimiz hatırlamıyoruz, hatırlasak yazmaz mıyız? Sakinleşmemiz en az 5 dakika aldı.. Ben hayal mayal, Küçük Mustafa'nın, (gerçekten küçücüktü) delirdiğini hatırlıyorum. Motorla geçtik Haydarpaşa'ya. Orada biri gol sesi buraya kadar geldi dedi..O sesi çıkaranlardan bir olmanın şanını şerefini benden hiç kimse alamazdı.
Ah be İnönü Stadı, edebiyattan biraz anlasam, seni yazabilsem seni, 10 sene üst üste oscar ödülünü ben alırdım. Konuşurum, anlatırım yazamam. Sen benim çocukluğum, delikanlılığım, nesilden nesile aktardığım hasletimsin. Ali Sami Yen'den ayıramam seni, sen iki vazgeçemediğim oğlumsun. Biz seni bizden öncekilerden miras aldık, şanla şerefle bizden sonrakilere büyüterek miras bıraktık. Şimdi vakit endüstriye beyaz bayrak çekme vaktidir. Yine de sonuna kadar kahramanca savaştın, şanla şerefle direndin, yapacak bir şey yok, biz, Galatasaray taraftarı aynı şarkıyı senin için de söyleriz göz yaşlarımızla emin ol.
'' Seni yıkacak dozerin anasına selam söyle çocukluğumun kan kalesi ulu İnönü Stadı''
6 May 2013
Ağla Galatasaraylı Ağla; ŞAMPİYON 4-2 Sivasspor
Her şey, ligi kepaze olarak bitirmiş takıma 3 gün sonra transfer olan Selçuk İnan'la başladı. Fatih Terim'in gidecek yeri yoktu, mecburiyetten bir kere daha sefer görev emri çıkmıştı Grande'ye. Ama Selçuk'un gidecek pek çok yeri vardı. Ama işte, gel gelelim sarı kırmızı gözlerin hareleri, bir aslan olabilmenin büyülü coşkusu kendisini Arena'nın Aslanlı Yolu'ndan geçirmişti bir kere, geri dönüşü yoktu. Dün gece, 50 metreden gelen topu üst baldırıyla düzeltip, destansı bir çalımla son adamı geçip, kafayla topu düzeltmeye çalışıp, imkansız vuruşu Şampiyonluk golü olarak Büyük Galatasaray Taraftarının kalbine doğru yolladığı an da, o öksüz tavrımı takıp, göz pınarlarımdan iki damla yaşın önüme akmasına engel olamadım. Bu gol, bu yaşlı buğulu gözlerin gördüğü en büyük goldü. Selçuk İnan golüydü, Büyük Galatasaray'ın büyük futbolcu golüydü. Bu gol binlerce çocuğun daha, Galatasaraylı olma sebebiydi. Duran top ustaları çocuk taraftarların kahramanlarıdır. Biz çocukken kahramanımız Büyük Mehmet'ti. Biz büyüdük, delikanlılığımızda Prekazi'yi seyrettik. Çocuk Galatasaraylılarla beraber yürürken Hagi'yle buluştuk. Biz yaşlandık, Hagi'nin çocukları genç oldu ve Selçuk İnan'a denk geldik. Selçuk; Şükran ve minnetle söylüyorum ki maçın ve Galatasaray'ın kahramanısın, Milyonlarca çocuk Galatasaraylının Che Guevera'sısın. Maçla, futbolla alakası olmayan milyonlarca genç kızın duvarlarına poster olacaksın.
19. Şampiyonluğun hikayesi, sezonun bitimine 2 hafta kala başladı yazılmaya, tüyleri diken diken edecek, taraftarı her okuduğunda bir kere daha ağlatacak yazılar okuyacağız elbet. Biz önden gidelim, Şampiyonluk sarhoşluğundan henüz ayılmadan, tuzlu kuru gözlerimizi yıkamadan tarihe not düşelim. Bu Şampiyonluk 17 takımın önünde ligi bitiren bir takımın istatistiği değildir. Bütün bir Şebeke'ye karşı, Endüstriyel futbolun ali menfaatlerine karşı, tek yanlı şereften yoksun insanların oluşturduğu futbolun icra ve yargı kurullarına karşı alınmış bir futbol nişanından öte, büyük bir savaş zaferidir. Bu görülmemiş, tarihin daha önce yazmadığı meydan savaşından muzaffer çıkan bütün neferlerimize selam olsun.
Seni anlatabilmek seni Galatasaray, iyi çocuklara, kahramanlara, yalana, kahpeye, namussuza. Ve seni, dün gecenin savaş ve isyan tanrısı Melo. Kurt uyur, düşman uyur, sen uyumazsın, ben yenilmem diye hırlarsın, en umutsuz anlarda bir macera olur, avazın çıktığınca bağırırsın. Ve çıkarsın Pitbull, halayların başında mendil sallamaya. Pitbull'suz bir büyük Galatasaray orta sahası, tribünlerde haykıramayan öksüz bir çocuk gibi olur. Olmasın, olmayacak. Gitmesin, gitmeyecek.
Ard arda kaç maça çıktık son düzlüğe girdiğimizde.Her seferinde paçamızdan çekmeye çalıştılar, tutunduk her seferinde uçurumların başındaki ardıçlara, güvendik Parçalı Fil'e, Sarı Ejder'e. Her seferinde bir delik bulup uzattık kafalarımızı 19. şampiyonluğun parlattığı gök yüzüne doğru. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya, uykusuz geceler, sarhoş kafalar, kaç leylim maç hasretinden prangalar eskittik.
Seni bağırabilsem seni, dipsiz kuyulara, kayan yıldızlara Tay Burak. Küllerinden doğan çocuk, tek bacağı etmeyen futbolculara değişilen, sürgünlerden sürgün beğendirilen delikanlı. 19 mucize değil, tas tamam bir gerçektir. Ve sen bu sabah bu gerçeğin en gururlu Galatasaray futbolcususun belki de. Gol krallığı Galatasaray'ın en ucunda oynayan futbolcuların çocukluk aşkıdır. Doya doya yaşa kardeşim, Şampiyon'un gol kralı olmak, Arena'da ağlamak her futbolcunun hayali, senin gerçeğindir.
Ya sen Muslera, büyük takım kalecisi kanı daima kaynayan Güney Amerika'lı. Delikanlı gibi söyle böyle mutlukluk yaşadın mı? Galatasaray kalesinin yalnız adamı. O büyük golleri atarken Galatasaray, kendi başına sevinen, dellenen, sağa sola çırpınan adam. Ve sen Eboue, son yılların en büyük hücum beki. Savaş mangasının makineli tüfek taşıyıcısı. Matador'un Hamit'in, Gökhan'ın Dani'nin, Sabri'nin, ve tüm Fatih'in aslanlarının giydiği formanın renginin tarafı Büyük Galatasaray Taraftarının Şampiyonluğu kutlu olsun.
Asimo Semih'im, çıraklığında 2 Şampiyonluk, 1 Şampiyonlar Ligi çeyrek finali gören çocuk. Gelecek senindir, bu takımın bayrak adamı, savunmasının en büyük sigortası sensin. Ve sen Büyük Galatasaray Taraftarı, kendini aştın, Arena'daki en büyük taraftar dün geceki taraftardı. Ali Sami Yen'den 20.000 kişi gelen taraftar, 2 sene içinde diğer 30.000 seyirciyi de taraftara dönüştürdü. Tribünlerin tamamından, localardan gelen dalgaların tusunamiye dönüşmesi zaman almayacak. Şampiyonluk naralarıyla büyü.
Maç akşamlarından, Şampiyonluk gecelerine taşınan destanın kumandanı Fatih Terim. Elinde bir kadeh, bir cigara dalıp giden, Dünya'nın bütün koordinatlarına dağılmış Galatasaray taraftarlarına seni anlatabilsem seni, yokluğun cehennemin öbür adıdır. Galatasaray'sız geçen günlerindeki en büyük düşmanın benim, Şampiyonlar Şampiyonu olmadan sakın kapama gözlerini.
Zaferimiz kutlu olsun çocuklar, kurulsun masalar, asılsın bayraklar, çekilsin halaylar, kupalara layıksın sen şanlı GALATASARAY.
19. Şampiyonluğun hikayesi, sezonun bitimine 2 hafta kala başladı yazılmaya, tüyleri diken diken edecek, taraftarı her okuduğunda bir kere daha ağlatacak yazılar okuyacağız elbet. Biz önden gidelim, Şampiyonluk sarhoşluğundan henüz ayılmadan, tuzlu kuru gözlerimizi yıkamadan tarihe not düşelim. Bu Şampiyonluk 17 takımın önünde ligi bitiren bir takımın istatistiği değildir. Bütün bir Şebeke'ye karşı, Endüstriyel futbolun ali menfaatlerine karşı, tek yanlı şereften yoksun insanların oluşturduğu futbolun icra ve yargı kurullarına karşı alınmış bir futbol nişanından öte, büyük bir savaş zaferidir. Bu görülmemiş, tarihin daha önce yazmadığı meydan savaşından muzaffer çıkan bütün neferlerimize selam olsun.
Seni anlatabilmek seni Galatasaray, iyi çocuklara, kahramanlara, yalana, kahpeye, namussuza. Ve seni, dün gecenin savaş ve isyan tanrısı Melo. Kurt uyur, düşman uyur, sen uyumazsın, ben yenilmem diye hırlarsın, en umutsuz anlarda bir macera olur, avazın çıktığınca bağırırsın. Ve çıkarsın Pitbull, halayların başında mendil sallamaya. Pitbull'suz bir büyük Galatasaray orta sahası, tribünlerde haykıramayan öksüz bir çocuk gibi olur. Olmasın, olmayacak. Gitmesin, gitmeyecek.
Ard arda kaç maça çıktık son düzlüğe girdiğimizde.Her seferinde paçamızdan çekmeye çalıştılar, tutunduk her seferinde uçurumların başındaki ardıçlara, güvendik Parçalı Fil'e, Sarı Ejder'e. Her seferinde bir delik bulup uzattık kafalarımızı 19. şampiyonluğun parlattığı gök yüzüne doğru. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya, uykusuz geceler, sarhoş kafalar, kaç leylim maç hasretinden prangalar eskittik.
Seni bağırabilsem seni, dipsiz kuyulara, kayan yıldızlara Tay Burak. Küllerinden doğan çocuk, tek bacağı etmeyen futbolculara değişilen, sürgünlerden sürgün beğendirilen delikanlı. 19 mucize değil, tas tamam bir gerçektir. Ve sen bu sabah bu gerçeğin en gururlu Galatasaray futbolcususun belki de. Gol krallığı Galatasaray'ın en ucunda oynayan futbolcuların çocukluk aşkıdır. Doya doya yaşa kardeşim, Şampiyon'un gol kralı olmak, Arena'da ağlamak her futbolcunun hayali, senin gerçeğindir.
Ya sen Muslera, büyük takım kalecisi kanı daima kaynayan Güney Amerika'lı. Delikanlı gibi söyle böyle mutlukluk yaşadın mı? Galatasaray kalesinin yalnız adamı. O büyük golleri atarken Galatasaray, kendi başına sevinen, dellenen, sağa sola çırpınan adam. Ve sen Eboue, son yılların en büyük hücum beki. Savaş mangasının makineli tüfek taşıyıcısı. Matador'un Hamit'in, Gökhan'ın Dani'nin, Sabri'nin, ve tüm Fatih'in aslanlarının giydiği formanın renginin tarafı Büyük Galatasaray Taraftarının Şampiyonluğu kutlu olsun.
Asimo Semih'im, çıraklığında 2 Şampiyonluk, 1 Şampiyonlar Ligi çeyrek finali gören çocuk. Gelecek senindir, bu takımın bayrak adamı, savunmasının en büyük sigortası sensin. Ve sen Büyük Galatasaray Taraftarı, kendini aştın, Arena'daki en büyük taraftar dün geceki taraftardı. Ali Sami Yen'den 20.000 kişi gelen taraftar, 2 sene içinde diğer 30.000 seyirciyi de taraftara dönüştürdü. Tribünlerin tamamından, localardan gelen dalgaların tusunamiye dönüşmesi zaman almayacak. Şampiyonluk naralarıyla büyü.
Maç akşamlarından, Şampiyonluk gecelerine taşınan destanın kumandanı Fatih Terim. Elinde bir kadeh, bir cigara dalıp giden, Dünya'nın bütün koordinatlarına dağılmış Galatasaray taraftarlarına seni anlatabilsem seni, yokluğun cehennemin öbür adıdır. Galatasaray'sız geçen günlerindeki en büyük düşmanın benim, Şampiyonlar Şampiyonu olmadan sakın kapama gözlerini.
Zaferimiz kutlu olsun çocuklar, kurulsun masalar, asılsın bayraklar, çekilsin halaylar, kupalara layıksın sen şanlı GALATASARAY.
2 May 2013
Global Kraliyet Ailesinin Gaz Bombası; Barcelona
Dün gecenin bitimine kadar yutturdular, ta ki bir futbol makinesi takıma denk gelene kadar. Neymiş, Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük futbolcuları onlardaymış, 100.000 kişiye oynuyorlarmış, top göstermiyorlarmış, falan falan uzar gider liste. Görünen, yani netice ne diyor? Barca, oynadığı bütün maçlarda oyun üstünlüğünü uzak ara elinde tutar. Sıçan gibi oynar. Topu kaptırmamak için, geçtik korneri, serbest vuruşu, neredeyse penaltıyı bile paslaşarak kullanır. Aralarında 10 metreye paslaşarak, diğer takımı kötü oynadıklarına inandırır, bütün savunma oyuncuları Messi'ye karşı maymun olmaktan korkar, dalamaz, basamaz, sinir sistemini bozmaya oynar, timsah gibi avının hata yapmasını gerekirse 90 dakika bekler ve bir delik bulduğunda da haksız kazanç golünü bulup yürür gider.
Barca futbolu budur, Dünya'nın bana göre en kötü futbolunu oynayan büyük takımıdır. Ama bizim gibi neticenin değil de Hatice'nin sevdasının peşinde olanlar için durum farklıdır. Son 8 e kaldığımızda söylemiştim, bize çıkmasın demiştim. Eklemiştim, korktuğumdan değil, biz o maçı da çıkar oynardık. Belki elenirdik ama Melo'yu, Riera'yı Selçuk'u şehit verirdik. Bize sökmez Barca futbolu. Tribünlerde 100.000 kişi var, 100 kişi ancak bağırıyor, 50 sene önceki''tak tak taka tak, taka takak; BARCA'' başka bir melodi yok futbolseverlerin kulağına gelen, sahada oynayan futbolcuların banka cüzdanlarının toplamı Dünya'nın en az yarısı ülkenin milli servetinden fazla. Karıları, sevgilileri kralların padişahların, imparatorların rüyasında bile göremeyeceği yaratıklar. Hep bir umutla bekledim, balon ne zaman patlayacak diye? Morinho'ya güvenmiştim, İspanya'ya gittiğinde, o da kendi derdine düşmüş, monşer futbolcularıyla bu global balonu patlatamamış. Aynı damardan beslendiği için elinden bir şey gelmemiş.
İddia ediyorum, İniesta'nın istatistiğinin, Mustafa Sarp'ın istatistiğinden farkı yoktur. Elbette futbol kaliteleri aynı demiyorum, sadece istatistik okuyorum. Şu kahrolası istatistiklere oynayan futbolcuların baş çelişkisiyim. Açın CV lerine bakın, isabetsiz paslarına bakın aynıdır, koşu mesafelerinde fark yoktur, maç başına attığı goller aynı, takımlarının yediği gollerde araziye uymaları bir birlerinin kopyası. İnanmayan iki maçta yedikleri 7 gole tekrar baksın. Hiç birinde İniesta'nın suçu yok. 100. Şampiyonlar Ligine çıkmış kalecilerinin yediği golleri Muslera yese ilk başta ben saldırırım. Milli damat Pike'nin şebeğe döndüğünü seyrederken yağlarım eridi 5 kilo verdim. Kıçlarına Münih'te nişadır sürülmüştü, Camp Noi'de maçın başlamasıyla beraber deli dana gibi koşuşturdular. Hiç birinin aklına topla fazla oynayalım, klasik futbolu sahaya sunalım, 11 futbolcu kendi aramızda paslaşalım, delik arayalım felsefesini uygulayalım fikri gelmedi. Kenarda oturan Hocalarının adını ilk defa duydum, lige yeni çıkmış Rizespor ilgilenmez. Belki de bu nesil ilk defa aslan gibi, erkek gibi top oynamaya kalktı. Alışık değillerdi, delikanlı futbol oynamayı bilmiyorlardı. Futbol Tanrısı tarafından, Bavyeralılar marifetiyle çarpıldılar. Bir daha bellerini doğrultamamacasına.
Fubollarının hileli olduğunu en iyi Hocalar ve futbolcular biliyordu. Reykart, Şampiyon takımdan kaçıp bize geldi, Arena'ya sokmadım, teneke bağlayıp gönderdik. Gordiyola kaçıp kendini unutturdu. Futbolcuların gidecek yeri yok, Barcelona futbolcuları gittikleri takımlarda kulübe paspasçısı olur. Bugün Messi'yi milli takımlarda seyrediyoruz. Öyle az buz bir takım değil Arjantin. Portföyünde Dünya Şampiyonlukları var, ve Dünya'ya dağılmış futbolcularının klası, Brezilya'lılardan daha yukarıda. Bu yüzden Katalanya'dan ayrılmak hiç birinin işine gelmiyor.
Bavyera Münih, kağıttan kaplanın yutturulmuş, dayatılmış efsanesini futbol tarihi çöplüğüne attı. İki maçta aldıkları hezimet, sadece bu sezon onları saf dışı bırakmakla, hak etmedikleri kupalardan bir seneliğine mahrum etmekle kalmayacak. Önden giden, geriden gelene gelecekteki hayalini gösterir. Dün geceden itibaren, artık hiç bir takım, Real'den, Barca'dan tırsmaz. Hiç bir futbolcu karşımda benden zengin, benden daha iyi futbolcu var diye kendi futbolunu daha geriye götürmez. Proleter futbolun, his takımlarının yolu aydınlanmıştır. İki Ağalar, geri dönüş yapacağız diye hafta boyunca futbolseverleri son defa kandırmışlardır. Geri dönüş trenine binmişlerdir. İki takımda seneye değişir, uzunca bir süre Şampiyonlar Ligi kupasının hayaliyle yaşarlar.
1 Mayıs 2013 bir futbol devrimine şahit olmuştur. Bütün Dünyanın Şampiyon Kulüpler kupası hayali kuran takımları gözünüz aydın. Gözünüzde büyüttüğünüz kupayı daha önce de alan, şimdi finali oynayacak takımı kendi sahasında maymuna çevirmiştik bir zamanlar. Final maçları için ömrümüz yeter, Galatasaray'ı Şampiyon Kulüpler kupası finalinde seyretmek için çok uzun seneler beklemeyeceğiz.
Önce Boru Saa 4 Mund, Kral'ın Madrid'i, sonra 7 de sana Katalanya'nın balonu Barcelona. Yepyeni bir güneş doğdu, haklı futbol filizlendi, taraftarların şanlı dalgası tri
bünleri kaplıyor, güzel futbolun, delikanlı futbolun krampon sesleri çınlıyor.
2013 Şampiyonlar Ligi Finali'nde dinleyeceğimiz marş artık, mazlum takımların isyan marşıdır.
Barca futbolu budur, Dünya'nın bana göre en kötü futbolunu oynayan büyük takımıdır. Ama bizim gibi neticenin değil de Hatice'nin sevdasının peşinde olanlar için durum farklıdır. Son 8 e kaldığımızda söylemiştim, bize çıkmasın demiştim. Eklemiştim, korktuğumdan değil, biz o maçı da çıkar oynardık. Belki elenirdik ama Melo'yu, Riera'yı Selçuk'u şehit verirdik. Bize sökmez Barca futbolu. Tribünlerde 100.000 kişi var, 100 kişi ancak bağırıyor, 50 sene önceki''tak tak taka tak, taka takak; BARCA'' başka bir melodi yok futbolseverlerin kulağına gelen, sahada oynayan futbolcuların banka cüzdanlarının toplamı Dünya'nın en az yarısı ülkenin milli servetinden fazla. Karıları, sevgilileri kralların padişahların, imparatorların rüyasında bile göremeyeceği yaratıklar. Hep bir umutla bekledim, balon ne zaman patlayacak diye? Morinho'ya güvenmiştim, İspanya'ya gittiğinde, o da kendi derdine düşmüş, monşer futbolcularıyla bu global balonu patlatamamış. Aynı damardan beslendiği için elinden bir şey gelmemiş.
İddia ediyorum, İniesta'nın istatistiğinin, Mustafa Sarp'ın istatistiğinden farkı yoktur. Elbette futbol kaliteleri aynı demiyorum, sadece istatistik okuyorum. Şu kahrolası istatistiklere oynayan futbolcuların baş çelişkisiyim. Açın CV lerine bakın, isabetsiz paslarına bakın aynıdır, koşu mesafelerinde fark yoktur, maç başına attığı goller aynı, takımlarının yediği gollerde araziye uymaları bir birlerinin kopyası. İnanmayan iki maçta yedikleri 7 gole tekrar baksın. Hiç birinde İniesta'nın suçu yok. 100. Şampiyonlar Ligine çıkmış kalecilerinin yediği golleri Muslera yese ilk başta ben saldırırım. Milli damat Pike'nin şebeğe döndüğünü seyrederken yağlarım eridi 5 kilo verdim. Kıçlarına Münih'te nişadır sürülmüştü, Camp Noi'de maçın başlamasıyla beraber deli dana gibi koşuşturdular. Hiç birinin aklına topla fazla oynayalım, klasik futbolu sahaya sunalım, 11 futbolcu kendi aramızda paslaşalım, delik arayalım felsefesini uygulayalım fikri gelmedi. Kenarda oturan Hocalarının adını ilk defa duydum, lige yeni çıkmış Rizespor ilgilenmez. Belki de bu nesil ilk defa aslan gibi, erkek gibi top oynamaya kalktı. Alışık değillerdi, delikanlı futbol oynamayı bilmiyorlardı. Futbol Tanrısı tarafından, Bavyeralılar marifetiyle çarpıldılar. Bir daha bellerini doğrultamamacasına.
Fubollarının hileli olduğunu en iyi Hocalar ve futbolcular biliyordu. Reykart, Şampiyon takımdan kaçıp bize geldi, Arena'ya sokmadım, teneke bağlayıp gönderdik. Gordiyola kaçıp kendini unutturdu. Futbolcuların gidecek yeri yok, Barcelona futbolcuları gittikleri takımlarda kulübe paspasçısı olur. Bugün Messi'yi milli takımlarda seyrediyoruz. Öyle az buz bir takım değil Arjantin. Portföyünde Dünya Şampiyonlukları var, ve Dünya'ya dağılmış futbolcularının klası, Brezilya'lılardan daha yukarıda. Bu yüzden Katalanya'dan ayrılmak hiç birinin işine gelmiyor.
Bavyera Münih, kağıttan kaplanın yutturulmuş, dayatılmış efsanesini futbol tarihi çöplüğüne attı. İki maçta aldıkları hezimet, sadece bu sezon onları saf dışı bırakmakla, hak etmedikleri kupalardan bir seneliğine mahrum etmekle kalmayacak. Önden giden, geriden gelene gelecekteki hayalini gösterir. Dün geceden itibaren, artık hiç bir takım, Real'den, Barca'dan tırsmaz. Hiç bir futbolcu karşımda benden zengin, benden daha iyi futbolcu var diye kendi futbolunu daha geriye götürmez. Proleter futbolun, his takımlarının yolu aydınlanmıştır. İki Ağalar, geri dönüş yapacağız diye hafta boyunca futbolseverleri son defa kandırmışlardır. Geri dönüş trenine binmişlerdir. İki takımda seneye değişir, uzunca bir süre Şampiyonlar Ligi kupasının hayaliyle yaşarlar.
1 Mayıs 2013 bir futbol devrimine şahit olmuştur. Bütün Dünyanın Şampiyon Kulüpler kupası hayali kuran takımları gözünüz aydın. Gözünüzde büyüttüğünüz kupayı daha önce de alan, şimdi finali oynayacak takımı kendi sahasında maymuna çevirmiştik bir zamanlar. Final maçları için ömrümüz yeter, Galatasaray'ı Şampiyon Kulüpler kupası finalinde seyretmek için çok uzun seneler beklemeyeceğiz.
Önce Boru Saa 4 Mund, Kral'ın Madrid'i, sonra 7 de sana Katalanya'nın balonu Barcelona. Yepyeni bir güneş doğdu, haklı futbol filizlendi, taraftarların şanlı dalgası tri
bünleri kaplıyor, güzel futbolun, delikanlı futbolun krampon sesleri çınlıyor.
2013 Şampiyonlar Ligi Finali'nde dinleyeceğimiz marş artık, mazlum takımların isyan marşıdır.
30 Nis 2013
Futbola Lanet Ettirenler; Emre Çolak
Tatil köylerinde olurdu böyle animatörler, futbol topuyla cambazlık yaparlardı. Geçen yıl Beyoğlu'nda görmüştüm, çocuk topla kedinin yumakla oynadığı gibi oynuyordu, top sektirirken takla atıyordu, daha geçen maç Arena Aslanlı Yolda topu iyi sektirenlere atkı dağıtıyorlardı. Biraz seyrettim atkıyı alabilmek için saatlerce top sektirebilecek taraftarlar vardı. Biri 20 dakika sektirdi, sıkıldım izlemeyi bıraktım, koy 1 saat sonra oynayacak takıma banko oynasın şov yapsın o derece. Yıllar önce Karaköy'de banka memuruyduk, peşine takılırdık öğle paydoslarında rastlarsak. Hava güzel olduğunda bir deli peyda olurdu. Eskiden milli olmuş falan derlerdi, kafasında top sektirerek Galata Köprüsünden geçer, Cağaloğlu'na çıkar İstanbul turu atardı. Hatta top sektirirken gazete verirler eline okurdu. Bu yaşıma kadar unutulmaz top cambazları seyrettim. İddia ediyorum hala her mahallede sirklerde gösteri yapacak yetenekte çocuk bulursunuz.
Beşiktaş'lı Muhammed misal, 8 yaşındaki Muhammed, 8 yaşındaki Messi'den daha aşağı değildi. Bir Oğuz Sebankay vardı Galatasaray'da, çocukken seyretmiştim, her sezon kendisini ilk 11 yazardım. Bir Serdar Özkan, bir Özer Hurmacı, şeytanla maç etseler kramponu ters giydiriler. Emre Çolak'tan bahsediyorum aslında. Galatasaray'da her znesil imam futbolcu kontenjanı olmuştur. Senaryoyu her zaman tersten okuduğum için içimden vesvese eksik olmaz. Hagi'nin gelişinde bile kıllanmıştım, bizimkiler Hagi'yi hacı sandı diye. O zamanki büyük takım Cuma namazı mürettebatıydı, Arif, Hakan'lar, Emre, Okan...., Acaba Emre Çolak'ta bu kontenjandan mı takımda tutuluyor diyeceğim ama değil. Adam imam ama top cambazı. Maçlar teker kişi oynansa ben Galatasaray futbolcu gurubundan Emre Çolak'la oynarım. Kafasında beyin olmadığı için pas verme, şut çekme, çalım atma, ver kaça girme gibi seçenekleri işaretleyemeyeceğinden yeteneğiyle baş başa kalacak. Bitmez tükenmez enerjisi, her topa bulaşması, en az top kadar mesafe kat edebilmesi, rakibe illallah dedirtir. Maçlar 20 kişi oynansa takıma almam. Kafatasının içinde beyni olmayan futbolcuya limon taşıtmam.
Ben hoca olsam, Emre Çolak'a idman falan yaptırmam, takımla çalışmasına izin vermem. Gönderirim Tübitak'a Matematik, Fizik, Biyoloji, Geometri, Tanjant, Kotenjant,,, ne varsa, hangi pozitif bilim varsa öğrensin. Adam topla oynamasını biliyor, ama futbol oynamasını bilmiyor. Bilimden başarıyla diploma aldıktan sonra, vereceksin bir kumarbazın yanına staj yapacak. Sergen'den, Tugay'a, Rıdvan'a büyük futbolcularımız aynı zamanda iyi birer kumarbazdı. Kumarı herkesin sandığının aksine akılsızlar değil, akıllılar oynar, akılsızların parasını almak için. Satranç, briç bilmeyene forma vermem ben hoca olsam. Tanımam etmem ama iddia ediyorum Emre Çolak hayatında iskambil kağıdını eline almamıştır. Tavla oynamasını bile bilmez.
Geçen yıl gözümüze perde inmişti. Tarihinin en kötü futbol takımın seyretmiş taraftar, kim olsa, oynayanları Maradona tadında seyredecekti. Engin Baytar, Emre Çolak' biraz da bu yüzden idare etti. Avrupa kupası maçları yoktu, Galatasaray ligi forselemiş gidiyor, kendinden daha iyi takımla karşılaşmıyordu. Bu sene kısmen er meydanlarına çıktık, Eğer Sarı Ejder, Parçalı Fil gelmeyip de, Emre Çolak'a Engin Baytar'a kalsaydık, biz bu ligi Şampiyon falan bitiremezdik.
Bu boyda bu fizikte futbolcu olacaksan adın Maradona olacak, Saviola olacak, Messi olacak, değilse başka bir yolu daha var. Adın Emre Çolak'sa Fatih Terim'in manevi oğlu olup yürüyeceksin. Bir patronum vardı, kovacağı, sevmediği adamı, yükseltir, maaşına 4 misli zam yapar, müdür, genel müdür yapardı. Altına şoförlü araba verir, emrine sekreter bağlar ne oldum delisi yapardı. Altındaki elemanlar başlarındaki bu yeteneksiz müdürün şansına küfür eder, kendilerinin ne kadar bahtsız olduğuna hayıflanırlardı. Hak etmediği lüks yaşama anında konsantre olan eleman, boyut değiştirip sınıf atlardı. Geri dönüşün imkansız olduğu bir anda patron işten kovar, eleman bir daha iflah olmaz bir sefalete düşerdi. Emre Çolak'ın ayağına top geldiği anda inanın aklıma bizim Servet müdür aklıma gelir, adı aklımdan asla çıkmaz. İddia ediyorum Emre Çolak Galatasaray'dan ayrılsın PTT liginde bir takımda banko oynasın, Nurettin yüzünden Arena'da anırmıştım ya, Emre için danalar gibi böğürürüm.
Emre Çolakspor futbolcuları Antrenör travmasıdır. Reykart'tan, Hagi'ye, Bülent Ünder'i saymıyorum, Fatih Terim'e kadar hangi hoca olursa olsun beynini bunaltır. 24 saat hafta boyunca beraberler, kim bilir neler yapıyor antrenmanlarda ki hocalar mecbur kalıyor oynatmaya. Top kaptırma ustası, istatistik tutulsa kesin Dünya rekoru kendisinindir. Her maç dikkat edin her maç, üstelik çoğu maç biterken kaptırdığı lüzumsuz toplar kalemize gol pozisyonu olarak döndü. Bunlardan 2 tanesi daha girseydi şimdi Şampiyon olabilmek için kan işiyor olacaktık. Yerden kalkmıyor, ikili mücadelelerden ya faul alarak, ya faul yaparak ayrılıyor. Pas vereceği yerde şut çekip, şut çekeceği yerde pas veriyor. Korneri yetiştiremiyor, serbest vuruş kullanamıyor. Penaltı olsa attırmazlar. İhtiyaç olsa kaleye geçiremezsin, taraftarın çoğu kendisinden nefret ediyor, Galatasaray formasını giymeyi bıraksa bir kişi aramaz hatırlamaz. Oyuna girerken umutlanan tek bir Galatasaray taraftarı olmaz.
Kafa ütülemediysem çocuklar, Emre Çolak Galatasaray futbolcusu değildir, bereket yolu ve ömrü Galatasaray'da bitmek üzeredir. Önümüzdeki sezon kesin olmayacaktır. Ben dayanamıyorum, dayanabilen taraftarımıza da Eyüp Sultan sabrı için şükran ve minnetlerimi sunuyorum.
Beşiktaş'lı Muhammed misal, 8 yaşındaki Muhammed, 8 yaşındaki Messi'den daha aşağı değildi. Bir Oğuz Sebankay vardı Galatasaray'da, çocukken seyretmiştim, her sezon kendisini ilk 11 yazardım. Bir Serdar Özkan, bir Özer Hurmacı, şeytanla maç etseler kramponu ters giydiriler. Emre Çolak'tan bahsediyorum aslında. Galatasaray'da her znesil imam futbolcu kontenjanı olmuştur. Senaryoyu her zaman tersten okuduğum için içimden vesvese eksik olmaz. Hagi'nin gelişinde bile kıllanmıştım, bizimkiler Hagi'yi hacı sandı diye. O zamanki büyük takım Cuma namazı mürettebatıydı, Arif, Hakan'lar, Emre, Okan...., Acaba Emre Çolak'ta bu kontenjandan mı takımda tutuluyor diyeceğim ama değil. Adam imam ama top cambazı. Maçlar teker kişi oynansa ben Galatasaray futbolcu gurubundan Emre Çolak'la oynarım. Kafasında beyin olmadığı için pas verme, şut çekme, çalım atma, ver kaça girme gibi seçenekleri işaretleyemeyeceğinden yeteneğiyle baş başa kalacak. Bitmez tükenmez enerjisi, her topa bulaşması, en az top kadar mesafe kat edebilmesi, rakibe illallah dedirtir. Maçlar 20 kişi oynansa takıma almam. Kafatasının içinde beyni olmayan futbolcuya limon taşıtmam.
Ben hoca olsam, Emre Çolak'a idman falan yaptırmam, takımla çalışmasına izin vermem. Gönderirim Tübitak'a Matematik, Fizik, Biyoloji, Geometri, Tanjant, Kotenjant,,, ne varsa, hangi pozitif bilim varsa öğrensin. Adam topla oynamasını biliyor, ama futbol oynamasını bilmiyor. Bilimden başarıyla diploma aldıktan sonra, vereceksin bir kumarbazın yanına staj yapacak. Sergen'den, Tugay'a, Rıdvan'a büyük futbolcularımız aynı zamanda iyi birer kumarbazdı. Kumarı herkesin sandığının aksine akılsızlar değil, akıllılar oynar, akılsızların parasını almak için. Satranç, briç bilmeyene forma vermem ben hoca olsam. Tanımam etmem ama iddia ediyorum Emre Çolak hayatında iskambil kağıdını eline almamıştır. Tavla oynamasını bile bilmez.
Geçen yıl gözümüze perde inmişti. Tarihinin en kötü futbol takımın seyretmiş taraftar, kim olsa, oynayanları Maradona tadında seyredecekti. Engin Baytar, Emre Çolak' biraz da bu yüzden idare etti. Avrupa kupası maçları yoktu, Galatasaray ligi forselemiş gidiyor, kendinden daha iyi takımla karşılaşmıyordu. Bu sene kısmen er meydanlarına çıktık, Eğer Sarı Ejder, Parçalı Fil gelmeyip de, Emre Çolak'a Engin Baytar'a kalsaydık, biz bu ligi Şampiyon falan bitiremezdik.
Bu boyda bu fizikte futbolcu olacaksan adın Maradona olacak, Saviola olacak, Messi olacak, değilse başka bir yolu daha var. Adın Emre Çolak'sa Fatih Terim'in manevi oğlu olup yürüyeceksin. Bir patronum vardı, kovacağı, sevmediği adamı, yükseltir, maaşına 4 misli zam yapar, müdür, genel müdür yapardı. Altına şoförlü araba verir, emrine sekreter bağlar ne oldum delisi yapardı. Altındaki elemanlar başlarındaki bu yeteneksiz müdürün şansına küfür eder, kendilerinin ne kadar bahtsız olduğuna hayıflanırlardı. Hak etmediği lüks yaşama anında konsantre olan eleman, boyut değiştirip sınıf atlardı. Geri dönüşün imkansız olduğu bir anda patron işten kovar, eleman bir daha iflah olmaz bir sefalete düşerdi. Emre Çolak'ın ayağına top geldiği anda inanın aklıma bizim Servet müdür aklıma gelir, adı aklımdan asla çıkmaz. İddia ediyorum Emre Çolak Galatasaray'dan ayrılsın PTT liginde bir takımda banko oynasın, Nurettin yüzünden Arena'da anırmıştım ya, Emre için danalar gibi böğürürüm.
Emre Çolakspor futbolcuları Antrenör travmasıdır. Reykart'tan, Hagi'ye, Bülent Ünder'i saymıyorum, Fatih Terim'e kadar hangi hoca olursa olsun beynini bunaltır. 24 saat hafta boyunca beraberler, kim bilir neler yapıyor antrenmanlarda ki hocalar mecbur kalıyor oynatmaya. Top kaptırma ustası, istatistik tutulsa kesin Dünya rekoru kendisinindir. Her maç dikkat edin her maç, üstelik çoğu maç biterken kaptırdığı lüzumsuz toplar kalemize gol pozisyonu olarak döndü. Bunlardan 2 tanesi daha girseydi şimdi Şampiyon olabilmek için kan işiyor olacaktık. Yerden kalkmıyor, ikili mücadelelerden ya faul alarak, ya faul yaparak ayrılıyor. Pas vereceği yerde şut çekip, şut çekeceği yerde pas veriyor. Korneri yetiştiremiyor, serbest vuruş kullanamıyor. Penaltı olsa attırmazlar. İhtiyaç olsa kaleye geçiremezsin, taraftarın çoğu kendisinden nefret ediyor, Galatasaray formasını giymeyi bıraksa bir kişi aramaz hatırlamaz. Oyuna girerken umutlanan tek bir Galatasaray taraftarı olmaz.
Kafa ütülemediysem çocuklar, Emre Çolak Galatasaray futbolcusu değildir, bereket yolu ve ömrü Galatasaray'da bitmek üzeredir. Önümüzdeki sezon kesin olmayacaktır. Ben dayanamıyorum, dayanabilen taraftarımıza da Eyüp Sultan sabrı için şükran ve minnetlerimi sunuyorum.
28 Nis 2013
Gavur Eziyeti Devam Ediyor; Gaziantep 0-1 Galatasaray

Ben aslında bu gece oynadığımız maçı çok iyi oynasak bile yazmayı düşünmüyorum. Son yılların en berbat maçını oynadığımızı yazıyorum. Tek tek iğrenç oynayanları yazmayacağım da, şunu söylemeden geçemeyeceğim. Hamit sıfır olumlu pas trafiğiyle oynadı. Bence kariyerinin en kötü maçını oynayarak inanılması güç bir rekor kırdı. Yalama Türk Spor medyasının Melo'dan korktuğu için parlatmaya çalıştığı Yekta veremi, ikinci yarıya yerini Emre Çolak kolerasına bıraktı. Biz yazmaktan bıktık, aslında yazmaya bile gerek yok 3 maç daha katlanacağız sonra unutup gideceğiz de biraz ayıp oluyor. Bu takımda Emre Çolak adında bir futbolcunun forma giymesini benim içim kaldırmıyor. Adamda omurilik problemi var, denge sorunu var. Futbol aklı zaten sıfırın çok altında, yine son saniyede bom boşken kaptırdığı top gol oluyordu. Bilerek yaptığını düşünüyorum, bu sene her maç banko oynasaydı, kesinlikle Şampiyon olamazdık.
Boklu Dere son dakika penaltısıyla galip gelmiş. Pozisyona baktığımda Bobo, sisteme bir kıyak yapıp topu ellemiş. Baroni topu bu sefer yatır tarafındaki kaleye atmış ve cehennem azabını 1 hafta daha çektirmek istemiş. Ben kendi payıma ilk defa Fenerbahçe kazandığı için üzülmedim. Bu gece Şampiyona yakışmayan bir futbol oynadık, bu oyunla, bir balık golle gelen galibiyetten sonra Şampiyonluk sevinci yaşamak istemezdim. Belki de futbolcular bile aynı fikirdeydi. Olamaz mı? bence öyledir. Yolda, uçakta geçecek bir Şampiyonluk sevinci, karşılamaya gelmeyecek coşkusuz bir taraftar bir hafta daha beklesin. Arena süslensin, Şampiyonluk bayrakları İstanbul'a dalga dalga yayılsın. Barlarda eğlenilsin, büyük ayranlar devrilsin, sazlar çalsın, takım biraz daha büyüsün.
Galatasaray 19. Şampiyonluğu aldı, önümüzdeki sezon 4. yıldız takılacak da bu sene ben 3. yıldızı takıyorum. 15. Şampiyonluğuma çıkıyorum.
20 Nis 2013
Sanika Boru Sana Değil Gakkoş; Galatasaray 3-1 ŞEBEKE
Maç, sıradaki lig maçıydı sadece. Elazığ maçı ligin 9. maçı olsaydı bu kadar önemi olmayacaktı. Son düzlüğe girilmiş artık, bundan sonra antrenmanda A2 takımıyla oynanacak maç bile önemli. Bu maçlara bizden çok daha fazla önem verenler vardı. Satılmış, sülük, kemik yalayıcı mayın eşşekleri Türk Spor Medyası ve onları mayın tarlalarına sürüp Papermoon'da yemek yiyen, viski puro içen Spor Oligarşisi. Bu maçı maç yazısı olmaktan çıkarıp, bir isyancının başkaldırısı olarak yazıyorum. Geçen yıldan kalma kuyruk acıları vardı Pitbull'a. Riera'yı dövdüğünde saldırdılar önce, gelmesin diye fallara yattılar. Yerine Yekta oynar dediler, hiç sebepsiz 4 maç ceza verdiler, onun oynamadığı maçlarda Galatasaray'ı doğradılar. Pitbull'suz köyde değneksiz gezdiler. Kolpayı Grande yemedi, onun ne kadar büyük bir futbolcu olduğunu en az büyük Galatasaray Taraftarı kadar biliyordu. Pitbull son virajı kudurarak döndü, son düzlükte de bulduğu her gedikte de çişini yaptı. Son düzlük dediğimize bakmayın, öyle kafa kafaya, göğüs göğüse bir yarış yok. Aradaki puan farkını saymıyorum, aradaki oyun farkını gördüğümde, 4 puan fark en yakın rakibe değil, koskoca bir ŞEBEKE'ye atıldığını görüp takımla bir kere daha iftihar ediyorum. Felipe Melo sen bu takımın İsyan Tanrısı'sın. Drogba dahil-ki doyamadım, doyamam- bütün takım bir yana sen bir yanasın benim için. Merak ediyorum şu an Juventus'un ön liberosu kim acaba, Brezilya Ulusal Takımında 10 numara kim oynuyor. Bunların başındaki hocalar zır deli. Gerekirse kalecisiz oynanacak, Melo'suz oynanmayacak. Kudurun şebekler, Gökhan Zan'ın cezasını takımda oynasın da hata yapsın diye erteleyip, başlarının püsküllü belası Melo'yu katmerli cezalara çarptıranlar, Galatasaray belanızı versin.
Bu dayanılır bir eziyet değil. Aynı şey bizim başımıza gelse biz çoktan ligi bırakmıştık. Her hafta bir başka biçimde Galatasaray maçını kur, Galatasaray kazansın, arkadan Fenerbahçe maçını kur, tek atak, tek gol pozisyonuyla 3 puan alıp, aradaki puan farkını Kadıköy'e taşısın. Dokuz canlı mübarekler. Evliya şansını geçtik, Evliya sabrı var. Timsah gibi asırlarca hareketsiz bekleyebiliyorlar. En ufak bir mucizeden medet bekleyip morallerini yüksek tutuyorlar. Her sonuca sevinebilen tür bunlar. Fakat aynı zevk bende de var. Puan farkı açılsın istemiyorum. 5 maç daha kan işesinler. Eğer kazayla bu hafta puan kaybederlerse bize Kadıköy'de Şampiyon olduk dedirtmez bu hırsız çetesi. Maçları bırakır, haftaya bilerek yenilir, hatta sahalarını bile kapattıracak ceza aldırırlar. Bana kalsa Kadıköy'e aynı puanla gidelim derim, eğer bir imkan olsa da Galatasaray'ın 4 puanını yenilmeden masa başında silseler en çok ben sevinirim. Bunlara Kadıköy'de bir kere daha geçirip kupayı alırsak bu yarayı en az 10 sene atlatamazlar.
Şimdi maça dönelim. Cuma maçı, metro yolculuğu ve tribünlerin çoğu Pitbull'un füzesini göremedi. Uzun eşşek İveşa'dan dönen topu Tay Burak ağların içinden ultrAslan'a doğru gönderdiğinde hakem rahatladı. Aynı şekilde maçı seyreden Fenerbahçe çanak yalayıcı güruh da. Arkadan Mavi Fil koyunca Bülent Hoca bu maçı ben bile kurtaramam dercesine huzura erdi. Her zaman söylediğim bir laf vardır, Türk Futbol Hocaları için. Yılmaz Vural benim için futbolu en iyi bilen hocadır. Küçük takımların, büyük maç hocasıdır. Ben 20 dakika 10 maç seyredeyim, hangisinin Yılmaz Vural takımı olduğunu anlarım. Maça artı eksi somut hoca etkisi gösterir. Ya puan alıp can yakar, ya da hezimete uğrar. Dünya'nın en çok ofsayttan doğan en direkt atış kullanan hocasıdır. Bizim kulübe bunu dikkate almadı, belki de futbolcular benim kadar Yılmaz Vural'ı tanımıyorlardı. Santra çizgisinin hemen gerisinde dizili savunma, her ne kadar çağ dışı kalmış bir sistem ise de hala gebermediğini dün gece gösterdi. O kadar usta ayakları, kafaları, Hamit'leri, Drogba'ları, Selçuk'ları defalarca ofsayta düşürüp hezimeti engelledi. Ofsayt, küçük takımın, atakları enerji kullanmadan bertaraf etmede kullandığı biricik yoldur. Sırat köprüsüdür aynı zamanda. Geçtin yırttın, geçemezsen Cehennem'in dibini boylarsın. Pokerde blöf yapmaktır, kaçırdın kazandın, gördüler zehirli sarmaşığa tırmandın.
Bizim takım 11 futbolcudan oluşuyor. 11. adamla 12. adam arası Melo ile Mustafa Sarp ön liberoları arasındaki fark kadar açık. Yabancı kontenjanı dolayısıyla, Sarı Ejder yerine Yekta vardı sahada. Hani o Melo'yu atıp, yerine oynatacağımız 1.55 lik futbolcumuz. Unutulmaz bir ilk yarı oynadı Yekta. Hani ilk yarıda Melo biraz kötü oynasa, sülük medya bugün takıma monte ettirmek için son bir hamle daha yapardı. Ama işte eti ne budu ne. Oynayacağı en büyük maçını oynadı, ikinci yarı patladı. Bu boyda, bu fizikte futbolcu olacaksan adın Emre Çolak, adın Yekta Kurtuluş olmayacak. Messi isen, Saviola isen ekmek var artık bu boydaki futbolcular. Okan Buruk şimdi oynuyor olsa ezilir gider, top göstermezlerdi. Aydın ileride Drogba ile aynı takımda oynadım diye hava atacak. Atsın, ben Aydın'a teşekkür borçluyum tüm Galatasaray taraftarı gibi. Aydın Braga'ya o golü atmasa dün gece Drogba işi gücü olmadığını düşünelim, Eboue'nin misafiri olarak en fazla tribünden maçı seyrederdi. İnsan üstü, futbolcu üstü bir yaratık seyrettik. Tüpçü bana danışsa, dese ki, bu sezon da süper final yapalım mı? diye sorsa. Yapalım hem de biz Şampiyon olursak bir kere daha yapalım derim. 4 maç sonra bu büyük futbolcuyu seyredemeyeceğiz uzun bir süre. Maçlar bitmesin, bitse bile halı saha turnuvaları düzenlensin.
Dedik, 12. adam sıkıntısı çekiyoruz. Amrabat oyuna bir giriyor, kafası kopuk tavuk misali, topu gol posta kadar getiriyor, sanki milyonlarca seçenek işaretleyecek. Satranç oynuyormuş gibi düşünüp, mutlaka yanlış tercihi işaretliyor. Bence Amrabat'a antrenman yaptırılacağına, takımdan ayrı Tübitak'a göndermeli orada matematik, fizik, kimya dersi almalı. Amrabat'ın antrenmana ihtiyacı yok Grande, ona özel bir Aynştayn bulun öyle çalıştırın.
13. adam her maç değişiyor, Engin Baytar unutuldu gittiğine göre Emre Çolak bu maçlığına yerini Aydın'a bıraktı. Ben Aydın'ın yerinde olsam Drogba'nın evinin bahçesine çadır kurar, tuvalete gitse bile peşinden ayrılmam. Bildiklerinin çeyreğini öğretse Aydın Dünya'nın her takımında banko oynar. Emre Belozoğlu akıllı futbolcuydu, Hagi'yle beraber aldığı abdestle 15 senedir namaz kılıyor, bir 5 sene daha kılar. Tay Burak'a da ayrı bir antrenman metodu bulmak lazım. Acemi birliklerinde yaptırılır, hizada yürümek için bir uzun sırık tutturulur erlere öyle yürütülür. Burak ofsaytı bilmiyor, denge problemi var, son oyuncuyu veya hakemi kerkenez alamıyor. Her maç aptalcasına bir kaç kere ofsayta yakalanıp, pozisyonu harcadığı gibi gereksiz enerji kaybediyor. Golcü bencilliğini de yenmesi lazım. Pas veremiyor, belki beyni bencilliğinden dolayı pas vermesini engelliyor. Ben kendi istatistiğine çalıştığını düşünüyorum. Sanki Burak olmasa bu Drogba her maç en az 3 gol atar gibi geliyor bana. Sağlam bir indiregandi yaparsa Ünal Başkan, elimizdeki malın borsa değeri tavan yapmışken çaksın gitsin. Burak'ı yedek bekletemezsin, oynatsan 18 tane atmış, belki başkası 28 tane atacak bilemezsin. Tam bir antrenör travmasıdır Burak. Bize ne Grande düşünsün.
Golleri izlemedim, Medya maymunlarını zaten hayatta seyretmem, 2 senedir gazetede yazan sülükleri okumam. Yorgunluktan daha yeni yazabildim. Hakem, Galatasaray erken koptuğu için ucuz yırttı, belki sonraki maçları düşünerek kıllık yaptı bilemem. Ama Melo'nun sıyrıldığı pozisyonda bizden 3 kişi daha kaleciye en yakın pozisyondaydılar. Hakem sarı kart bile vermedi, atsa maçın suni dengesi değişecek, zaten güçsüz Elazığ baştan mahvolacaktı. Belki maçın zevkinin içine etmek istemedi. Netice de hakem de olsa o da maçı seyrediyor. Hem de hepimizden daha yakından seyrediyor. Emir komuta almadıysa lafım yok, ben hakem olsam ben de aynısını yapardım. Hatta maç biraz daha zevkli olsun diye Elazığ'a bir penaltı verir, bir ofsaytını görmezdim. Ki zaten maça 10 dakika geç gelen Galatasaray seyircisi( Taraftarı demiyorum, onlar maç bittikten sonra ayrılmadı, takımı tekrar sahaya çıkardı) metroya yetişeceğim diye 15 dakika kala tribünleri terk etmezdi. Maç bitmeden maçtan giden Galatasaray seyircisine ben taraftar demem. Real Madrid maçı potaya girdiği için gece 12 ye kadar nöbet bekleyenler, dün gece çekip gittiler. Hakeme yalvarıp, maçı bir 5 dakika daha uzat diyeceklerine maç bitmeden çıkanlara söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu Galatasaray'a yakışmıyor, maç 90 dakika değil, ben bu yaşta hala Muslera'dan önce tribüne çıkıp, stadın kapılarını kilitleyip öyle ayrılıyorum. Drogba'yı ısınırken değil, yolda yürürken bile seyretmeye giderim ben.
Grande tribünde 2 de 2 yaptı. 6 da 6 yapıp seneye 3 maç izinli takılacak. Durduramadılar akan Cim Bom selini. Şimdi süpürsün çapulcular bizim geçtiğimiz yerleri. Gözünüz Ankara'da değil, İkitelli'de olsun. Belediye- Gaziantep maçı var. Sonraki haftalarda kurulmuş bir puştluk varsa bu maçtan operasyona başlayacaklar. Ben hesap etmedim, bir zahmet siz hesap edin, hangi skor Şebeke'nin işine geliyor ise o skor aldırılacaktır. Hepiniz rahat ve huzurlu bir Galatasaraylı hafta sonu geçirin, tuttuğunuz takımın kıymetini bilin, en çok da 10 yaşın altındaki taraftarımızı kıskandığımı itiraf edeyim. Drogba ile büyüyün çocuklar. Maalesef Servet Çetin kazmasıyla başlayan Arena gol hayatı ilk dalyayı Parçalı Fil'le yaptı.
Biz küçükken bir galibiyet tezahüratı,'' Dünya benim oldu, korkularım boşmuş, meğer Cim Bom Bom'um boru döşüyormuş''
Bu dayanılır bir eziyet değil. Aynı şey bizim başımıza gelse biz çoktan ligi bırakmıştık. Her hafta bir başka biçimde Galatasaray maçını kur, Galatasaray kazansın, arkadan Fenerbahçe maçını kur, tek atak, tek gol pozisyonuyla 3 puan alıp, aradaki puan farkını Kadıköy'e taşısın. Dokuz canlı mübarekler. Evliya şansını geçtik, Evliya sabrı var. Timsah gibi asırlarca hareketsiz bekleyebiliyorlar. En ufak bir mucizeden medet bekleyip morallerini yüksek tutuyorlar. Her sonuca sevinebilen tür bunlar. Fakat aynı zevk bende de var. Puan farkı açılsın istemiyorum. 5 maç daha kan işesinler. Eğer kazayla bu hafta puan kaybederlerse bize Kadıköy'de Şampiyon olduk dedirtmez bu hırsız çetesi. Maçları bırakır, haftaya bilerek yenilir, hatta sahalarını bile kapattıracak ceza aldırırlar. Bana kalsa Kadıköy'e aynı puanla gidelim derim, eğer bir imkan olsa da Galatasaray'ın 4 puanını yenilmeden masa başında silseler en çok ben sevinirim. Bunlara Kadıköy'de bir kere daha geçirip kupayı alırsak bu yarayı en az 10 sene atlatamazlar.
Şimdi maça dönelim. Cuma maçı, metro yolculuğu ve tribünlerin çoğu Pitbull'un füzesini göremedi. Uzun eşşek İveşa'dan dönen topu Tay Burak ağların içinden ultrAslan'a doğru gönderdiğinde hakem rahatladı. Aynı şekilde maçı seyreden Fenerbahçe çanak yalayıcı güruh da. Arkadan Mavi Fil koyunca Bülent Hoca bu maçı ben bile kurtaramam dercesine huzura erdi. Her zaman söylediğim bir laf vardır, Türk Futbol Hocaları için. Yılmaz Vural benim için futbolu en iyi bilen hocadır. Küçük takımların, büyük maç hocasıdır. Ben 20 dakika 10 maç seyredeyim, hangisinin Yılmaz Vural takımı olduğunu anlarım. Maça artı eksi somut hoca etkisi gösterir. Ya puan alıp can yakar, ya da hezimete uğrar. Dünya'nın en çok ofsayttan doğan en direkt atış kullanan hocasıdır. Bizim kulübe bunu dikkate almadı, belki de futbolcular benim kadar Yılmaz Vural'ı tanımıyorlardı. Santra çizgisinin hemen gerisinde dizili savunma, her ne kadar çağ dışı kalmış bir sistem ise de hala gebermediğini dün gece gösterdi. O kadar usta ayakları, kafaları, Hamit'leri, Drogba'ları, Selçuk'ları defalarca ofsayta düşürüp hezimeti engelledi. Ofsayt, küçük takımın, atakları enerji kullanmadan bertaraf etmede kullandığı biricik yoldur. Sırat köprüsüdür aynı zamanda. Geçtin yırttın, geçemezsen Cehennem'in dibini boylarsın. Pokerde blöf yapmaktır, kaçırdın kazandın, gördüler zehirli sarmaşığa tırmandın.
Bizim takım 11 futbolcudan oluşuyor. 11. adamla 12. adam arası Melo ile Mustafa Sarp ön liberoları arasındaki fark kadar açık. Yabancı kontenjanı dolayısıyla, Sarı Ejder yerine Yekta vardı sahada. Hani o Melo'yu atıp, yerine oynatacağımız 1.55 lik futbolcumuz. Unutulmaz bir ilk yarı oynadı Yekta. Hani ilk yarıda Melo biraz kötü oynasa, sülük medya bugün takıma monte ettirmek için son bir hamle daha yapardı. Ama işte eti ne budu ne. Oynayacağı en büyük maçını oynadı, ikinci yarı patladı. Bu boyda, bu fizikte futbolcu olacaksan adın Emre Çolak, adın Yekta Kurtuluş olmayacak. Messi isen, Saviola isen ekmek var artık bu boydaki futbolcular. Okan Buruk şimdi oynuyor olsa ezilir gider, top göstermezlerdi. Aydın ileride Drogba ile aynı takımda oynadım diye hava atacak. Atsın, ben Aydın'a teşekkür borçluyum tüm Galatasaray taraftarı gibi. Aydın Braga'ya o golü atmasa dün gece Drogba işi gücü olmadığını düşünelim, Eboue'nin misafiri olarak en fazla tribünden maçı seyrederdi. İnsan üstü, futbolcu üstü bir yaratık seyrettik. Tüpçü bana danışsa, dese ki, bu sezon da süper final yapalım mı? diye sorsa. Yapalım hem de biz Şampiyon olursak bir kere daha yapalım derim. 4 maç sonra bu büyük futbolcuyu seyredemeyeceğiz uzun bir süre. Maçlar bitmesin, bitse bile halı saha turnuvaları düzenlensin.
Dedik, 12. adam sıkıntısı çekiyoruz. Amrabat oyuna bir giriyor, kafası kopuk tavuk misali, topu gol posta kadar getiriyor, sanki milyonlarca seçenek işaretleyecek. Satranç oynuyormuş gibi düşünüp, mutlaka yanlış tercihi işaretliyor. Bence Amrabat'a antrenman yaptırılacağına, takımdan ayrı Tübitak'a göndermeli orada matematik, fizik, kimya dersi almalı. Amrabat'ın antrenmana ihtiyacı yok Grande, ona özel bir Aynştayn bulun öyle çalıştırın.
13. adam her maç değişiyor, Engin Baytar unutuldu gittiğine göre Emre Çolak bu maçlığına yerini Aydın'a bıraktı. Ben Aydın'ın yerinde olsam Drogba'nın evinin bahçesine çadır kurar, tuvalete gitse bile peşinden ayrılmam. Bildiklerinin çeyreğini öğretse Aydın Dünya'nın her takımında banko oynar. Emre Belozoğlu akıllı futbolcuydu, Hagi'yle beraber aldığı abdestle 15 senedir namaz kılıyor, bir 5 sene daha kılar. Tay Burak'a da ayrı bir antrenman metodu bulmak lazım. Acemi birliklerinde yaptırılır, hizada yürümek için bir uzun sırık tutturulur erlere öyle yürütülür. Burak ofsaytı bilmiyor, denge problemi var, son oyuncuyu veya hakemi kerkenez alamıyor. Her maç aptalcasına bir kaç kere ofsayta yakalanıp, pozisyonu harcadığı gibi gereksiz enerji kaybediyor. Golcü bencilliğini de yenmesi lazım. Pas veremiyor, belki beyni bencilliğinden dolayı pas vermesini engelliyor. Ben kendi istatistiğine çalıştığını düşünüyorum. Sanki Burak olmasa bu Drogba her maç en az 3 gol atar gibi geliyor bana. Sağlam bir indiregandi yaparsa Ünal Başkan, elimizdeki malın borsa değeri tavan yapmışken çaksın gitsin. Burak'ı yedek bekletemezsin, oynatsan 18 tane atmış, belki başkası 28 tane atacak bilemezsin. Tam bir antrenör travmasıdır Burak. Bize ne Grande düşünsün.
Golleri izlemedim, Medya maymunlarını zaten hayatta seyretmem, 2 senedir gazetede yazan sülükleri okumam. Yorgunluktan daha yeni yazabildim. Hakem, Galatasaray erken koptuğu için ucuz yırttı, belki sonraki maçları düşünerek kıllık yaptı bilemem. Ama Melo'nun sıyrıldığı pozisyonda bizden 3 kişi daha kaleciye en yakın pozisyondaydılar. Hakem sarı kart bile vermedi, atsa maçın suni dengesi değişecek, zaten güçsüz Elazığ baştan mahvolacaktı. Belki maçın zevkinin içine etmek istemedi. Netice de hakem de olsa o da maçı seyrediyor. Hem de hepimizden daha yakından seyrediyor. Emir komuta almadıysa lafım yok, ben hakem olsam ben de aynısını yapardım. Hatta maç biraz daha zevkli olsun diye Elazığ'a bir penaltı verir, bir ofsaytını görmezdim. Ki zaten maça 10 dakika geç gelen Galatasaray seyircisi( Taraftarı demiyorum, onlar maç bittikten sonra ayrılmadı, takımı tekrar sahaya çıkardı) metroya yetişeceğim diye 15 dakika kala tribünleri terk etmezdi. Maç bitmeden maçtan giden Galatasaray seyircisine ben taraftar demem. Real Madrid maçı potaya girdiği için gece 12 ye kadar nöbet bekleyenler, dün gece çekip gittiler. Hakeme yalvarıp, maçı bir 5 dakika daha uzat diyeceklerine maç bitmeden çıkanlara söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu Galatasaray'a yakışmıyor, maç 90 dakika değil, ben bu yaşta hala Muslera'dan önce tribüne çıkıp, stadın kapılarını kilitleyip öyle ayrılıyorum. Drogba'yı ısınırken değil, yolda yürürken bile seyretmeye giderim ben.
Grande tribünde 2 de 2 yaptı. 6 da 6 yapıp seneye 3 maç izinli takılacak. Durduramadılar akan Cim Bom selini. Şimdi süpürsün çapulcular bizim geçtiğimiz yerleri. Gözünüz Ankara'da değil, İkitelli'de olsun. Belediye- Gaziantep maçı var. Sonraki haftalarda kurulmuş bir puştluk varsa bu maçtan operasyona başlayacaklar. Ben hesap etmedim, bir zahmet siz hesap edin, hangi skor Şebeke'nin işine geliyor ise o skor aldırılacaktır. Hepiniz rahat ve huzurlu bir Galatasaraylı hafta sonu geçirin, tuttuğunuz takımın kıymetini bilin, en çok da 10 yaşın altındaki taraftarımızı kıskandığımı itiraf edeyim. Drogba ile büyüyün çocuklar. Maalesef Servet Çetin kazmasıyla başlayan Arena gol hayatı ilk dalyayı Parçalı Fil'le yaptı.
Biz küçükken bir galibiyet tezahüratı,'' Dünya benim oldu, korkularım boşmuş, meğer Cim Bom Bom'um boru döşüyormuş''
17 Nis 2013
KÜS'ün Mayın Eşşekleri
Türk futbolunun balans ayarının marş düğmesine, herkesin sandığı gibi 3 Temmuz'da 2011 de değil, 17 Mayıs 2000 de basıldı. Galatasaray Avrupa kupasıyla dönüş yolundayken, futbolun derin devleti bir kır kahvesinde toplandı. Galatasaray'ın önlenemez yükselişi, bir anlamda Türk Sanayi Futbolunun idam fermanıydı. Bu sene Beşiktaş'ın düştüğü duruma düşmüştü anlı şanlı Fenerbahçe'leri. Her sezon yapılan transferler, kovulan hocalar, aradaki farkın açılmasına engel olamıyordu.
Galatasaray yönetimi her biri daha sonra başkanlık yapacak, ya da başkan olabilecek güçlü yönetimdi. Takımın başındaki hoca, Fatih Terim ustalıktan, imparatorluğa terfi etmişti. Mehmet Ağar- Mesut Yılmaz güçlü devlet desteği, takımın özellikle transfer döneminde dağılmamasının en büyük faktörleriydiler. Ve o gece marşa basılıp, süreci başlattılar.
Faruk Süren'i indirdiler ilk önce, Zavallı Başkan Avrupa Kupası aldığına bin pişman edilecek, kendi fabrikalarının lojmanlarında yatacak kadar batırılacaktı. Şirketlerini borsada tuvalet kağıdı yaptılar. Peşinden Fatih Terim'i sürgüne gönderdiler. Takımın başına Rumen Çingenesi dedikleri, Lucescu'yu getirdiler. İstedikleri zaman nodulu dürtebileceklerini sandıkları, Lucescu'yu, ara rejimde Mehmet Cansun'la baş başa bıraktılar. Fakat Lucescu teslim aldığı Avrupa Şampiyonu takımı daha da ileriye taşımaya niyetliydi. Süper Kupa ile başlayan yeni macera, Şampiyonlar Liginde 2 defa guruplardan çıkıp, Real Madrid'e averajla kaybedilen çeyrek finalden sonra 5. lig şampiyonluğuyla taçlanmak üzereydi. 3 Temmuz nedir ki, operasyonun en büyüğünü yaptılar. Galatasaray'ı, Emre Belözoğlu marifetiyle içerden yıktılar. 3-0 yenik kapadıkları Gaziantep maçının devre arasında transfer yapıp, maçı 4-0 galip bitirdiler. Yetmedi, takımı Jardel'siz Fener maçına çıkardılar. Sidik torbalarıyla saldırdılar. Soyunma odalarında mafyaya futbolcularımızı tehdit ettirdiler. En kolay kazanacakları maçı korkudan kaybettirdiler. Nitekim takım sonraki sezon dağıldı kaçtı gitti. Kalanlar da bir daha iflah olmadı. Galatasaray efsanesi rafa kalktı. Okan'ı İnter transferi ikramiyesiyle kandırıp Ankaragücü maçını verdirdiler. Lucescu'nun elinden en kolay şampiyonluğu döve döve aldılar. Güçsüz yönetimin gıkı çıkmadı, spor sandılar.
Mustafa Denizli köpeksiz köye denk gelip değneksiz geziyordu., Fatih Terim'in olmadığı sezonlarda 2 kupa aldı. Sonra o da öğrendi, Fatih Terim varken başka takım çalıştırıp maskara olmamayı. Ve artık futbolun halk çocuklarının elinden alınma operasyonu başlamalıydı, başlattılar. Fenerbahçe'ye stat yaptılar, aynı adamlar, Galatasaray'ın stat yapmasını engelleyerek bir 10 sene içerisinde Fenerbahçe'nin tekrar fark atmasının önünü açtılar. Ülkedeki iktidar değişikliğinden nemalan Türk Futbol Oligarşisi, Fenerbahçe önderliğinde bir ligin çok daha para edeceğine karar vermişlerdi. Ülkeyi yönetecek olan KÜS, en çok para getiren sektöre kayıtsız kalmadı. Ülker'in hakemliğinde, ulu Ali'lerden Sabancı olanını Galatasaray'a, Koç olanını Fenerbahçe'ye çöktürdüler. Şebekeye dahil ettikleri Tüpçü ve Seramikçi'yle lale devrini başlattılar. Zavallı Canaydın, Galatasaray'ın başında Başkan olduğunu sanıyordu. Tıpkı Ecevit'in ülkenin Başbakan'ı olduğunu sanması gibi. Tüpçü Beşiktaş'ı, Seramikçi Galatasaray'ı soyuyor, Fenerbahçe'yi palazlıyorlardı. Bu arada Lucescu o tarihin en kötü takımıyla imalat hatası Şampiyonluğu aldı. Çeyrek finalden ofsayt golle döndü, dövdüler, Dünya kulüpler tarihine geçecek bir hamleyle Şampiyon takımın hocasını ağlaya ağlaya Tüpçü'ye verdiler. Lucescu idi bu maymuna çevirmek istedikleri adam, gitti orada da Şampiyon oldu. Tüpçü, Fenerbahçe'nin sinirlerini bozmuştu ama 100. yıl hatırına Beşikataş'a bir kıyak yaptıklarına saydılar. 2. sene uzak ara öndeydi Lucescu, eşşek sudan gelene kadar bir sopa daha yedi, elinden Şampiyonluğu alıp, kendisini Sibirya'ya sürüp kurtuldular, baş belasından. Köpekler istemişti, ama at başka diyarlarda şahlanmaya devam etti.
Fenerbahçe maçlarını 50.000 kişiye oynarken, Galatasaray'ı bir türlü geçemiyordu. Bu 10 senelik periyotta, bu kadar içten engellemeler karşın Galatasaray 3 defa şampiyon olup, postu pahalıya satıyordu. Şebeke işi azıttı, çok daha garanti maçlar oynamak, oynatmak mecburiyetleri vardı. Tüpçü, kendi kişisel hırsları, kendi menfaatleri doğrultusunda olan bitenden memnundu. Varsın Beşiktaş ligimizin en güçlü küçük takımı olarak yaşamını sürdürsün dü. Seramikçi batmak üzereyken Başkan yaptırıldı. Hacıyatmaz sülalesindendi, babası Kalfa İbrahim, milyonlarca kalfanın kazandığını tek başına kazanıp! holding kurmuştu. Oğlu Adnan'da doğarken evliyalara yalatılmıştı. Reykart'ı getirip güneşi balçıkla sıvamaya kalktı. Takımın içinde kurdukları küçük çaplı çete, Galatasaray'ın devre dışı kalmasına yetti. Fenerbahçe çok rahat şampiyonluğa gidiyordu. Her sene efelenen bir Anadolu takımı çıkar ama, sonunda alavere dalavere yöntemiyle 3-5 nöbetine gönderilirdi. Varsın o sezon da Bursaspor zevkini çıkarsın da ligin heyecanı son maça kalsındı. Tay Burak, Yatır tarafındaki kaleye topu bıraktığında, Bursaspor; şebeke'nin imalat hatasına denk gelip aradan sıyrılmıştı.
Galatasaray'ı Şebeke'nin içinde tutmak kolay değildi tabi. Bu takımın asırlardır süregelen bir kültür birikimi vardı. Sporda başarıdan, spordan para kazanmaktan çok daha fazla değer verdiği hasletleri vardı. Prostatlı dediğimiz Liseli Abilerimiz Seramikçi'yi derdest etti. Bir daha kulüpten ve Arena'dan içeri girememecesine kovup, çişlerini yapmak için kravatlarını gevşetip, masalarından kalktılar.
İşin şakası yoktu, çok daha somut müdahalelere ihtiyaç vardı. Görülmemiş hileler yapıyorlar, kafalarını kuma sokup kıçlarını açıkta bırakıyorlardı. O malum sezonda da uzun yıllardır kış uykusunda olan Karadeniz Fırtınası patlak verdi. İlk yarıyı daha önce Lucescu gibi, Şenol Güneş'te farklı kapamıştı. Operasyonun en haincesini ona yaptılar, yaptıklarını sandılar. O sezonu, futbolseverlerin dışında başka gözler de izledi. Galatasaray'ın Avrupa Kupasını aldığı gün başlayan operasyon ünlü 3 Temmuz 2011 günü deşifre ediliyordu. Gerisini bilmeyen yok.
Şimdi toparlayıp tarihin dürbününü bu sezona çevirelim. İddia ediyorum, 3 Temmuz'da savcıların açığa çıkardıkları puştluğun çok daha beteri yapılıyor. Eğer o savcılar, polisler biraz daha sabredip antenlerini bu sezona da çevirselerdi, çok daha büyük kepazeliklerin resmini çekmiş olacaklardı. Yine iddia ediyorum, eğer başımızda güçlü Ünal Aysal yönetimi olmasa, Terim'in yerine de Morinho bile olsa biz şu anda Fenerbahçe'den 5-6 puan daha geride olacaktık. Ben Fatih Terim'le yıllar önce köprüleri attığımın sebebi de buydu. O zaman ki şebekeye direnmeyip, kaçıp gitmişti. Hiç gerek yokken İtalya'ya gitmese Galatasaray'ın şu anda en az 2 Şampiyon Kulüpler kupası vardı. Neyse ki bu seneki kahramanca direnişinden sonra barıştık. Türkiye'de futbolu K(Koç)Ü(Ülker)S(Sabancı) Oligarşisi yürüttüğü sürece ki uzun yıllar yöneteceği de görülüyor, Fatih Terim'in dışında hiç kimse Galatasaray'ı Şampiyon yapamaz. Ya da Şebeke'nin sırayı bize vermesini bekleriz.
Büyük Galatasaray Taraftarı, Şebeke'nin kudurmasının sebebi budur. Bu sene sıra Fenerbahçe'nin olmalıydı. Galatasaray ve Fatih Terim Don Kişot misali yel değirmenlerine saldırdı. Taraftarını da arkasına alarak isyanı büyüttü. 5 maç kaldı, akla hayale gelmeyecek hamleler yapacaklarından kuşkunuz olmasın. Şebeke, hakemleri, medyayı, federasyonu mayın eşşeği gibi kullanıp, arkalarından emin adımlarla yürüyor. Mayın patlarsa başkaları yanacak, patlamaz ise kendileri parsayı bölüşecekler. Uyanık olalım, maçları bütün organlarımızla izleyelim, her şeyden kuşku duyalım. Galatasaray'a Kadıköy'de bir kupa daha kaldırtmamak, Arena'da son maçın tarihin en büyük şovuna dönüşmesini engellemek için planları vardır.
Mayın eşşeklerine, sülük medyalarına, satılmış Federasyonlarına, yaptıkları ve yapacakları bütün kalleşliklere karşın Şampiyonluk Kupası Galatasaray kaptanlarının ellerinden havalanacaktır. Kuduradursunlar.
Galatasaray yönetimi her biri daha sonra başkanlık yapacak, ya da başkan olabilecek güçlü yönetimdi. Takımın başındaki hoca, Fatih Terim ustalıktan, imparatorluğa terfi etmişti. Mehmet Ağar- Mesut Yılmaz güçlü devlet desteği, takımın özellikle transfer döneminde dağılmamasının en büyük faktörleriydiler. Ve o gece marşa basılıp, süreci başlattılar.
Faruk Süren'i indirdiler ilk önce, Zavallı Başkan Avrupa Kupası aldığına bin pişman edilecek, kendi fabrikalarının lojmanlarında yatacak kadar batırılacaktı. Şirketlerini borsada tuvalet kağıdı yaptılar. Peşinden Fatih Terim'i sürgüne gönderdiler. Takımın başına Rumen Çingenesi dedikleri, Lucescu'yu getirdiler. İstedikleri zaman nodulu dürtebileceklerini sandıkları, Lucescu'yu, ara rejimde Mehmet Cansun'la baş başa bıraktılar. Fakat Lucescu teslim aldığı Avrupa Şampiyonu takımı daha da ileriye taşımaya niyetliydi. Süper Kupa ile başlayan yeni macera, Şampiyonlar Liginde 2 defa guruplardan çıkıp, Real Madrid'e averajla kaybedilen çeyrek finalden sonra 5. lig şampiyonluğuyla taçlanmak üzereydi. 3 Temmuz nedir ki, operasyonun en büyüğünü yaptılar. Galatasaray'ı, Emre Belözoğlu marifetiyle içerden yıktılar. 3-0 yenik kapadıkları Gaziantep maçının devre arasında transfer yapıp, maçı 4-0 galip bitirdiler. Yetmedi, takımı Jardel'siz Fener maçına çıkardılar. Sidik torbalarıyla saldırdılar. Soyunma odalarında mafyaya futbolcularımızı tehdit ettirdiler. En kolay kazanacakları maçı korkudan kaybettirdiler. Nitekim takım sonraki sezon dağıldı kaçtı gitti. Kalanlar da bir daha iflah olmadı. Galatasaray efsanesi rafa kalktı. Okan'ı İnter transferi ikramiyesiyle kandırıp Ankaragücü maçını verdirdiler. Lucescu'nun elinden en kolay şampiyonluğu döve döve aldılar. Güçsüz yönetimin gıkı çıkmadı, spor sandılar.
Mustafa Denizli köpeksiz köye denk gelip değneksiz geziyordu., Fatih Terim'in olmadığı sezonlarda 2 kupa aldı. Sonra o da öğrendi, Fatih Terim varken başka takım çalıştırıp maskara olmamayı. Ve artık futbolun halk çocuklarının elinden alınma operasyonu başlamalıydı, başlattılar. Fenerbahçe'ye stat yaptılar, aynı adamlar, Galatasaray'ın stat yapmasını engelleyerek bir 10 sene içerisinde Fenerbahçe'nin tekrar fark atmasının önünü açtılar. Ülkedeki iktidar değişikliğinden nemalan Türk Futbol Oligarşisi, Fenerbahçe önderliğinde bir ligin çok daha para edeceğine karar vermişlerdi. Ülkeyi yönetecek olan KÜS, en çok para getiren sektöre kayıtsız kalmadı. Ülker'in hakemliğinde, ulu Ali'lerden Sabancı olanını Galatasaray'a, Koç olanını Fenerbahçe'ye çöktürdüler. Şebekeye dahil ettikleri Tüpçü ve Seramikçi'yle lale devrini başlattılar. Zavallı Canaydın, Galatasaray'ın başında Başkan olduğunu sanıyordu. Tıpkı Ecevit'in ülkenin Başbakan'ı olduğunu sanması gibi. Tüpçü Beşiktaş'ı, Seramikçi Galatasaray'ı soyuyor, Fenerbahçe'yi palazlıyorlardı. Bu arada Lucescu o tarihin en kötü takımıyla imalat hatası Şampiyonluğu aldı. Çeyrek finalden ofsayt golle döndü, dövdüler, Dünya kulüpler tarihine geçecek bir hamleyle Şampiyon takımın hocasını ağlaya ağlaya Tüpçü'ye verdiler. Lucescu idi bu maymuna çevirmek istedikleri adam, gitti orada da Şampiyon oldu. Tüpçü, Fenerbahçe'nin sinirlerini bozmuştu ama 100. yıl hatırına Beşikataş'a bir kıyak yaptıklarına saydılar. 2. sene uzak ara öndeydi Lucescu, eşşek sudan gelene kadar bir sopa daha yedi, elinden Şampiyonluğu alıp, kendisini Sibirya'ya sürüp kurtuldular, baş belasından. Köpekler istemişti, ama at başka diyarlarda şahlanmaya devam etti.
Fenerbahçe maçlarını 50.000 kişiye oynarken, Galatasaray'ı bir türlü geçemiyordu. Bu 10 senelik periyotta, bu kadar içten engellemeler karşın Galatasaray 3 defa şampiyon olup, postu pahalıya satıyordu. Şebeke işi azıttı, çok daha garanti maçlar oynamak, oynatmak mecburiyetleri vardı. Tüpçü, kendi kişisel hırsları, kendi menfaatleri doğrultusunda olan bitenden memnundu. Varsın Beşiktaş ligimizin en güçlü küçük takımı olarak yaşamını sürdürsün dü. Seramikçi batmak üzereyken Başkan yaptırıldı. Hacıyatmaz sülalesindendi, babası Kalfa İbrahim, milyonlarca kalfanın kazandığını tek başına kazanıp! holding kurmuştu. Oğlu Adnan'da doğarken evliyalara yalatılmıştı. Reykart'ı getirip güneşi balçıkla sıvamaya kalktı. Takımın içinde kurdukları küçük çaplı çete, Galatasaray'ın devre dışı kalmasına yetti. Fenerbahçe çok rahat şampiyonluğa gidiyordu. Her sene efelenen bir Anadolu takımı çıkar ama, sonunda alavere dalavere yöntemiyle 3-5 nöbetine gönderilirdi. Varsın o sezon da Bursaspor zevkini çıkarsın da ligin heyecanı son maça kalsındı. Tay Burak, Yatır tarafındaki kaleye topu bıraktığında, Bursaspor; şebeke'nin imalat hatasına denk gelip aradan sıyrılmıştı.
Galatasaray'ı Şebeke'nin içinde tutmak kolay değildi tabi. Bu takımın asırlardır süregelen bir kültür birikimi vardı. Sporda başarıdan, spordan para kazanmaktan çok daha fazla değer verdiği hasletleri vardı. Prostatlı dediğimiz Liseli Abilerimiz Seramikçi'yi derdest etti. Bir daha kulüpten ve Arena'dan içeri girememecesine kovup, çişlerini yapmak için kravatlarını gevşetip, masalarından kalktılar.
İşin şakası yoktu, çok daha somut müdahalelere ihtiyaç vardı. Görülmemiş hileler yapıyorlar, kafalarını kuma sokup kıçlarını açıkta bırakıyorlardı. O malum sezonda da uzun yıllardır kış uykusunda olan Karadeniz Fırtınası patlak verdi. İlk yarıyı daha önce Lucescu gibi, Şenol Güneş'te farklı kapamıştı. Operasyonun en haincesini ona yaptılar, yaptıklarını sandılar. O sezonu, futbolseverlerin dışında başka gözler de izledi. Galatasaray'ın Avrupa Kupasını aldığı gün başlayan operasyon ünlü 3 Temmuz 2011 günü deşifre ediliyordu. Gerisini bilmeyen yok.
Şimdi toparlayıp tarihin dürbününü bu sezona çevirelim. İddia ediyorum, 3 Temmuz'da savcıların açığa çıkardıkları puştluğun çok daha beteri yapılıyor. Eğer o savcılar, polisler biraz daha sabredip antenlerini bu sezona da çevirselerdi, çok daha büyük kepazeliklerin resmini çekmiş olacaklardı. Yine iddia ediyorum, eğer başımızda güçlü Ünal Aysal yönetimi olmasa, Terim'in yerine de Morinho bile olsa biz şu anda Fenerbahçe'den 5-6 puan daha geride olacaktık. Ben Fatih Terim'le yıllar önce köprüleri attığımın sebebi de buydu. O zaman ki şebekeye direnmeyip, kaçıp gitmişti. Hiç gerek yokken İtalya'ya gitmese Galatasaray'ın şu anda en az 2 Şampiyon Kulüpler kupası vardı. Neyse ki bu seneki kahramanca direnişinden sonra barıştık. Türkiye'de futbolu K(Koç)Ü(Ülker)S(Sabancı) Oligarşisi yürüttüğü sürece ki uzun yıllar yöneteceği de görülüyor, Fatih Terim'in dışında hiç kimse Galatasaray'ı Şampiyon yapamaz. Ya da Şebeke'nin sırayı bize vermesini bekleriz.
Büyük Galatasaray Taraftarı, Şebeke'nin kudurmasının sebebi budur. Bu sene sıra Fenerbahçe'nin olmalıydı. Galatasaray ve Fatih Terim Don Kişot misali yel değirmenlerine saldırdı. Taraftarını da arkasına alarak isyanı büyüttü. 5 maç kaldı, akla hayale gelmeyecek hamleler yapacaklarından kuşkunuz olmasın. Şebeke, hakemleri, medyayı, federasyonu mayın eşşeği gibi kullanıp, arkalarından emin adımlarla yürüyor. Mayın patlarsa başkaları yanacak, patlamaz ise kendileri parsayı bölüşecekler. Uyanık olalım, maçları bütün organlarımızla izleyelim, her şeyden kuşku duyalım. Galatasaray'a Kadıköy'de bir kupa daha kaldırtmamak, Arena'da son maçın tarihin en büyük şovuna dönüşmesini engellemek için planları vardır.
Mayın eşşeklerine, sülük medyalarına, satılmış Federasyonlarına, yaptıkları ve yapacakları bütün kalleşliklere karşın Şampiyonluk Kupası Galatasaray kaptanlarının ellerinden havalanacaktır. Kuduradursunlar.
13 Nis 2013
Çoguzel, Çoguzel; Karabük 0-1 Galatasaray
Real Madrid maçının hem mental, hem fiziksel yorgunluğu maç boyunca çoğu futbolcuda görüldü. Takımın 12. futbolcu eksikliği dolayısı ile, kimi oynatmasalar, kimi dinlendirseler homurdanacaktık. İşin şakaya gelir tarafı yoktu, hele hatır gönül, o da oynasın kıyağı son düzlüğe girilen yarışta fantazinin yeri yoktu. Takım en hazır, en kuvvetli 11 kişisi ile sahadaydı.
Ama kafa olarak bir çok futbolcu sanki bu maçların ölüm kalım maçları olduğunun farkında değildi. Özellikle Burak'ta büyük bir isteksizlik vardı. Ofsaytlardan kaçamadı, çok bencildi, savaşmadı, kenardan fırça yemeyince böyle oynanıyor demek. Bir diğer etkisiz eleman Hamit Altıntop'tu. Belki bizim bilemediğimiz bir görevi vardı ama oldukça etkisiz bir maç çıkardı. Ama biri var ki, maç ayırmayan, sokakta, plajda bile oynasa aynen savaşan, orta sahanın savaş tanrısı Melo neredeyse tek başına maçı tuttu. Melosuz bir orta saha düşenemiyorum.
Selçuk İnan bir defa top kaptırdı. Yanlış verdiği tek pasın dışında tam isabetle oynadı. Burak gününde olsa bugün bu kötü oyuna rağmen iki gol atabilirdi. Çıraklardan gelmeyen gol, ustalardan geldi. Parçalı Fil'in tiklemesiyle mayınlı bölgeye giren Sarı Ejder kendi klasiğinde bir vuruşla Şebeke'ni Cumartesi gecesine limon sıktı. Şimdi gel de organize işlerin takımın motive et. Bu maç bence Fenerbahçe maçından çok daha önemli maçtı. Çünkü takım bu kadar kötü futbolu Fenerbahçe'ye karşı oynamaz.
Melo benim adamım, kötü oynasa bile arkasındayım, ilk çıktığı maçtan beri. Fakat biri benim görüşümü tamamen değiştirdi. Yine de ben o değişti diye yağ gibi üste çıkayım. Muslera son maçlarda tam benim aradığım, görmek istediğim kaleci duruşu sergiliyor. Topu en verimli şekilde oyuna sokuyor, çok dikkatli, geriden oyun kuruyor, hemen hemen her maç bir libero performansı gösteriyor. Ve ben kalemize top gelirken yusuf yusuf olmuyorum artık.
Gördünüz değil mi? maçın sonlarına doğru Emre Çolak'ı oyuna aldılar. Adam taraftar verem mikrobu, gol pası atılacak, şut çekilecek, altı pasa girmişken topu kaptırdı. O topun gol olmaması mucizeydi. Top kaptırma ustası. Her futbolcu top kaptırıyor, ama bir istatistik tutulsa kaptırdığı top gol veya gol pozisyonu olmada Dünya rekoru mutlaka Emre Çolak'ın olurdu.
Başka Ünal Aysal'ı tribünlerde gördük. İş başa düşünce maça geldi. Hemen arkasında bizim yedek kulübesi vardı. Fatih Terim'in tribünde duruşunu hiç beğenmedim. Morali çok bozuktu, atılan gole bile kulübede olduğu kadar sevinmedi. Umarım maçın gerginliğidir, Başkan'la da konuşmayınca pirelendim.
Çok önemli bir maçı kazasız belasız, sarı kartsız atlattık. Semih'in gördüğü sarı kart tam maçında denk geldi. Cüzdanı sıfırladı, olası Fener maçına da denk gelebilirdi. Kayıp yok, sakatlık yok, önümüzde çok kolay geçmesi beklenen bir Elazığ maçı var. bu maçı 1-0 zor bela kazandık, bize zor geçti ama rakibi de çökertmiştir. 5-0 yensek bu kadar zaiyat verdiremezdik. Şimdi onlar düşünsün, biliyorum faza değil ama hadi bazılarınız sülük medyayı takip etsin. Önemli bir laf edecek yoktur da yine benlik bir şey yakalarsanız haber verin Ben ne televizyon seyrediyorum, ne gazete okuyorum.
Maçın adamı Melo, Tay Burak'ın ne oyununu ne oyundan çıkarken ki tavrını beğendim. Rahat bir Cumartesi uykusu geçirin bakalım çocuklar. Kulübede bir yalnız adam Taffarel Ço güzel, ço güzel.
Ama kafa olarak bir çok futbolcu sanki bu maçların ölüm kalım maçları olduğunun farkında değildi. Özellikle Burak'ta büyük bir isteksizlik vardı. Ofsaytlardan kaçamadı, çok bencildi, savaşmadı, kenardan fırça yemeyince böyle oynanıyor demek. Bir diğer etkisiz eleman Hamit Altıntop'tu. Belki bizim bilemediğimiz bir görevi vardı ama oldukça etkisiz bir maç çıkardı. Ama biri var ki, maç ayırmayan, sokakta, plajda bile oynasa aynen savaşan, orta sahanın savaş tanrısı Melo neredeyse tek başına maçı tuttu. Melosuz bir orta saha düşenemiyorum.
Selçuk İnan bir defa top kaptırdı. Yanlış verdiği tek pasın dışında tam isabetle oynadı. Burak gününde olsa bugün bu kötü oyuna rağmen iki gol atabilirdi. Çıraklardan gelmeyen gol, ustalardan geldi. Parçalı Fil'in tiklemesiyle mayınlı bölgeye giren Sarı Ejder kendi klasiğinde bir vuruşla Şebeke'ni Cumartesi gecesine limon sıktı. Şimdi gel de organize işlerin takımın motive et. Bu maç bence Fenerbahçe maçından çok daha önemli maçtı. Çünkü takım bu kadar kötü futbolu Fenerbahçe'ye karşı oynamaz.
Melo benim adamım, kötü oynasa bile arkasındayım, ilk çıktığı maçtan beri. Fakat biri benim görüşümü tamamen değiştirdi. Yine de ben o değişti diye yağ gibi üste çıkayım. Muslera son maçlarda tam benim aradığım, görmek istediğim kaleci duruşu sergiliyor. Topu en verimli şekilde oyuna sokuyor, çok dikkatli, geriden oyun kuruyor, hemen hemen her maç bir libero performansı gösteriyor. Ve ben kalemize top gelirken yusuf yusuf olmuyorum artık.
Gördünüz değil mi? maçın sonlarına doğru Emre Çolak'ı oyuna aldılar. Adam taraftar verem mikrobu, gol pası atılacak, şut çekilecek, altı pasa girmişken topu kaptırdı. O topun gol olmaması mucizeydi. Top kaptırma ustası. Her futbolcu top kaptırıyor, ama bir istatistik tutulsa kaptırdığı top gol veya gol pozisyonu olmada Dünya rekoru mutlaka Emre Çolak'ın olurdu.
Başka Ünal Aysal'ı tribünlerde gördük. İş başa düşünce maça geldi. Hemen arkasında bizim yedek kulübesi vardı. Fatih Terim'in tribünde duruşunu hiç beğenmedim. Morali çok bozuktu, atılan gole bile kulübede olduğu kadar sevinmedi. Umarım maçın gerginliğidir, Başkan'la da konuşmayınca pirelendim.
Çok önemli bir maçı kazasız belasız, sarı kartsız atlattık. Semih'in gördüğü sarı kart tam maçında denk geldi. Cüzdanı sıfırladı, olası Fener maçına da denk gelebilirdi. Kayıp yok, sakatlık yok, önümüzde çok kolay geçmesi beklenen bir Elazığ maçı var. bu maçı 1-0 zor bela kazandık, bize zor geçti ama rakibi de çökertmiştir. 5-0 yensek bu kadar zaiyat verdiremezdik. Şimdi onlar düşünsün, biliyorum faza değil ama hadi bazılarınız sülük medyayı takip etsin. Önemli bir laf edecek yoktur da yine benlik bir şey yakalarsanız haber verin Ben ne televizyon seyrediyorum, ne gazete okuyorum.
Maçın adamı Melo, Tay Burak'ın ne oyununu ne oyundan çıkarken ki tavrını beğendim. Rahat bir Cumartesi uykusu geçirin bakalım çocuklar. Kulübede bir yalnız adam Taffarel Ço güzel, ço güzel.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)