Maç kadrosu açıklandığında bastım kalayı, sadece ben olduğumu sanmıyorum. Macellan Boğazından Sibirya Bozkırlarına, Yeni Zelenda'dan Alaska'ya kadar Dünya'nın bütün koordinatlarına dağılmış, milyonlarca Galatasaray'lı da eminim aynı fikirdeydi. Bir önceki hafta rezalet oynamış takım, ligin en kolay geçmesi beklenen maçta yine aynı dizilişle sahadaydı. Oynadığı ilk maçta konçerto yapan Rodrigo kenarda, Josue sahada, Tolga tribünde, Linnes her zamanki gibi sürgündeydi.
Ne var ki maç başlar başlamaz gördük ki, eğri gemi bu sefer doğru sefer yapıyordu. Sneijder bir maç oynamamanın takıma kaybettirdiği 3 puanı tahsil edeceği maça çıkmıştı. Arena'da 300. golü atma yarışı erken başladı. Taktiği JOR'un verdiğini sanmıyorum, bu takımın adı Galatasaray'dı, en umutsuz maceralarda bir çıkış reçetesi her zaman vardı. Yeter ki lige tutunsun du mübarek forma, bağlasan durmazdı. İsyanımız her zaman Galatasaray'ın potansiyel enerjisini kinetik enerjiye geçirtemeyen, hocalara, başkana, ve çöp futbolcularaydı.
Sabri bir sezonda mükemmel oynama kotasını kullanıyordu. Tanımasak, devre arası transferi olsa Sabri'nin yerine nihayet bir sağ bek bulduk diye bütün maçı kendisine methiyeler düzerek yazardık, inciler düzerdik boynuna. Bir daha buna yaklaşabilen bir maç oynar mı kim bilir? Linnes derdine yanmaya devam ededursun.
Carole bile muhteşem oynadı. Rakip cillop gibiydi diye küçümsemeyeceğim. Her takım hemen hemen aynı, çok daha kötü takımlara, bin beter futbolu seyrettik. Golü erken bekliyorduk da bu kadar erken hem de Semih'ten hem de Ramoz kafası, alışık değildik elbet, yadırgadık, attığı golü nasıl sa yedirir diye düşünmedik değil. O da ne, Ahmet Çalık öcüsü Semih'i korkutmuş Ufoloji günlerine döndürmüştü sanki, hatasız oynadı. Hamleleri tam istediğim gibiydi, Muslera'yla oynaması bu sefer adam eksiltmeye yönelikti.
Muslara sol köşe gönderinden bir İniesta çalımı daha attı. Bilerek veya kendiliğinden bu maçta en çok dikkat ettiğim şey, rakibin hücumlarını kanatlar yerine göbeğe iteklediler. Kanatlardan orta yapma şansı bulamayanları şut çekmeye zorladılar. Muslera'ya şut çekmeye korkanlar da çaresiz, topa ayak bombası muamelesi yapıp bir birlerine vermeye çalıştılar. Takımın en teknik futbolcusu Özer Hurmacı bile ayıp olur endişesiyle dostlar alış verişte görsün hesabı şut çekmeye yeltendi. Sonuç hüsran.
Asistten önceki pası verenler arada kaynıyor gidiyor. Dolayısıyla Sneijder'in gollere katkısı maçtan sonra unutuluyor, kayda geçmiyor. Ama Sinan Gümüş'e yaptığı asisti, ben yıllar geçse de unutamam. Bence son yılların en büyük pasıydı. Mesafe, denge, falso, zamanlama, vuruş yapana bırakılan tek hamle, ve vuruş. Gol olmasaydı çok üzülürdüm. Sneijder'in resitalini büyük bir onur ve keyifle izledik. Pozisyonu tekrar izlemeden yazıyorum, Bruma'ya attığı pası, Bruma'nın slalomla kameraya bile çalım atarak attığı muhteşem goldeki rakibi sürükleyişine dikkatle bakın. Sanki ver kaça gidecekmiş gibi stoperi yanına çekti, çalıma limon sıkılabilirdi, tıpkı Beşiktaş maçında Eren Derdiyok'un alan açması gibi, çalım yiyecekleri Bruma'ya hazırlaması da unutulmayacaktı.
Şimdi gel de yanma bir önceki hafta kaçan 3 puana. Çok maç var daha, transfer sezonu korkusu sardı taraftarı. Halbuki insan pazarı açılana kadar idare edelim yeter diye ne çok beklemiştik. Podolski gidecek, Bruma'ya büyük bir sakal indirilecek diye ödümüz kopuyor. Bu salaklar ellerinden bir kaza çıkarmadan zabıtalar pazarı kapatsa da kurtulsak. Pirince giderken eldeki bulgurdan olacağız. Bizim eksiğimiz yok, fazlamız var. Sneijder-Sinan-Yasin-Rodirguez, Podolski, Bruma'dan çıkacak 5 li forvet, 1958 Dünya Kupasının unutulmaz Brezilya Didi-Vava-Pele Zagolla-Garrinca ölüm forvetine dönüşür. Bir maç Rodirgo'nun gitar konçertosu eşliğinde şarap içeriz, bir maç Sneijder'in resitaliyle dans ederiz, bir maç Bruma'yla Pınar başı halayının başına geçer mendil sallarız. Maç bitiminde de Podolski'yle üçlü çekeriz.
İyi ki Akhisar'ın Hocası Cihat Aslan değildi. Gel de şimdi Feto'nun maçı Galatasaray'a satmadığına inandırmak için tweet başında derdini anlat. Erken gol atıp Tolunay'a futbolu idam sehpasına çıkarma şansı vermedik. O da kulübeden kafasını çıkaramadı.
Penaltıyı atması için taraftar Muslera'yı davet etti, Selçuk bırakır mı leşi. Cv sine bir gol daha yazdırdı. Takımın en kötü oyuncusu olma şerefi bu maçta da kendisine aitti. Carry'yi kıskanıyor diye Bruma'ya fırça atmıştık, aklına geldi, normalde kendisi vururdu, pası verdi, o da heyecandan atamadı. Büyük takım refleksi, titreme nöbetlerini çabuk atlatırsa, kanatlar cehenneme döner.
Maçları önce oynamak alınan neticeye göre rakiplerin de oyununu etkiler. Ya çok kötü oyunla tek golle kazanacaksın ya çok iyi oyunla hezimetle geçeceksin. Kötü oynayıp kazanırsan sinirden, iyi oynayıp fark atarsan korkudan oynayamazlar. Mutlaka puan kaybı yaşayacaklar.
UltrAslanın Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa tezahüratı maçın olayıydı.
Şimdi rahat uyuyun, Galatasaray'ın sizden başka kimsesi yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder