İki üç ve daha fazla Fanatik Galatasaraylı Hereke tren istasyonu, demiryolcu babam 200 metre uzunluğundaki marşandizin istasyonda boşaltılacak yükünün olduğu vagonu rampaya yanaştırıyor. Makiniste bayrak sallıyor, sarı yavaşla, kırmızı dur, çeşitli ritüellerle işaret veriyor. Hayal mayal, sallanırken seyrettiğim ilk ve ömrüm ne kadar vefa ederse sallayacağım sarı kırmızı bayraklar. Hepimizin mahallesindeki bir bakkalın önü, biraz sonra başlayacak mahalle maçı için toplanılan sosyal tesisler. Ama önce transistörlü radyodan dinliyoruz, Çocuğuz, İnönü Stadı tribünlerini tavaf edeceğimiz günlerin arifesi. Aydın Köker’e, Orhan Ayhan’a bağlanıyoruz sırayla. Metin’in deniz tarafına doğru vites attığı atağı, Gökmen’in gazhane tarafındaki kaleye çektiği şutu dinliyoruz, hayaller kuruyoruz. Bütün statların isim babasıdır İnönü stadı. Her tarafı kapalı statlarda taraftarın yoğun olduğu kale arkası yeni açıktır. Yayının karşısı kapalıdır. Daha bu sene yeni açılmıştır, ama her stadyumda bir eski açık tribün vardır. Sebebi İnönü stadı tribün emekçileridir. Ve işte haftalar yıllar geçti, biz biraz daha büyüdük, Kartal’dan trene, Haydarpaşa’ya oradan vapurla Karaköy’e ve sonrasında Dolmabahçe’ye yürüyecek yaştayız. Maç karın mı doyuruyor diyen gariban bir babanın çocuğuyuz. Ama işte o gün geldi çattı, çocukluk hastalığına yakalanacağımız, binlerce taraftarın ilk uğrak ilk sınav yerindeyiz. Ve fırtına yaklaşıyor, yeni açığın kapalıyla birleştiği yerde bir hareketlenme, dalgalanma var. Amigo Orhan geldi, orta katta tribünün tam ortalarına kadar yürüdü, ince bir elektrik direği vardır, reklam sac tribün paravanına çıktı, el sürenler, dokunanlar bacaklarından tutuyor mübarek adamı, çööök diye bağırdı, sağ elini sallayarak olanca sesiyle başlattı, ilk duyduğum tezahüratı, Biirrr baba Hinddiiiiii. Cim Bom Bom. Artık biz de taraftar olduk, kısılan sesimiz, yediğimiz pideden, içtiğimiz ayrandan olduğumuz ishal maça gittiğimizin şeref belgesi. Maça henüz gitmemiş çocukların efsanesiyiz. Gökmen’ler, Yasin’ler, Metin’ler, Büyük Mehmet’ler. 1967-79 yılları Arası Galatasaray’ın bir Büyük Mehmet’i vardı. Metin Oktay’dan Fanatik Galatasaray taraftarı yetiştirme misyonunu devir almıştı. Arda Turan’ın en iyi oynadığı maçları hatırlayın stili aynıydı. Arda Turan’ı ilk seyrettiğim maç demiştim, Büyük Mehmet diye. Kafayı arkaya atışı, paytak yürüyüşü, zaten hep aklımdaydı içimde bir hicran yarasıydı anlı şanlı Büyük Mehmet. Unutulmaz bir tekniği vardı, o çamurlu, toprak sahalarda gözümüzün önünden hiç gitmeyen çalımlarını şimdiki sahalarda hayal etmek ne menem bir duygudur? Hemen hemen her maç aklıma gelir. 1973 fener maçı, dakika 85 de ofsayttan 2. Golü yedik. Büyük Mehmet delirdi, Galatasaraylılık bazen deliliktir. Santrayı yaptı herkesi çalımlayıp gol attı. Tekrar kapılan topu aldı, önüne geleni ipe diziyordu, Alpaslan’ı iki defa çalımladı, Küçük Mehmet’in önüne bıraktı 2-2. Hakem Fener’e acıyıp bitirmese yenecektik. Tüm zamanların en büyük Galatasaray 11 ine 8 numara yazılırdı. Genç nesil bilmez unutuldu. Florya’ya giremedi, maça gelemedi, Kadırga’lı Büyük Mehmet olarak Kumkapı’da ömrünü geçirdi. Hoca olamadı, spor yazarı yapmadılar, televizyona çıkarmadılar, futbolu değil, futbol oynamasını sevdi bu büyük futbolcu. Peki ne günah işlemişti de 3 maç oynamış olanların cirit attığı camiada adı sanı anılmıyordu. Suçu çok büyüktü! 1979 yılında Fenerbahçe’ye transfer oldu. Neden diye soranı olmadı. 1 sene daha oynayayım sonra Jübilemi yapıp semtime döneyim dedi Coşkun Özarı’ya 5 sene daha oynardı, zaten o 1 seneyi de büyük oynamıştı. İzin vermediler, jübile bile yapmadılar, Cemil’in çok yakın arkadaşıydı, neden hala bilinmez son saniyelerde Dereağzı’nın yolunu tuttu. Parayla, unvanla işi hiç olmadı, binlerce Galatasaraylı çocuğu ağlattı hepsi bu. Sonra bıraktı, daha doğrusu futbol ve futbolu sevenler Ördek Mehmet’i bıraktılar. Gitmeseydi, adı Metin Oktay’la yan yana yazılacaktı, Galatasaray taraftarları fazla üzülmesindi, yeni bir efsane bayrağı teslim almıştı, taraftar yetiştirme bayrağını. Kenar mahalle toprak sahalarının, Sur İçi'nin Maradona’sı, adı Galatasaraylı Büyük Mehmet olarak sonsuza değin efsane olarak mutlak birileri tarafından nesilden nesle aktarılacaktı.
Pek çok şey hatırlıyorum Büyük Fatih, 5 numaralı kutsal formayla 74 de İnönü'ye çıktığın ilk çıktığın Es Es maçından,85 deki Altay maçına kadar pek çok şey. Kulübeye ilk geçtiğin 96 Vanspor maçından Salgın günlerinin finali, 15 Mayıs 21 Malatya maçına kadar pek çok şeyi yaşadı bu taraftar.
3 defa ışıklar sönmüştü, uzatmalara giden maçın son penaltısını atıp karanlık gecemizi aydınlatmıştın, hatırla maziyi, ilk kupanı. Galatasaray'ın ezildiği bir maçtan sonra ''yense de büyük yenilse de'' diye mikrofona bağırmanı, Hamza Alan olayını, Milano sokaklarında hezimetine iddiaya giren medya mensubunu tartakladığın günü, taraftarın bilmediği pek çok şeyi. İnönü Stadı deniz tarafındayız, Avusturya'dan 1-0 yenik döndüğümüz Rapid maçındayız. Maçı sonlara doğru 3-1 e getirmişiz, 40.000 kişi ölüm sessizliğinde Rapid can havliyle saldırıyor, son topa Krankl vurmuş top Yasin’i geçmiş 90 dan ağlara takılmak üzere, elenmeye salise var, bir krampon girdi topla kale direğinin arasına Samantha’nın kramponu. Bir dizi vardı o zamanlar başı derde girenlere yardım eden tatlı bir cadıydı, Büyük Fatih, Samantha Fatih oldu maçtan sonra. Son Şampiyon kadroya dahil oldu Topal Talat'ın oğlu. Metin Oktay'ın emaneti. Unutulmaz maçlar, unutulmaz yılların geçtiği, biraz daha Galatasaraylı olduğumuz çocukluktan delikanlılığa geçtik. Gala tarihinin en büyük futbolculardan birini Kadıköy’den 40 bin kişiyle uğurladığımız maçta da tribündeydik. Bu onu ilk ve son uğurlayışımızda, artık beşik kertiğiydik. 96 yılının yazında çıktı geldi, hiç gitmemişti. Futbol Tanrılarının da bir hesabı vardı, Koskoca Fatih Terim’e kaptan olarak elletmediği Şampiyonluk Kupalarını fazlasıyla kaldırtacaktı. Çok daha fazlası oldu Tribünlerinde Dağ Başı'nı söylediğimiz Arsenal maçı bitiminde, Takım Avrupa göklerine sonsuza kadar parlayaduracak olan UEFA Şampiyonu Takım Yıldızını bıraktığında artık Samantha’nın adı İmparatordu. AVRUPA Kupasıyla Şampiyon son maça Sami Yen’e çıktığında veda ihtimaline karşı gitme diye ağlayanların da arasındaydık elbet. Gitti, yapacak belki de çok şey vardı, o günlerde Galatasaray, verdiği imaj çizdiği rotayla Şampiyonlar Ligi kupasını alabilecek takımdı, nitekim ramak kalmıştı. Fatih Terim’le Galatasaray taraftarı arasında hiçbir zaman kavga olmaz, ama sitem konur. Sitem sevdiğine duyulan bir duygudur. Galatasaray’ın başında bulunmadığı senelerin en büyük sitemkarı benim. Terim’in Florya’da olmadığı her saniyenin zebanisiyim, Galatasaraylılıktandır bunca savaş. Kanamanın dinmediği bir sezon bitiminde beşik kertiğini çağırdık. Bir hışımla başladı 3. Grande. 2000 takımı tarih olduysa 2000 ruhu ne güne duruyordu, çağırdı. İşte bizim anlatmak istediğimiz şey de buydu. Bize Şampiyon olmak için Hoca lazım değil. Biz his takımıyız, bize ruh çağırıcı lazım. Çocuklar inanın, taraftar sayısı Şampiyonluklarla, kupalarla artmaz. Biz Şampiyon olamadığımız sıralı 13 sezon boyunca büyüdük. Takım Şampiyon olamadıkça durumdan vazife çıkarıp tribünleri doldurduk, doldurdukça gırtlaklarımızı parçaladık bağırmaktan. Takıma daha sıkı bağlandık, bağlandıkça yeni gelenleri peşimizden sürükledik. Deplasman trenlerine, otobüslerine bine bine, savaşa savaşa, sıcaktan sıtma olarak, soğuklarda it gibi titreyerek kendine özgü bir tribün ultrAsı öğretisi oluşturduk. Övündüğün, yüz akın yaşamındaki tek gerçek yol göstericindir Galatasaraylılık. Sizlere miras bırakmıyoruz, yeni doğacak Galatasaraylı bebeklere borcunuzdur. İşte o çileli doktriner eğitim yıllarının en büyük kahramanı, öğretmeni, Şampiyonluk kupasını kaldıramamış kaptanın Fatih Terim’dir. His takımı, Dünyada futbol takımı hocasına ihtiyaç duymayan tek takımdır. Başında kim olursa olsun kısa süreli başarılar elbet gelecektir, ama yetmez. Sonunda mutlaka istenmeyen adam ilan edilecektir. Başka hiç bir Gala hocası omuzlarda davulla zurnayla meşaleyle gönderilmeyecektir. Biz deliyiz, azız, Galatasaray Şampiyon olamasın diye kurulan kumpasların belalısıyız. Ne zaman tabutumuza son çiviyi çakmaya bir cenaze levazımatçısı gönderseler, hatta gömseler mezarlardan fırlayan hortlağız. Aldığımız kupaların, kaybettiğimiz Şampiyonlukların salt ,klasik bir futbol takımı hocalığıyla alakası yoktur. Kaybettiğin kupada sebep sorumlu araman beyhudedir. Bize Hoca değil, ne kadar kupa kaybederse kaybetsin kulübede, hatta zaman zaman cezalı olup tribünlerin en tepesinde bir yerlerde tek başına, Florya dışında hangi delikteyse başımız derde girdiğinde, ezildiğimizde tam yeniliyoruz bittik dediğimizde göz göze geleceğimiz, omuzuna yaslanıp ağlayabileceğimiz biri lazım. Olsa söylemez miyim, inanın ondan başkası yok. Büyük Fatih, Samantha, İmparator, Grande; Olmasa belki daha çok şampiyon olurduk, belki de çok daha az. Bunu ölçemeyiz, ama ölçebildiğimiz çok daha önemli şey var. 3 Kıtada 30 dan fazla ülkede bayrak salladım, en büyük maceralarda Avrupa’nın en büyük stadyumlarında tepindim. GALA adı nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa yanında Terim’le yaşadığının şahidiyim. Mecellen Boğazından, Sibirya Bozkırlarına, Yeni Zelanda’dan Alaska’ya Dünyanın bütün koordinatlarında kalbi Galatasaray için atanların en az 1/3ü Fatih Terim sayesindedir. Kaybedilen kupalar gün gelir fazlasıyla alınır. Galatasaray taraftarlığı bir ÇOCUKLUK AŞKIDIR , sonuç ne olursa olsun Fatih Terim bir taraftar makinasıdır. Turuncudan iz taşıyan tok bir sarı- vişneye çalan koyu kırmızı beşiklere düşen, ilk avazı Cim Bom Bom olan bir bebek şampiyonluktan çok daha kıymetlidir. Ve yüzlercesine eminim ki son 10 yıllardakilerin sebebi Terim’dir. İşte sadece bu yüzden dolayıdır ki, Fatih Terim ölene kadar, hatta ölse bile en az 5 sene, o da taraftarın yarası kapanmaya yüz tutarsa, o günler gelene kadar Galatasaray’ın başına geçirilmek istenen hiçbir hocaya rıza göstermeyin. Benim başka bildiğim, istediğim Gala Hocasını analar henüz doğurmamıştır direnin. İki üç ve daha fazla fanatik Galatasaraylı yetiştirmek, parolamız budur, Teşekkürler Grande
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder