Hepimizin mahallesinde aynıdır bakkalın önü. Biraz sonra başlaması planlanan mahalle maçı için toplanılan sosyal tesislerdir. Her hangi bir Pazar günü, bizim bakkalın önünde, mahalle maçı öncesinde,o unutulmaz transistörlü radyodan maçları dinliyoruz. Çocuğuz, Statpaşa Mithatyumu'nun! tribünlerini tavaf edeceğimiz günlerin arifesi. Aydın Köker'e, Orhan Ayhan'a bağlanıyoruz. Metin'in deniz tarafına doğru aktığını, Gökmen'in gazhane tarafındaki kaleye attığı şutu dinliyor, gözümüzün önüne getiriyor hayaller kuruyoruz. Bütün statların tribünlerinin isim babasıdır Dolmabahçe, Mithatpaşa, İnönü Stadı. Adı nedense çok değiştirilmişti? İlk yapıldığında şimdi ki yeni açık yokmuş, sonradan yapıldığı için adı yeniye çıkmış. Fakat daha dün yapılan Arena Stadında bile eski açık var ise, Türkiye'deki bütün stadyumlarda taraftarın yoğun bağırdığı tribünün adı yeni açıksa, isim babası Dolmabahçe tribün emekçilerinindir.
Ve işte haftalar, yıllar geçti, büyüdük. Kartal'dan, evden trene, oradan vapura, Karaköy'den stada kadar yürüyebilecek yaştayız. Mithat Paşa Stadı yeni açığında çocukluk hastalığına yakalanacağımız, binlerce taraftarın ilk uğrak ilk sınav yerindeyiz. Büyüklerden duyardık, amigoları, o mübarek adamları göreceğiz. Amigo Orhan bizim, Amigo Çetin Fenerbahçe'nin amigosuydu. Dinleye dura büyüdük efsanelerini. Yeni açık 3 kat, o zamanlar kapalı tribün taraftarı henüz oluşmamış. Maçlara formalarla gidilmiyor, hava güneşliyse kartondan şapkalar, soğuksa annelerin ördüğü sarı kırmızı takkeler tek alametlerimiz. Bir de bayrak tedarik edinebilmişsek, mahallenin en gururlu insanları bizdik artık. Hep derdik o zamanlar, bizden aile reisi olmaz, biz alır bayrağımızı maça gideriz. Sözümüzün de hala arkasındayız.
Yeni açığın orta katına kapalıdan başlayarak asılan rulo bayrak sınırı belirliyor. Normalde tam orta yere kadar geliyor o bayrak. Galatasaray taraftarı, kapalıya yakın tarafta konuşlanıyor. Sonraları kapalı tribün efsaneleri oluşuyor, büyüyen, Orhan Baba'nın tevhid-i tedrisatından geçen, yeni açık taraftarlığından diploma alan kapalı tribüne geçiyor. Kapalı resmen meydan muharebesi yapılan yer.Kapalı tribün taraftarı aynı zamanda taraftar kazandırma fabrikası. Kim bilebilir? kaç çocuk sadece kapalıda olup bağırabilmek için Galatasaray'lı, Fenerbahçeli olmuştur. Büyük maçlar yarı yarıya, kapalı girişinde 3 kapı var, ilk giden taraftarlar iki kapıyı alır, iki kapıyı alan, iki kuyruktan girer dolayısıyla başlarda daha çok taraftar gelir kapalıya. Taraftar hemen hemen eşit olduğundan bir müddet sonra iki kapıyı alanların yoğunluğu biter, yer kavgası, bayrak asma kavgası, tribün kızıştıktan sonra gelen bir manga polis tarafından halledilir. Tam ortaya bir sıra polis dizilir. Yan yanadır iki takım taraftarı artık. Kuyruklarda bilet bitecek endişesi yaşanır. Paslı demir kapılardan demir parmaklıklara geldiğinde artık korkulacak bir şey yoktur. Mezardan küçük kulübelerin önünden geçerken paranı verir biletini alırsın. Elektronik biletlerin icadı için bir nesil feda edilecektir.
Zemin katta, yeni açık hariç bütün tarafta, duhuliye tribünü denen parmaklıkla çevrili hendek var. Orada kafalar saha hizasında, vücutlar yer altında. Yeni açığın en üst katının ortasında bir müştemilat var. İki pencereli betondan küçük ev skor tabelası. İçinde biri durur atılan gollerden sonra penceredeki rakamı değiştirir. Bazen geç kalır, küfürü yer. İnönü stadı İstanbul'un tam kalbine yapılmıştır. En güzel maça gitme mekanı, en güzel maçtan dağılma stadıdır. Maçtan sonra motorlarla geri dönmek, eğer galipsen ne büyük mutluluktur. Türkiye'ce ünlü Beleştepe'si vardır İnönü stadının. Oradan sahanın bir yarısı net görünür, garibanların locasıdır. Son yarım saat kapılar açıldığında büyük bir yarış başlar o tepeden, son dakikaları tribünden izlemek için. Sahi ben maçtan hakem düdüğü çalmadan hiç çıkmadım da, şimdi nasıl bilmiyorum, o zamanlar kalp krizi geçirsen kapılar açılmadan maçtan çıkamazdın. Şimdiki taraftara garip gelir, bir kaç nesil sonra da kimse inanmaz. Hem Fenerbahçe, hem Galatasaray aynı gün Mithat Paşa'da oynardı. Misal Fenerbahçe- Şekerspor önce oynar, arkadan Galatasaray-Vefa oynardı. Acelesi olan, vakti olmayan, hatta gittiği maçtan 10 dakika önce çıkan bugünün Galatasaray taraftarına soruyorum böyle bir maça gitsen ne yaparsın? Vefa seyircisi, yeni açıkta, Galatasaray ile Fenerbahçe seyircisinin ortasında bulunur, duruma göre sonraki maçın taraftarı olurdu. Ne garip duygudur Arena'nın monşer Galatasaraylıları için, 2 maç üst üste maç seyretmek. Velev ki olsa, bizim maçın dışındaki maçı 100 kişi seyretmez bilirim.
İnönü Stadının gördüğü en büyük deplasman taraftarı büyük Es Es taraftarıydı. O zamanlar 3 büyüklere efelenen takım Eskişehirspor'du. Bir kaç sene sonra Trabzonspor efsanesi dillenecekti. Ve biz tecrübeli, fosil taraftarlar şimdi itiraf edecektik, Eskişehirspor maçında, Trabzonspor maçında kendi sahamızda, kendi stadımızda azınlıktaydık. Güncel taraftar için akıl mantık almayacak bir durumdu.
İnönü Stadı, bir futbol maçı sahasından çok daha başka bir şeydi bu mazlum ülke için. Hiç parası olmayanla 42.510 kişinin en zengini olanla aynı yerde tepinebilme ihtimalinin olduğu er meydanıydı. Şimdi bütün stada birer kat daha ilave edilmesine rağmen kapasitesi 22.000 olan anıttan söz ediyoruz. Bu stat bu haliyle bizim zamanımızda olsaydı kapasitemiz 70.000 kişi olurdu. Yeni açık demirleri arasından zayıf olanlar kafalarını soktular mı, vücutlarını da sokarlardı. Eski açığın rakımı çok alçaktı. Yukarıya sağlam bir iple beş parası olmayan gariban bir taraftar çekilebilirdi. O zamanın stevartları şimdikiler gibi acımasız değildi, bir el de onlar atardı. Saatler önce maça girmiş olurdun, geceden girdiğin maçlar istisna onları saymıyorum. Acıktın it gibi, muhtemelen kedi köpek eti bulaşığı hamurları, pide diye yedik yıllarca Belki de hala bu bağışıklığımız yüzünden ne yersek yiyelim bize dokunmuyor. Maçtan sonra garanti sesimiz kısık, bir hafta boyunca ishaliz, annemiz patates haşlaması yediriyor. Olsundu, ses kısıklığımız, maçtan sonra olduğumuz ishal, bizim bu Pazar maçta olduğumuzun şeref sertifikasıydı. Anlımızın akıydı, henüz maça gitmemiş çocuklar için birer kahramandık.
Stat kapıları saatler öncesinden kapanırdı Mithat Paşa'da. Maçlar bugünkü gibi 90, bilemedin artı eksi 3 saat değildi. Maç bizim için tam bir mesai günüydü. Ölüm kalım maçlarını saymıyorum, normal bir Adanaspor maçı bizim için 1 gündü. Herhangi bir Fener maçını anlatıyorum şimdi. İnönü stadı cehennem gibi. Kapalının deniz tarafında, bizim eski açık bizle yapışık, yeni açık kapalı tribün tarafında tam ortalardan bıçakla kesilmiş gibiyiz. En ufak bir kıvılcımda her iki takım taraftarı yoğun tezahürata başlıyor, yorulup susuyor, bir birlerinin kucağında zaman zaman uyuyor, maç saatini bekliyor. Fırtına yaklaşıyor, yeni açık tarafımızda bir hareketlenme, dalgalanma oluyor. Bu hareketlenme Amigo Orhan'ın geldiğinin dosta düşmana bildiriliş seremonisi. Orta kattan, tribün arkasından kapalı demirlerine kadar gelip, sarı kırmızı eşofmanlı Orhan Baba tribünün tam ortalarına kadar geliyor. El sürenler, dokunanlar, kulüp başkanından çok daha fazla itibarlı Orhan Baba, yeni açığın önünde ufak bir elektrik direği vardır, ona tutunup ince sac tribün paravanına çıkıyor. Ayaklarından, belinden tutuyorlar mübarek adamı. Herkes çöküyor, bütün stat lafın gelişi tabi, bütün Galatasaraylılar. Rakip takımın taraftarına saygı vardı o zamanlar, tezahüratı Fenerliler de dinliyor. Şimdi olsa kesin bağırttıramazlardı o büyük amigolar. Nitekim bizim kapalı amigosu Mehmet, tribünlere maskara olarak emekli olmuştu.
Sağ elini sallayarak olanca avazıyla bağırırdı Amigo Orhan.'' Biiiiiir baba hindiiiiiiii'' yıkıyoruz ortalığı'' heeeey Allah'' ''Olsaydı şimdiiiiii'' ne demekse? garip bir tekerlemeden sonra makamına uygun 3 lüyle başlardı bizim tezahürat. Hemen hemen aynı dakikalarda Amigo Çetin belirirdi kendi tribünlerinin önünde elinde davuluyla. O da kendi taraftarını susturup, Orhan Baba'nın paralelinde ihtiyar suratını yırtıyordu.'' Kuşdiiilinden geliyoruuuuum'', '' Fenerliler bağırıyor biz dinliyoruz,'' Ooooy Ooooooy'' Zeki Müren'in Bahçevan müziği eşliğinde, ''Takımımı seviyorum, sarı lacivert rengimiz, şampiyonluk hedefimiz oy oy''dan sonra ''Feeeeeneeeeerbahçemiiiiiiz'' Sonra her iki takım baş amigoları tam orta yerde, yani esas şeref tribününde sarılıp öpüşüp aslan gibi, delikanlı gibi tezahürat savaşını başlatıyorlardı. Artık hodri meydandı. Ateş serbest, her iki takım taraftarı cehennemi tezahürata başlardık.
Kapalının tam ortasında Mehmet Abi, ben dibinde bacak aralarından sahayı görebilecek açıdayım. Deniz tarafına doğru setin üstünde Zekai abi, sınırı tutan, Fenerbahçe amigosu Yaşar'la(Bizim kapalı amigosu Mehmet Abi'nin kardeşidir) omuz mesafesinde Peygamber Hüseyin. Mahşeri ölmeden , yaşamak isteyenler, hey babalar be, yıkıyoruz İnönü Stadını. Hadi yıkıyoruz lafın gelişi de inanın çocuklar en az 4 şiddetinde sallıyoruz. Salkım saçak, nefes nefese, bağırmayan taraftarın alt kata atıldığı, kurtarılmış bölgeler, işte bizim tribünler.
1975 yılındayız,eski açıkta, numaralıya yakın tarafta ikinci kattayız. Mithat Paşa stadı sanki mahşer yeri. Avusturya'da 1-0 yenildiğimiz maçın rövanşına çıkıyoruz Rapid Wien'le. Kalemizde panter Yasin var. Gökmen ile Şevki atmış 2-0 öndeyiz. Henüz Avrupa fatihi namı almamış Galatasaray o zamanlar, belli ki bu işin temel atma törenlerini yapıyordu. Boru değil tur atlayacaktık. Gerçi atlasak ne olacak? o zaman ki hayallerimiz kupayı ellemek değil, ünlü futbolcuları İstanbul'da İnönü'de seyretmekti sadece. 3 sene önce Müller'i, Beko'yu, Maier'i seyretmiştik 6-0 yenildiğimiz maçın ertesinde.
Bir tur atlayacaktık işte şunun şurasında, maksat bir sonra büyük bir takımı, meşhur bir futbolcuyu seyretmek ti, inliyordu Mithat Paşa, Re re re ra ra ra sesleriyle. İstanbul'da hava sultaniyegah makamındaydı. Boğazdan gelen esinti birazdan zafer ve savaş naralarıyla taçlanacaktı. Avusturya futbolunun en büyük futbolcularından biri Krankl limon sıkmasaydı eğer. İğne deliği derler ya tam tam oradan Yasin'in kalesine gol bırakmış, stadı ölüm sessizliğine terk etmişti. 2-1 galiptik şimdi ama eleniyorduk elbette. O zamanların meşhur mazeretine sığınırdık nasıl olsa, şerefli mağlubiyetler alırdı takımlarımız, biz yenerek, elenecektik, bundan büyük şeref mi olurdu? 3-4 dakika kala ünlü deniz tarafındaki kaleye sağ taraftan bir serbest vuruş kazandık. Metin Kurt atacaktı normalde, sağ açık oydu, Büyük Mehmet geldi topun başına, Metin'i itekledi. Galatasaray tarihinin gelmiş geçmiş en büyük 5 futbolcusu içinde olan, adı büyük kendi büyük, Kadırga'lı Büyük Mehmet, topu 18 içine kesti. Top sanki saniyelerce havada asılı kaldı. En yükseğe Gökmen çıktı. Kafayı kalecinin sol tarafındaki direk dibine vurdu. Sonrasını hiç birimiz hatırlamıyoruz, hatırlasak yazmaz mıyız? Sakinleşmemiz en az 5 dakika aldı.. Ben hayal mayal, Küçük Mustafa'nın, (gerçekten küçücüktü) delirdiğini hatırlıyorum. Motorla geçtik Haydarpaşa'ya. Orada biri gol sesi buraya kadar geldi dedi..O sesi çıkaranlardan bir olmanın şanını şerefini benden hiç kimse alamazdı.
Ah be İnönü Stadı, edebiyattan biraz anlasam, seni yazabilsem seni, 10 sene üst üste oscar ödülünü ben alırdım. Konuşurum, anlatırım yazamam. Sen benim çocukluğum, delikanlılığım, nesilden nesile aktardığım hasletimsin. Ali Sami Yen'den ayıramam seni, sen iki vazgeçemediğim oğlumsun. Biz seni bizden öncekilerden miras aldık, şanla şerefle bizden sonrakilere büyüterek miras bıraktık. Şimdi vakit endüstriye beyaz bayrak çekme vaktidir. Yine de sonuna kadar kahramanca savaştın, şanla şerefle direndin, yapacak bir şey yok, biz, Galatasaray taraftarı aynı şarkıyı senin için de söyleriz göz yaşlarımızla emin ol.
'' Seni yıkacak dozerin anasına selam söyle çocukluğumun kan kalesi ulu İnönü Stadı''
3 yorum:
ÇOK GÜZEL YAZI...RAPİD MAÇI BİR JENERASYONUN UNUTAMADIĞI MAÇTIR...ORALARDAN BAŞLADI UEFA YÜRÜYÜŞÜ...BU STADIN EN MUTLU MESUT TARAFTARI HER ZAMAN GALATASARAY TARAFTARI OLMUŞTUR....
Ahh be Nazmi Abi ,
Beni de götürdün 1976'ın bir Eylül Pazar'ına bu yazınla. 10 yaşındaki bir çocuğun ilk maçına.Beşiktaşlı abisinin Galatsaraylılık'tan döndüremediği ama yine de stadyumda seyrettiği ilk maçın bir Beşiktaş - Samsunspor maçı olmasının önüne geçemediği, o güne kadar televizyonlarda siyah,beyaz, gri gördüğü mabedin aslında nasıl da renkli olduğu, yeni açığın merdivenlerinden tırmanırken aradan gördüğü yeşil çimlerin hayretiyle köftesinin boğazına takıldığı , Beşiktaş'ın Samsun'a yenilmesine rağmen şimdiki Çarşı tayfasının estirdiği terörü yaşatmadan yine şarkılarla motorlarına,vapurlarına, Leyland otobüslerine binip evlerine döndüğü günlere ...
Peki ya o esas maçlardan önce yapılan Dostlukspor kızlarıyla, Tekavütler maçları.. Ya da paf takımında yenilen gençlerin arkasından " Abileri gelecek, ...nızı, sinkaf " tezahüratları...
Güzel oldu, andık o günleri. Şimdi 13 yaşındaki oğlumla giderken Arenaya anlatıyorum hep o güzel anıları , bir nebze olsa da kapsın tribün adabını diye ama nafile. Maalesef "Doğuştan Fanatik " raconunu iliğine kadar işletiyor çocuklara senin tabirinle bu KÜS mafyasıyla, gözü paradan başka birşey görmeyen puşt medya.
Azalsak da var olduğumuzu bilmek güzel yine de.
Sağlıcakla...
Hasan Tekin
Harikaydı be abi, Gökmen'in attığı golü anlatırken sanki ben de yaşadım o anı. Eskiden güzelmiş, 82li biri olarak bunu kısmen de olsa yaşadığım için şanslı sayıyorum kendimi...
Yorum Gönder