16 Eki 2012

Türkiye Futbol Devirimi Manifestosu

GİRİŞ; Ülkemiz futbolu, ne yazıktır ki, gelinen nokta itibariyle, alt yapısı, stadyumları, gelişen seyirci profili, parasal değeri ve bütün futbol argümanlarıyla olması gereken yerde değildir. Birinin 12 sene önce aldığı netice istisna, artık hiç birisinin uluslar arası düzeyde bir turnuva kazanma ihtimali yoktur. Ülke takımı yine aynı şekilde daha önce aldığı neticelerin yanına bile yaklaşmaktan uzaktır. Ülkede oynanan, futbolseverlerin arzına sunulan futbol, kısır fanatik taraftarların dışında hiç kimseyi memnun etmemektedir. Tek tek değerlendirildiğinde her biri üst düzey futbol oynayabilen futbolcular, bir takım haline getirildiklerinde görmek istenen şovu sergileyememektedir. Bir maç iyi oynayan futbolcu, diğer maçta rezalet oynayarak taraftarları travmaya sokmaktadırlar.Takımı bir maç iyi oynarken görenlerin bir sonraki maçta da iyi oyun görme ihtimali çok zayıftır. Neticeler çok küçük faktörlerle takımların hanelerine yazılmaktadır. Ligimizde her takım her takımı yenebiliyorken, hiç bir maçın garantisi yokken, nasıl oluyorsa olmakta, ligin son maçında görünmez bir el torbaya elini atıp iki takımdan birini Şampiyon olarak çekmektedir. Normalde ülke takımı ve ülkenin iki majör takımı katıldıkları her turnuvadan en az yarı finalle çıkması gerekirken, ilk turlarda elenip şovun dışında kalmaktadır.

TEZ; Ülkemiz futbolu,sportif dereceler dışında, hayal bile edilemeyecek maddi boyuta eriştiğinden dolayı, çok acıdır, futbolu yönetme ve yönlendirme işi, bilenlerin değil de oligarşinin tekelindedir.Bunun içindir ki oligarşi bu güzel oyunu yığınların gözünden düşürüp, yeni bir sosyal statü adı altında üst tabakalara pazarlamaktadır. Sportif dereceler ikinci plana atılmış, futbol, sadece kar amaçlı bir endüstri haline getirilmiştir. Konu endüstri olunca da, para eden iki kulüp dışındakiler, sistemin dışına atılmıştır. İmalat hatası olarak aradan bir takım sıyrılsa da, aynı hatayı bir daha yapmamak için şebeke daha işin başından önlemini almıştır. Türkiye futbolunun gerçek varoluş sebebi olan uluslararası zaferlerin kazanılması için, şu an  futbolu yöneten bütün kurum ve kuruluşlar, bütün hocalar, bütün sistemler, gerekirse bütün futbolcuların değişmesi, yerini yeni kurum ve kuruluşlara bırakmasına, futbolun yeniden yapılanmasına, bir devirime ihtiyaç vardır.

AJİTASYON; Mevcut durumu biraz örneklerle açmak durumundayız. Ülkenin son şampiyonunun kalesinde Dünya'nın en büyük kalecilerinden biri olduğu söylenmektedir. Yabancıdır, ve eğer öyleyse, şampiyon, gol yememek için savunmasını yabancılardan oluşturarak, bütün bütçesini boş yere harcamıştır. Yetmemiş, kontr- garanti olarak ön liberosunu da yabancı kontenjanından oluşturmuştur. Ülkenin son şampiyonunun başında gelmiş geçmiş en büyük teknik direktör vardır. Ve oynattığı futboldan memnun olduğunu söylemektedir. Ülke liginde şampiyon olmak için geçeceği tek takım vardır. O da ne hikmetse, gol atmak için bütün bütçesini yabancılardan yana kullanmıştır. Bu iki takım istediği kadar kötü oynayabilir, istediği kadar kötü neticeler alabilir. Taraftarlarının boşuna vesveseye kapılmasına, korkmasına, endişe duymasına gerek yoktur. Sezon sonunda bir yazı tura atılacaktır nihayetinde. Demek bu büyük bütçeler yabancı takımlardan gol yememek, yabancı takımlara gol atmak içindir. Gerçeğe dönünce de, gol yemesi mucize olan takım follaş olurken, gol atamaması mucize olan takım ilk büyük turnuvadan elenmiş, ikincisinde can çekişmektedir. Kulüp takımları düzeyinde başarı ihtimali sıfıra yakınken, ülke takımı düzeyinde bir zamanlar alınmış neticeler artık hayal bile edilemeyecek uzaklıktadır. İki büyük takımında 16 yabancı futbolcu olan bir ülkenin ulusal takımından başarı beklemek aptallık değilse, aymazlıktır, yalandır, hayal satmaktır. Harcadıkları paralar küçük bir muz cumhuriyeti ülkesinin merkez bankası bütçesine eşit olan bu büyük takımlarımızın aldıkları, daha doğrusu alamadıkları uluslar arası neticeler içimizi acıtmaktadır. Suçlular, sorumlular ortalıktadır. Derdest edilmeyi beklemektedir.

SENTEZ; Futbolu yönetmek üzere çöreklenmiş oligarşik yapı, bilinenden çok daha akıllıdır. Ülkemizin iki büyük takımını yönetenler, kokteyllerde, davetlerde, açılışlarda, bürokraside hatta kendi aralarındaki maçta büyük bir işbirliği ve eşi benzeri görülmemiş bir dostluk içindedir. Gittikleri lokantalarda verdikleri bahşişler taraftarlarının bir aylık maaşlarına denk gelir. Fakat ne hikmetse kulüplerin gerçek sahibi taraftarları bir birlerine sosyal hayatta bile yabancılaştırılmıştır. İki takım taraftarları, okulda, işte, kahvede bile bir araya gelmemektedir. Maça gitmeyi geçtik, yakında iki takım taraftarları kendilerine ait kafelerde takılacak, kendi sokaklarında gezeceklerdir. Biri bir tişört yapıp binlercesini satar satmaz, diğeri aynı şekilde cevap verip aynı karları realize etmektedir. İki büyük takımın taraftarını bir araya getirmemek, şebekenin ömrünü uzatmak için buldukları yegane yoldur. Geldikleri nokta, gittikleri yolun doğru olduğuna inanmış baronların huzuruyla bezenmiştir. Gelinen kulüp dereceleri noktası ise, gerçek taraftarların beklentisinden çok uzaktadır. Ve artık durumdan vazife çıkarma vakti çoktan gelmiştir. Bizden daha az bütçeli, daha az taraftarlı, daha kalitesiz takımların altında kalmaya isyan zamanıdır. İlkeli ve gönüllü birliğe ihtiyaç vardır. İki büyük takım taraftarının önderliği, diğer futbolseverleri de önüne katarak Türk futbolunu kokuşmuş karanlıklardan kurtarabilir.

SONUÇ; Ey büyük Galatasaray ve Fenerbahçe Taraftarı, bunca yıldır sizi bir birinizden ayırmaya çalışan, ve ne yazık ki başaranların oyunlarını bozunuz. Kulüplerinin, kayıtsız, koşulsuz kongresiz, seçimsiz sahibi olan, Fikirtepeli, Çukurbostanlı Fenerbahçeliler, İkitellili, Seyrantepeli, Hacıhüsrevli Galatasaraylılar çağrım sizedir. Aranızdaki husumete bir son veriniz. Takımlarınız asla, Galata Sarayı Efendilerinin, Beylerin, Oğullarının, Bahçesinde Fener olan, Bağdat Caddeli tikilerin değildir. Galatasaraylı, Fenerbahçeli patronların inadına BİRLEŞİN. Tribünlerinizin yüzde doksanını sizin gibi olmak isteyen, fakat asla olamayacak olan parası bol olanlara sattılar, güzel oyunu ellerinizden aldılar, UYANIN. Kaybedecek neyiniz var.

Lefter'iniz, Alex'iniz, Metin Oktay'ınız, Hagi'nizden başka.

13 Eki 2012

Şebek(e) Ulusal Takımı; Türkiye 0- Romanya 1

İşimiz Abdullah Efendi ile değil. O hakim görüşün, futbolla ilgili şebekesine biat etmiş, bunun ödülü olarak da pantolonuna cep dikilmiş, cebi parayla doldurulmuş zavallı bir zengindir. Ondan önceki zengin zavallı değildi. Dünya'nın hangi ülkesinin hava alanına inse pasaport polisleri tanırdı, şimdiki zengini bu ülke vatandaşlarının en az 50 milyonu yolda görse tanımaz. Böylesine karizmasız birine söyleyeceklerimizi henüz hiç bir maça çıkmamışken söylediğimiz için, şimdi söyleme sırasını medya maymunlarına bırakıp suçlu sorumluyu başka mecralarda  aramaya başlıyoruz.

Kestirmeden giriş yapıyoruz.  Bu geceki hezimetin en önemli sorumlusu, son lig maçına 6 yabancı oyuncusunu gol yememek için kullanan ülkenin şampiyonunun hocasıdır. Atmaya gelince faşistliği, kafatasçılığı, ceddin deden neslin babanı kimseye bırakmayanlar, her tepeden uluyanlar, iş icraata gelince, bütün yatırımını gol yememek uğruna kullanıp, her ülkeden bir yabancıyı oynatanlardır. İddia ediyorum Semih Kaya'nın cep telefonunda Ömer Toprak'ın numarası yoktur. Semih Kaya kendisine en yakın oyuncuyla telefonla bile konuşmamıştır. Aynı şekilde Hasan Ali, Sercan Sarıer'i yolda görse selam vermez. Bu takımda Mesut Özil oynasa bile arkasına teneke bağlanır.

Şebeke leşi Aziz Yıldırım'a taşıtarak, cinayeti Fenerbahçe'ye yıkarak sıyrıldığını sanmıştır. Değişen hiç bir şey yoktur. Para etmeyen Beşiktaş derdest edilmiştir. Ligin son maçının son saniyesine şebekenin iki takımı at başı girecektir. Böyle bir ligin Ulusal takımından başarı beklemek uyuşturulamamış futbolseverlerin işi değildir. Böyle bir Milli takımın maçından haberi bile olmayan yığınlar mevcuttur. Seyredenlerin çoğunun netice umurunda bile değildir. Yenildiğimize sevinenler az değildir. kendi payıma ben ikinci vatanım Romanya gol attı diye memnun bile oldum.Memnuniyetim yenildiğimiz için değil, daha çok öngörülerimizin isabeti dolayısıyladır.

Maçın devre arasında ibretlik bir olay izledik. Romanya yedekleri tam kadro maç başı idmanı yapıyordu. Hoca nezaretinde sanki maça çıkacakmış gibi hazırlanırken, bizim yedekler şebeklik yapıp top sektiriyorlardı. İlk yarıyı çok üstün bir oyunla önde kapayan hoca, ikinci yarıya 2 değişiklikle 2. golü aramak için çıkarken, bizim Hoca oynanan oyundan memnun olmalı ki aynı düzen, aynı oyuncu gurubuyla maça devam ediyordu.  Orduspor'lu Stanku, Atlatiko  Madrid'li Arda Turan'a karşı ülkesinin zaferi için olanca gücüyle savaşıyordu. kendi sahasında yenilen takımın hesap cüzdanlarıyla, yenen takımın cüzdanları kıyaslansa para, kendisini icat edenin mezarına küfür etse haklıydı.

Araştırıcılar çabuk bulur. Acaba şampiyonu gol yememek için 6 yabancıyla oynayan bir ülke takımı varmıdır, Dünya Şampiyonu olan ülkeler içinde, kalecisi, bekleri, ön liberosu yabancı olan Şampiyon varmıdır? İkincisi gol atmak için 5 yabancıyla oynayan takım varmıdır peki? Bu ne büyük bir şebekedir, düzendir, yutturmacadır? Bu şebekenin milli takımı nasıl bir oyuncu kadrosuyla sahaya çıkacaktır? 1-2 adamı 8 puanlık, 8-9 adamı 2 lik bir takım, her biri 6 lık Romanya önünde beklenen neticeyi aldı. Romanya takımdı, biz monşerlerden kurulu çapulcu sürüsüydük. Futbol tanrısı maça müdahale etmese maç hezimete giderdi.

Milli takımda oynamak, kazanılmış bir hak olmalıdır. Alt liglerde bile oynayanın bu hakkı olmalıdır. Son iki  veya üç lig maçını en iyi oynayan Türk pasaportu taşıyanların sahaya çıkacağı, bütün ulusun benimsediği bir takım olmalıdır. Semih son maç oynatılmadı, Terim'den daha iyi mi bileceksin! sen de oynatmayacaksın. Emre Çolak'ın ne işi var Ulusal takımda? Hamit'in oynadığı futbolu Galatasaray kadrosunda olan her futbolcu oynar. Bu kadar kötü maçları oynayanın hakkı mı oynamak? Son iki maçı en iyi oynayan Caner'di aklına bile gelmedi. Aslında tek tek futbolcuların performansıyla ilgilenmek saçma olur. İlgilenmemiz gereken nokta şudur. Yenildiğimiz Romanya son 10 yılda değişik 10 şampiyon çıkarmıştır. Romanya ulusal takımı ağırlıklı olarak Steau Bükreş takımın oyuncularından oluşmuştur. Biz iki şampiyonlu, çok değişik takımlardan oluşmuş bir takımız. Bizim başarılarımız konjoktürel olur. Sonuç olarak bizden bir halt olmaz.

9 Eki 2012

Alajendro Finisterre (1884-1968)

Doğum ve ölüm tarihlerini yazmasam, başlıktakinin insan olduğunu eminim hiç biriniz bilmiyorsunuzdur. Fazla başınızı ağrıtmadan da kim olduğunu söyleyeyim. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbol hocasıdır. Ve ne yazık ki sadece benim için tabi ki. Langırtın mucididir. Hani şu Morinho'dan, Pendikspor hocasına, Fatih Terim'den, Helmut Shön'e kadar dünyada bu güne kadar hiç bir hocanın oynatmaya cesaret etmediği, edemediği, aklına bile getirmediği, bunun için de zengin oldukları şu basit oyunu, hala, inatla, gol yollarında çok oyuncu bulundururak oynayan langırtın atası.

İnanmayan ilk fırsatta gitsin baksın, hiç oynamamışlar oynasın. Langırt, 2-5-3 le oynayan, futbolun daha güzel olması için mutlaka daha çok gol atılması gerektiğini öğreten muhteşem bir oyundur. Güzel, bilinçli bir golü atabilmek için son milde 3 oyuncu, 2 oyuncuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu en basit kuralı bu güne kadar uygulayan bir hocayı, futbolseverler henüz görmemiştir. En delikanlısını oynatan Terim'in  arkadaki milde 4, ortadakinde 4 ilerde 2 oyuncusu vardır. Futbol 12 kişiyle oynansa eminim ki arkaya bir 5. adam yerleşecektir. Nalet olası gol yememe korkusu yüzünden trübünlerde futbol seyircisi kalmamıştır. Bütün takımların amacı gol yememek, topu rakibe kaptırmamaktır. Koskoca Barca'nın bile durum 2-2 maçın bitmesine 2 dakika kala korneri paslaşarak kullanmasındaki korku bu yüzdendir. Topu kaybetme ihtimali. Bu ihtimali minimize eden, fakat nasıl futbolcu olduğu kendi taraftarları tarafından sorgulanan Mehmet Topal gibi, Mustafa Sarp gibi, Selçuk Şahin gibi futbolcular çok büyük takımlarda oynayabilmektedirler.

Futbol herkesin bildiği gibi 11 e 11 oynanan bir oyun değildir. Futbolda bir maçın amacı bizim sandığımız gibi kazanmak, kazanmak için de gol atılması gerekiyorsa, kesin olarak söyleyebilirim ki Dünya'da hiç bir hoca bu işi bilmemektedir. Gol atmak için topun sahibi takımın ne yapması gerektiğine bakalım. Top sendeyse, senin kalecinin senin atacağın gole hiç bir katkısı yoktur. Topu ayağında tutan futbolcu da herkesi çalımlayıp gol atamayacağına göre onun da atılacak golde korkulacak bir tarafı yoktur. Geriye en fazla hücum eden takımdan kontrol edilmesi gereken 9 oyuncu kalmıştır. Gol yememek için çabalayan da karşısında 11 kişi mevcuttur. Kısa yoldan izah etmek gerekirse, futbol, hücum edenin 9 a 11 gibi bir dezavantajı vardır. Futbolda gol atmanın, gol yememekten daha zor olmasının sebebi budur.

Alajendro Finisterre, Morinho'yu, Fatih Terim'i izlemiş olsaydı, bugün langırt diye bir oyun olmayacaktı. Gerideki mile 4 kişi, ilerideki mile 2 hatta çoğu takım gibi 1 oyuncu yerleştirseydi, gol falan olmazdı langırt oyununda. Bu yüzden langırtı ilk gördüğüm andan en son gördüğüm bugüne kadar hep bu oyuna saygı duymuşumdur.

Bilinçli bir golün nasıl atılacağını öğrenmek için, iki iyi langırt oyuncusunun maçını izlemek yeterlidir. Topu ayağında tutan takım, mutlaka ileriye paslarla kazasız belasız topu orta mile geçirecektir. İlerideki 3 kişinin olduğu mile pas verildiğinde de, karşısında 2 oyuncu ve bir kalecisi vardır karşı takımın. Gol olması an meslesidir. Bu bilinçli bir futbol oyunudur. Bizim ligimizde oynanan langırt maçlarında ise amaç gol yememek, kendi aranda yana geriye pas vererek istatistiğe oynamaktır. Bu güne kadar gol atamadığı için kovulan hocayı futbol tarihi yazmamıştır. Oynadığın her maçı 0-0 tamamlarsan orta ölçekli taraftarsız bir takımın uzun yıllar başında kalabilirsin. Fakat bizim gibi milyonlarca taraftarı olan bir takım için durum böyle değildir. Son 3 maçta takımımız 1500 isabetli pas yapmıştır. Son 3 maçta takım 3 gol pozisyonuna girememiştir. En acısı da oynattığı oyundan Hocası memnun kalmıştır. Ve biz langırt severler, romantik taraftarlar, bir kez daha oynanan oyuna, yapılan manüpilasyona, şebekenin futbol diye yutturduğu oyuna isyan ederek ayrıldık tribünlerden, ekran başlarından.

Bir gün  mutlaka, bir Hocanın defansta en fazla 2 oyuncu, gol yollarında en az 3 oyuncuyla saldıracağı, gerekirse kaleciyi çıkartıp bir forvet oyuncusunu daha oyuna sokacağı, hezimete gitmek için hezimete uğramayı göze alacağı, ancak iki adım öne atmak için bir adım geriye veya yan pas atılmasına izin vereceği ütapik bir maçın devrimci Hocasına denk gelirim elbet. O maç gelene kadar önünde saygıyla eğiliyorum Alajendro Finisterre.

6 Eki 2012

Büyük Galatasaray'ın Küçük Futbolu, Galatasaray 1- Es Es 1

Arena'dan kovulduk, bu yüzden maçları artık Dici Türk'ten seyrediyoruz. Bir taraflarına kına yaksın çapulcular. Almış eline mikrofonu çapulcunun biri, döve döve bağırtmaya çalışıyor. Taraftarı amigonun bağırttığı hiç bir maç hatırlamıyorum. Gol de gaza getirmez, taraftarı coşturacak tek şey iyi oyundur. ne yazık ki, ligin en uzak ara en kötü futbolunu biz oynuyoruz. maçı kazansaydık bile görüşüm değişmeyecekti. Golü Servet'ten bekledim, Dede'den geldi. Bir kaza yapmazlarsa bizim gol falan atacağımız yoktu. Golden sonra bir iki pozisyonu saymayın, önde olmasak o pozisyonlar olmazdı. Adamlar gireni çıkarmak için öne çıkınca Eşşek'in sanki iyi oynadığı izlenimi oluştu.

Maç başı kadrolara bakınca, ilk görüşlerimi yazdım. Koskoca Galatasaray, gol yememek için 6 yabancısını savunma oyuncuları lehine kullanmış. Servet'in Kel Olanı'nın oynadığı futbolu her halı sahada bir abi oynar. Adam futbolu bilmediği gibi ofsaytı da bilmiyor. o pozisyonda soya fasulyesi sırığı gibi Muslera sopa yerken seyredeceğine dışarı çıksa ofsayt olacak pozisyon.

Abdullah Avcı'nın günahını almışız. Bu Selçuk'un oyun stili her hoca tarafından deşifre edildi. Onun kadar koşabilen birini yanında koştur gerisine karışma. Her topla buluştuğunda el freni görevi yapacaktır. Aldığı bütün topları geriye ve yana oynadı. Biri serbest vuruştan, iki muhteşem şutunda kaleci Selçuk'a toparlanma izini vermedi. Futbolun tanrısının da bir adaleti var. Bu kadar kötü oynayan birine gol attırmadı.

Yine istatistik tutanlar yazacak. Galatasaray 500 pas attı diyecek. 500 pasın 450 si, yana, geriye, hiç bir pozitif değer taşımayan paslar. Solsa sıfır hesabı, vakit geçirmekten başka hiç bir yararı olmayan paslaşmalardan taraftar uyudu, Nevizade Geceleri'ni söylemeye başladığında da golü kalelerinde gördüler. Muslera son dakikalarda 4 kişiye karşı tek başına 1 metreden savaştı. Tek bir kişi yardıma koşmadı, yazıklar olsun. Demek Muslera Taksim meydanın'da dayak yese biri yardıma koşmayacak.

Kim oynarsa oynasın farketmez. Bu oyun sistemiyle Galatasaray,bala, kısmete 2. golü bulamaz ise hiç bir takımı yenemez. 90 dakikalık maçın en az 60 dakikasını aralarında pas yaparak harcıyorlar. Bir iddiam daha var ki, geriye düştüğümüz bir maça denk gelirseniz, beklemeyin metroya koşun. bari eve geç kalmayın. Bilmediğimiz bir futbolcu olsa yutturacaklar. Hamit o büyük takımların kadrosunda bunca sene nasıl bulunmuş. Koskoca Morinho'nun takımıyla nasıl idmana çıkmış. 2 metreden topu tavana diken futbolcu, ileride acaba bize nasıl bir katkıda bulunacak? ne yapacak, eğer ağzıyla kuş tutma gibi bir hüneri yoksa, bize geçirmişler. Son kullanıcısı oluruz.

Melo bize, yılın bidonu ödülüyle geldi. barutu bir seneymiş, hırlamayı, havlamayı unutmuş. Attığı bütün paslar rakibe gitti. Yine de bana göre Selçuk'tan daha delikanlıca oynadı. İstese o da sıçan gibi oynar, geriye yana pas atar, göze batmazdı. Gözü kapalı oynasa Kris kadar oynardı zaten. Kendine Müslüman bir daha vardı sahada. O boy, o fizikle eğer Messi, Maradona değilsen senden bir halt olmaz. Rüzgardan düşüyor, topu yetiştiremiyor. Halı saha topçusu, her kesi çalımlayabiliyor. Ama çalımladığı adam tekrar karşısına çıkıyor. Adam eksiltmeyi bırak, etrafında dönene kadar bir kaç kişi daha yetişiyor. Ara sıra attığı şut isabet kaydedince umutlanıyoruz, banko oyuncu sayıyoruz. Galatasaray futbolcusu değil diyeceğim ama yanlış olur. Bizim lige çok bile. Bizim maçlar langırt maçı diye yıllardır yazar durur, kendim okurum. Ne kadar kötü futbolcuları koyarsan koy, ligin son maçına ya birinci ya ikinci olarak çıkacaksın. Her takım her takımı yener, alavere dalavere Kürt Memet nöbete gider. Bir bakarsın şapkaya biri el atar o kadar takım içinden ya seni, ya suyun diğer yakasındaki takımı çeker. Sen de kendini İmparator sanırsın, itler ürür, kervanlar yürür. ne işe yarıyorsa bir teneke kupa verirler, resim çektirir, kulübün camekanına dizersin.

36.000 kişi giriş yapmış turnikelerden. Ali Sami Yen'in 3 katı Galatasaray seyircisi var Arena'da. Maç başladıktan yarım saat sonra girip, maç bitmeden 20 dakika önce çıkan statü sahibi, kart sahibi monşer seyirci. Sami Yen kahrı çekmiş kapalı tribün seyircisi de kale arkasında çetelere teslim olmuş. Maçla, oynana oyunla, pozisyonla alakası olmayan tezahüratlar yapılıyor. Kızmaca darılmaca yok, bu seyirci takıma hiç bir maçı aldıramaz. Bu futbolcu kadrosunun da taraftarlar umurunda bile değil. maç başı paralarını alırlar, biri dokunur dokunmaz yere yatarlar. En ufak bir kıl dönmesinde, mide bulantısında oynamazlar. Fazladan 1 metre koşmazlar, futbol bu 3 netice derler, önlerindeki maça bakarlar.

Biz mi? bizim gidecek hiç bir yerimiz yok. ben son bir hamleyle, o da o maça kadar çözülmez isek, mançester Birliği maçına tribünlerin kuytu bir köşesinde jübilemi yapacağım. Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli şarkısını söyleyeceğim. Rotasyonun batsın emi hocam, Ufo, 3 gün sonra sakatlansaydı bu kazmayı alacakmıydınız? Semih, değil 3 günde bir, 3 saatte bir maça çıkardı.

Muslera'nın emeğine yazık oldu. Galatasaray'ın golüne kadar oynanan oyun 5. sınıf liglerde oynanan oyundan farksızdı. Umut'un Burak'ı düşündüğü kadar, Burak'da Umut'u düşünseydi, her şeye rağmen bu iğrenç futbolun adını galibiyet olarak yazdırabilirdi. 15 günlük ara var, mutlaka bizden bir kaç sakat çıkar. Bu süre içinde Melo toparlayamazsa bizi gelen geçen takım yener. Melo'nun kötü olduğu bir takımda da Selçuk'tan kimse iyi oyun beklemesin. Melo'nun yerine oynayabilecek klasta da hiç bir futbolcumuz yok. Son dakikalarda oyuna Yusuf  Yusuf girdi. Büyük takım son saniyelerde gol yemez, yerse de bana kimse mazeret sıralayamaz.

Dua etmesini bilen Galatasaraylılar, yarın Fenerbahçe'nin kazanması için şimdiden abdestini alsın. bari Beşiktaş  tamamen devreden çıksın. Fener'in dışında hiç bir takım bizi motive edemez. Şampiyonluk yıldızını Fener'den önce almak için bari diri kalır takım. Eğer Fenerbahçe yarıştan koparsa, biz kesin olarak Şampiyon olamayız haberiniz olsun.

     

3 Eki 2012

Kurtlar Vadisi HELL; Galatasaray- 0 Braga 2

6-7 yıldan beri, antrenmanını yaptığımız Avrupa Şampiyonlar Ligi'nin ilk imtihan maçına hazırlamıştık Arena'yı.  Kurucu ortağı olduğumuz turnuvanın hasretinden, olanca coşkumuzla tribünlerdeydik, binlerce Galatasaraylılın ilk uğrak ilk savaş yerinde. Tribünlerin Reis'i, bağırmayan, sarı kırmızı alamet taşımayan, ağır Abisi, nasıl olmuşsa cezaevinden izin almış Kasap Gökhan'ı, tribünün önündeki kulenin içindeki Sucu'suyla, gün sayan Yılmaz Başkan'ın hayaletiyle, UltrAslan lideri Oğuz Altay'ıyla ve takımın zaferlerini bir kez daha canlı görebilmek için çağrıya uymuş, kırmızıya, Cehennem ateşini üzerilerine giymiş 50.000 yandaşıyla  hep beraberdik. Koskoca Galatasaray'ın nam salmış taraftarının ortak mekanları, artık net olarak belli olmuştur ki, bu ağır abilerin siyasi görüşünü, yaşam biçimini görsel ve avaz olarak sergiledikleri, yaşattıkları ve ne yazık ki yığınların da hoşuna giden bir Vadi'ye dönüşmüş durumdadır. Fatih Sultan Mehmet, gözümün önünden yavaş yavaş surların tepesine çıkarken, Ali Sami Yen Cehennemi'nden, Kurtlar Vadisi Cehennem'ine geçişin mühürü vurulurken,  aynı zamanda yıllara yayılan uzun tribün geçmişim de bir film şeridi gibi iki damla yaş olarak kareografi kartonlarına süzüldü.

Tarihin en büyük gasplarından birini, Avrupaya açılan pencere gibi gören bu sığ kafa, 2000 yılını yaşamamış anlaşılan. Biz Arena'ya, Ali Sami Yen'de gömülü, Avrupa'nın nice mağrur, nice kibirli büyük takımlarının çanak çömlek kırıntılarıyla göçtük sanıyorduk, yenilmişiz, kaptırmışız,asıl şimdi gasp edilmişiz. Belki kurucusu olduğumuz o büyük maçın anısına,  son bir kez daha sarı kırmızı formamı giyer, bayrağımı alır,  Mançester maçını da, cefasını bizim çektiğimiz, şimdi sefasını pisikopat  kafaların çektiği tribünlerin kuytu bir yerinden seyreder, ağlar ve sonsuza kadar alır başımı giderim.

Dakika 85, uzatmalarla beraber 10 dakika var. 3 dakikada koskoca Milan'ı indirdiğimiz unutturulmuş çocuklar,''Ölüm varmış, körku varmış'' diye zırlamaya başladı. Daha dündü, 2-0 yenik gönderdiğimiz takımı ikinci devre sehpadan alıp, Real Madrid'e kan kusturduğumuz maç. Son saniyede Selçuk İnan korneri paslaşarak kullanıyor. Kimse öğretmemiş, hatırlatmamış, kenardaydı oysa o maçın kahramanları, takım ölü gibi oynuyordu, şimdi olsa metroya geç kalmamak için 1-0 yenik takımın taraftarı gibi boşaltırlardı tribünleri. Allah'tan umudu kesenler, Hagi'den kesmemişlerdi. Tugay'dan aldığı topu, Bilbao Spor ağlarına mıhladığı anı ve hemen sonrasını yaşayanlar, her halde dün gece çok özledik dedikleri Şampiyonlar Ligi marşı çalarken anca teşrif buyurup yerine oturan, maç bitmeden tribünleri terkedenler değildi.

İlk yarı bittiğinde tabela Galatasaray'ın topla %69 oynadığını yazıyordu. %31 le oynayan rakibi, bir gol atmış, 3 tane kaçırmışken Kurtlar Vadisinin zebanilerini arkasına almış Büyük Galatasaray'ın tek şutu bile yoktu. Top bütün Galatasaraylı futbolcuları ikişer kez tavaf ediyor fakat bir türlü gol olması için gereken bölgeye geçmiyordu. Geçmesi gereken anlarda da Kayserililerin at niyetine kakaladıkları Eşşek bir tarafta, Akhisarlı garibanı çalımlama yeteneği olan, korneri bile yetiştiremeyen Emre Çolak diğer tarafta % 31 le oynasınlar diye topu rakibe teslim ediyorlardı.

İlk 10-15 dakika geçtiğinde endişeli gözlerle kale arkasından uzak kaleye doğru bakıyordum. Ara sıra da Fatih Terim'e. Golün atılması için ne demiş olabilirdi acaba futbolcularına? Serbest vuruştan, kornerden, tesadüf  langırt golü dışında, atılması planlanan bilinçli bir golün planlamasını Grande nasıl yapmıştı? Böyle bir gol, ancak tek bir şartın finalde oluşmasına bağlıdır. Gol anında en az rakip futbolcu kadar senin adamın gol bölgesinde olacak. Yani son bölgeye adam eksilterek, fazla adamla gideceksin başka da bir yolu yok. Barca gibi kendi yarı sahanda, geriye yana paslaşabilirsin elbet, ama eninde sonunda bir delik aramak, bir pusuya düşürmek için yapılır bu paslaşmalar. Bizim yaptığımız gibi, top bende kaldığı sürece gol yemem mantığıyla, spor yapmak için değil. Verkaç teşebbüsünde bulunanlar, beğenmediğimiz Riera, topu kaybetme pahasına ileri taşımak isteyen formsuz dediğimiz Melo, tehlikeyle burun buruna olmasına rağmen kazmaca, değil, futbolcuca topa müdahele etmeye çalışan Dani, 2-0 yenilmiş bir takımın, maça her şeyini vermiş olmanın huzuruyla son kalan taraftarı teselli için tribünleri dolaşan Eboue ve bütün yükü, sorumluluğu genç yaşında sırtlanmış, kahramanca savaşan Semih Kaya.

Bu maçlara ağırlık koyması için ufak bir muz cumhuriyeti merkez bankası bütçesiyle alınan Hamit Efendi'nin baldırındaki tüylerden biri döndüğü için bu maçta oynamadı. Senede 2 milyon Yuro alan Elmander, yediği besinden zehirlenmiş. Ne yedin kardeşim, fakirlikten ithal, bayat balık yedin de arkadan ayran mı içtin. Zengin adam yediği yemekten zehirlenir mi? Hoş oynasan ne yazacak?, it gibi koşmaktan, 3 metreden kaleye topu vuracak dermanın kalmayacak nasıl olsa. Bırak kolunda serum takılı kalsın, sen bize Elazığspor maçında lazımsın, kıpırdama yerinden.

Ya sen geçen yılın prensi. Oynadığın maçlar tatbikattı koçum benim. Şimdi savaş zamanı. Büyük bir ordunun en önemli silah gücü olduğunu kimse söylemedi mi sana? Aldığın her topu, -10, -20 dereceyle geriye vermek sana yakışıyor mu? Umut diye bir adam daha var, yalnızlığına küsmemiş, Tay Burak'a atmaya çalıştığın pasları ona da atmayı aklına getirmedin mi? Bilmiyormusun ki Tay, çoğu zaman ofsaytta bekler? Ona pas atarken aynı zamanda kafanı yana çevirip hakeme bakacaksın. Küstün mü?, Serbest vuruşları, kornerleri neden bırakıyorsun başkalarına? Senden daha mı iyi atacaklar?

Grande, sen değilmiydin çaylaklık zamanlarında bu takımları tepeleyen? Biz Braga diye bir takım Ali Sami Yen'e düştüğünde maça komedi filmi seyretmeye gelirdik. Taffarel'e top gelse de kurtarış seyretsek derdik. İyi baktın mı hocam, onlarda Galatasaray'da oynayabilecek kalibrede bir oyuncu varmıydı? kalemize top gelirken Yusuf Yusuf oluyoruz. gelen bir hava topuna da bizimkiler vursa diye iç çekiyoruz. Koskoca bir ilk yarıyı iki sol açıkla oynayıp, Kara Boğa'yı ateşlere attığını görmedin mi? İki sol açığını toplasa, bir adam etmeyeceğini koskoca Fatih Terim'in hesaplaması için, yenen golle kombine mi yapması gerekecekti.

Dün gece maça ilk giren taraftar belki de bendim, son çıkanlardan da biriydim. Galatasaraylı futbolcuların çoğunun, kendi oyunlarının altında bir maç çıkardığını üzülerek seyrettim. Yıllarını yüksek Galatasaray ideolojisinin ateşiyle geçirmiş, bu ideolojiyi karınca kararınca yaymış biri olarak rahat uyumadım. Dost olmayana sitem edilmez, çok kötü duygular içindeyim. Dün gece seyrettiğim Galatasaray bana şaka yapmışsa,  benim Galatasaray'ım bu Braga'yı, deplasmanda hezimete uğratır, Kluj bize rakip bile olamaz, Mançester'le de daha önce gördüğümüz hesabı kontrol için bir kez daha kalamozayı açarız.

Son sözü eve gelirken polis, kimlik kontrolü yapmak için arabayı durdurduğunda söyledi. ''Geçmiş olsun''

30 Eyl 2012

Galatasaray İdeolojisi

Galatasaray futbol takımı, sadece bir futbol takımı değildir. Eğer öyle olsaydı, ben çoktan tası tarağı toplamış, unu elemiş kaybolmuştum. Çünkü ortalıkta benim sevdiğim, peşinden koştuğum futbol, uçurtmalara binip kayboldu. Şavrolet Mançester Birliği'ne karşı Yaşlı Traffold'da, 4 bek, 2 ön libero, 2 açık, 2 uçla oynayan Galatasaray, Ramiz Köfte Akhisar'a karşı da aynı dizilişle oynuyorsa, benim futbol sever olarak sistemde durmamın anlamı yok. Ortalıkta oynanan, sergilenen futbol da, herhangi bir langırt tahtasının millerine kumanda eden oyuncuların şansına veya hünerine kalmış tabela. Barca'dan, Pendikspor'a kadar Dünyanın her takımı hemen hemen aynı futbol anlayışını sahaya yansıtıyor. Oyuncuların güçleri aynıysa, farkı, kalite belirliyor ve küçük takım büyük takım birbirinden ayrılıyor. Yazsam, sabaha kadar okusanız bitmeyecek sebeplerden dolayı futbolu hiç sevmiyorum. Bu artık hiç sevmediğim futbola, yıllardır beni pamuk ipliğiyle bağlayan tek bir madde var, o da Galatasaray'ın belki de kendisinin bile farkında olmadığı yüksek Galatasaray İdeolojisidir.

Galatasaray, kendisinden küçük takımlarla oynarken  önce sahaya saygıyı çıkartır. Asla küçük görmez, kibirlenmez, rakibi ezmez. Tabelayı bulunca durur, boğmaya gitmez, gururlarıyla oynamaz. Attığı gole maymunluk yapmaz. Hakemden puan dilenmez, Haksızlığa tahammülü olmayan futbolcularla oynar. Güç, kariyer, klas gösterisine girişmez. Galatasaray kendisinden küçük hiç bir takıma 7-8 gol atmaz. Atamaz demiyorum, atmaz. Bizde sevgi özgür, saygı mecburidir. Küçük takım, Galatasaray'dan hem sevgi, hem saygı görür. Yıllardır sürüp giden Galatasaray karakteri yüzünden, biri hariç hiç bir takım Galatasaray'a nefret beslemez. Galatasaray özelde ülkenin, genelde bütün mazlum ulusların sempatisini kazanmış takımdır.

Kendisiyle eş değer, ya da daha büyük takımlara karşı duruşu ise ideolojisinin temel prensibidir. Korkmaz, nerede, hangi platformda olursa olsun yenmeye oynar. Gerekirse yenmeye oynarken hezimete uğrar, ama felsefesini sahaya koyar. Bu felsefe şahittir ki, çoğu maçta kendisinden çok daha büyük takımlara kan kusturmuştur. Futbolcuları, büyük maçlarda yapabilecekleri her şeyi yapmış olmanın huzuru içinde soyunma odasına gider. En umutsuz anlarda bile, Büyük Taraftarı son sözün hakemin son düdüğüne kadar söylenmediğini bilir. Hiç bir maça beyaz bayrakla çıkmaz. Kendisinden daha büyük takımlara da saygısı mecburdur, ne var ki küçüklerin aksine onları sevme mecburiyeti yoktur.

Elbette oynadığı bütün maçların sonunda, Galatasaray'ın oluşturduğu felsefeyi uygulayarak döndüğünü söyleyemeyiz. Hatta Galatasaray'ın kendi ideolojisini bütün bir sezonda uygulayamadığını da gördük. Gördük de, işte bu felsefe bize öğretti ki, takımı felsefeyi uygulayacak olanlarla değiştirdik. Uzun yıllardan sonra, bağlılığımızın tek sebebi Galatasaray karakterinin sahaya, dolayısıyla neticeye yansıdığının olanca coşkusu içerisindeyiz. İstisna maçları ihmal edebilsek bile, ihmal edilemeyecek maçlar geldi çattı. 6 senelik aradan sonra Galatasaray İdeolojisinin tezleri yeniden savaş alanlarına çıktı.

Yener, yenilir, maçlar 3 ihtimallidir. Galatasaray oynayacağı bütün Şampiyonlar Ligi maçlarına kazanmak için çıkacaktır. Rakibe, hakeme, maçı izleyecek milyonlarca insana saygı mecburidir. Hiç kimse kendi menfaatini değil, Büyük Galatasaray'ın ali çıkarlarını düşünecektir. Son düdük çaldığında 10 metre bile koşacak dermanı kalmayacak şekilde bütün gücünü harcayacaktır. Sonuç ne olursa olsun, utanacak hiç bir şeyleri olmadan uyuyacaktır maç gecesi. Olur da yenilirse, bir sonraki maçı kazanmak için, ihtiyacı olan motivasyonu asla kaybetmeyecektir. Ve her şeyden önemlisi, Büyük Taraftarını başı dik, gezdirecektir.

Bizim bu yaştan, onca zaferi canlı yaşadıktan sonra futboldan beklediğimiz fazla bir şey yoktur. İşimiz, Galatasaray'ın yüksek ideolojisini bir iki veya daha fazla çocuğa aşılamaktır. Yıllardan sonra yine düştük yollara, yeter ki felsefemizi ortaya koyun çocuklar, korkmayın sakın, bu sevdamız bizi asla terk etmeyecektir.

28 Eyl 2012

Kuper Testi; Ordu 2- Galatasaray 0,

12 dakikalık süre içerisinde koşu hesabını tutanlar, bu testi başarıyla geçemediğimizi söyler zaten. Biz Hektör testinden başlayacağız. Adamlık testinden. Güney Amerikanın pampaları nere, Yukarı akan dereleriyle ünlü Ordu nere? Koskoca Hektör, ya alabalık yemek için serin suları tercih etmiş, ya da bizim bilemediğimiz bir hastalığına fındık yağı iyi geliyor. Daha 3 ay evvel, Katar takımlarından eşşek yükü parayla transfer teklifi almıştı, demek sebebi varmış gitmedi. Reykart paranın peşinde koşarken, Hektör romantik takılmayı tercih etmişti. helal olsun diyorum, gelmiş geçmiş en büyük 10 hocadan biri için.

Rotasyon; Kötü futbolcunun piştideki karo bacağı. Dandik bir maç gelse de oynasamın futbol literatürüne girmiş ifadesi. İyi futbolcu her maç oynamak ister. Değil 3 günde bir, günde 2 maç bile oynansa oynar. Eskiler bilir Spor yazarları turnuvası yapılırdı. Fikstür hesabı bir takım hem Cumartesi, hem Pazar oynardı. Banko futbolcular her ikisinde de oynardı. Semih Kaya'yı dinlendirmek nedir hocam? 35 yaşına gelmiş kıçının kılları ağarmış kazmanın koskoca Galatasaray'da ne işi var. Galatasaray tarihindeki en nefret ettiğim defans oyuncusu Servet'ti, daha sümüğü kurumadan, aynı özellikte biri daha bulaştı. Bir sezonu, hiç bir futbolcuya takılmadan geçiremeyecek miyim ben ya?  Başımıza iş aldık, Kris'i kovmadan bana rahat maç izlemek haram.

Kayseriliyim, bu yüzden iddialı da konuşabilirim. Ticarette kafana koyacaksın. Destur olarak ezberleyeceksin. Kayserili'den mal almayacaksın. Yüzyıllardır sürüp gelen geleneklerini bırakmış olamazlar. Genlerinde var eşşeği boyayıp, at diye bilezik gibi geçirirler. Acaba mı? bu mal da defolu mu? diye temkinli oldumsa da. Amrabat için Kayserili kazığı demenin vakti benim için çoktan geldi geçti. Emre Çolak varken, Amrabat namında birine verilmiş para, Kayserili tüccara kaptırılmış paradır, geçmiş olsun.

Hocalarına duyduğum saygıdan dolayı Ordu deplasmanını en tehlikeli maç olarak ilan etmiştim maçtan önce. Belli ki bizim maç izleyicileri Ordu'ya gerekli saygıyı göstermemiş, sıradan bir maç gibi oynamışlardır. Geriye yaslanmış, timsah misali hata yapılmasını bekleyen kalabalık Orduspor savunmasına karşı şişirme toplarla gol aradık. Yaptıkları hataları golcüler değerlendiremeyince, girilen tek pozisyonda kalemizde golü gördük. Hamit'in erken çıkmasına bağlamıyorum ben yenilgiyi. hiç olmazsa yerine giren Aydın, hızıyla da olsa adam eksiltebiliyordu. sol taraf kısmi felçle oyuna devam etti. Hakan Balta, Amrabat ikilisi sezonun en kötü sol kanat performansını oynadı.

Eboue'den bu maç fazladan bindirme ve artık gol bekliyorum. Şom ağzımın kurbanı olduk. kaleye dürtmek yerine düşmeyi tercih etti o koca adam. Futbolun tanrısının adaletine güvenmek lazım. Sen misin kandırmaya çalışan? O top gol olarak bütün takımı cezalandırdı. 2-0 olduktan sonra da artık geçmiş olsun du.

Ders çıkarmak en iyisi. Elmander'i Galatasaray atletizm takımına mı göndersek acaba? Her maç en çok koşanlar listesinde birinci. Deli dana gibi koş, gol yollarında güçsüz kal atama. Hocanın beynine girsem, ya Elmander'i hiç oynatmam, ya da takımın en az koşan adamı olmasını sağlarım. Bu Elmander, sezon sonuna kadar 5 gol ya atar ya atamaz. Takımın golcüleri Burak ve Umut'tur. Ne kadar çok beraber oynarlarsa o kadar verim alınır.

Tabelaya yenilgi yazdı. Bu oyunla yengi yazsaydı bile şu yukarıda yazdığım şeyler aynı olacaktı. Braga maçının kafalarda olması mazeretse, durum çok daha vahim. Büyük takım olmak için daha çok yolumuz var demektir. Salı günü asla aynı şeyler olmayacaktır. Büyük Galatasaray taraftarı takımın bu kadar kötü oynamasına izin vermez. Bu maç için cımbızla iyi bir şey çıkaracaksak, Pitbull'un geri dönüş maçı diyebiliriz. Yenilmemek için direndi. Muslera'yı bu sezon hiç beğenmiyorum. Selçuk'ta serbest vuruşlara ortaklar çoğaldıktan beri istenen formda değil.

Alınamayan puanlar, ligin sonunu ekilemez. Belki şampiyonluk için 1 maç fazla oynarız o kadar. Ben Şampiyonlar ligine etki eder mi onun kuşkusundayım. Maçın siniri Fenerbahçe puan kaybedinceye kadar geçmez. Polyanna Galatasaraylılar bu maçı yok saysın.

23 Eyl 2012

Galatasaray Türk Telekom 3- Akhisar Ramiz Köfte 0

Şampiyonlar Ligindeki en zor maç, Manu deplasmanıydı. Ligteki en kolay maç ise Arena'daki Akhisar maçıydı. İngiltere'deki maçın sonucu nasıl olursa olsun, sonrasında böylesi cillop gibi maçın antrenman havasında geçeceği belliydi. Değişiklikler bekliyorduk ama Riera ve Sercan'ı doğrusu beklemiyorduk. Bu iki futbolcuyu biz unutmuştuk sanki.  Sen kalk 3 gün önce Old Trafford'da Mançester Birliği'yle maça çık, 3 gün sonra küçük bir ilçenin belediye takımıyla oyna. Vallahi benim taraftar olarak bile motivasyonum yoktu. Maçtan hiç zevk almadım. Fakat işte bu maç, pazılın bir parçası. tek başına hiç bir şey ifade etmiyor ama, doğru yere koyarsan sonunda bir şekil çıkıyor.

Galatasaray kadrosu benim için oldukça sinir bozucuydu. Bu kadar kolay geçeceği belli maça, kaleci, 4 savunma oyuncusu, önlerinde ön liberoyu yabancılardan oluşturmuş hoca. Ne gerek var anlamadım? Rotasyon dedikleri zabazingo olsa anlayacağım. Orta saha ideal orta saha, ileride Burak banko, Umut ile Hakan balta istirahatli, Semih kafa iznine çıkmış. Onların yerine oynayacak olanlar, 12., 13. futbolcular olsaydı keşke. Takımın 20., 21. futbolcuları iyi oynasa ne yazacak, kötü oynasa ne?

Oyunun başında belli oldu zaten. Oyun üstünlüğü uzak ara Galatasaray'da olacaktı. Bu kadar fazla bekle oynamak şart mı? Bek derken hakkını yemeyelim takımın, Riera ve Eboue'ye bek demek haksızlık olur. Öyleyse beklere bir kaç kelam edelim. Bu Kris'in oynadığı futbolu, her halı sahasında en az bir abi futbolcu oynar. Geliş biçimine tutukluk yaptığım için bu maçta istatistik tuttum. İki defa topu ileri attı, diğer bütün toplarda 10 derece bile ileriye oynamadı. Her topu ya kaleciye ya sıfır veya eksi dereceyle yana verdi. Santrayı bir kere bile geçmedi. üstelik ligin en kötü, en zayıf takımına karşı. Ayrıca seyrek de olsa Akhisarlıların kullanığı serbest vuruşlar ya da içeri ortalarında bütün topları rakibe vurdurdu. 5 santim zıplamadı. Çok açık konuşuyorum, Dani, 3, Semih 5 misli  daha iyi futbolcu. Bu oyun sitiliyle değil 35, 55 yaşına kadar futbol oynayabilir insan.

Galatasaray futbol şovunda illet olduğum bir olay var, herkes bilir. Kaleci topu gelişigüzel oyuna sokuyor, her topu şişiriyorsa, isterse bir çataldan, bir çatala top çıkarsın benim için 5 para etmez. Bugünkü Muslera'dan tiksindiğim kadar Aykut'tan tiksinmemişimdir. Sahanın en kötü futbolcusuydu.  Kaleci demeye bin şahidin gerektiği Oğuz bile topu oyuna elle sokarken, Muslera topu şişirirken büyük takım taraftarı olarak utandım. İyiki geçen sezonu seyretmişim yoksa bu maç itibariyle sehpayı kurardım.

Bu gecenin adamı Tay Burak'tı. Gol attığı için değil, gol zaten onun işi. Bir adamı işini iyi yapıyor diye madalya verecek değiliz. Ben bu notu adamlığına, futbolcu aklına veriyorum. İnsanlık yapıp, takımda belki de son maçına çıkan, çok da kötü oynayan Sercan'ı bekleyip, kendisinin de rahatlıkla atacağı golü ona attırması unutulmayacaktır. Benzer pozisyonda, çok daha zor olmasına rağmen Emre Çolak, yine oynamayan Riera'ya acımayı aklına getirmemiş, topa vurmuştu. Gol olsa bile fırçayı yiyecekti.

Selçuk İnan'a henüz takdire şayan asist yazılmadı. Bu maçta da unutulmayacak iki gol öncesi pas son anda Tay Burak tarafından kontrol edilemedi. Edebilse hem çok güzel goller atmış olacak hem de Selçuğu sadece dikkatli olanların değil, bütün seyredenlerin huzuruna çıkaracaktı. Selçuk'a kaptanlık çok yakışmış. Kaptanın orta sahada oynaması büyük takımların karakteridir.

Gelen biri daha var. Hamit büyük futbolculuğunu sevenlerine sergilemeye devam ediyor. Bavyera Münih'te banko oynamış, Morinho ile çalışmış, takımın en kariyerli futbolcusu olarak kendisinden çok şey beklemek hakkımız. Galatasaray tarihinin en şanssız futbolcusu ilan ettim geçen maç, bu maçta da çektiği bir iki füze gol olmadı. şanssızlığı devam ediyor, bakalım Hamit kime patlayacak? Üst düzey maçla, dandik maçı aynı ciddiyetle oynamak büyük bir ustalık gerekir, bu da Hamit'te fazlasıyla vardır. Galatasaray'ın çıktığı uzun ve tehlikeli macerada en büyük kozu olacaktır.

Bir futbolcuyu tuttuk, iyi de oynasa kötü de olsa savunacak değiliz. Dany bu maçta beni yanılttı. Kendisinden gol bekliyordum. Belki Hoca ileri çıkma demiştir, ama maçın sonlarına doğru kaleciye en yakın futbolcu oldu. Bir atağı sürükledi, son topu kullandı. Büyük takım stoperi tadında topla oynuyor, top kendisine gelsin istiyor. Eğer bu seneyi iyi kötü atlatırsa, gelecek yıllar Galatasaray tarihine adını kara kalemle yazar. Bir de benim nedense siyahi futbolculara pozitif ırkçılığım vardır. Daha fazla severim.

Emre Çolak tam kendisine göre rakip buldu. Yapmak istediği bütün hamleleri bir maça sığdırdı. çalım, şut, ver kaç, serbest vuruş. Oynadığı oyundan zevk almıştır. Bir maç daha olsa oynar. Melo ise yaz tatilini çok uzun kullanmanın belasını çekiyor. Başka futbolcu olsa maçlarda çok sırıtır. Büyük futbolcu refleksiyle açığını kapatıyor. Ancak bu gözler Pitbull'u hırlarken, havlarken seyrettiği için sıradan futbol bizi kesmiyor. Ondan da bir gol bekliyordum bu gece. Gerçi ofsayt bile olsa kendine özgü vuruşla kaleye topu gönderdi. Braga maçıyla geri dönüş yapar.

Takımla beraber seyircide büyüdü. Geçen sene olsa, Akhisar maçına, 20.000 kişi gelmezdi. Bu gece Arena doluydu, taraftar coşkuluydu, Avrupa Ligine konsantre olduğunu, tabela garantilendikten sonra Braga'yı değil Mançesteri çağırdı. Şanlarına yakışır şekilde ağırlayacağımızdan kuşkuları olmasın. Arena Cehenneminin nasıl bir yer olduğunu onlarla beraber biz de göreceğiz.

Maçın zayıf maç olması hiç bir şey değiştirmeyecek. Galatasaray çok aptalca bir şey yapmazsa, somut hakem kıyımına denk gelmezse en fazla 3 maç daha berabere kalır. Onlarda da oyun ve pozisyon üstünlüğünü rakibe vermez. Kaptanları şampiyonluk kupasını kaldırmak için son maçın, son düdüğünü beklemez. Son maçlara da taraftar zevk yapmaya, eğlenmeye gider. Gol kralı bizden çıkar.

Altın adam; Hamit
Gümüş adam; Tay Burak
Bronz adam; Eboue

21 Eyl 2012

Galatasaraylı Gözüyle; Fenerbahçe 2- Marsilya 2

1907 Derneği'nin davetlisi olarak maça gittim çocuklar. Ayrıca Fener forması da hediye edildi ama korkmayın giymedim tabi ki. Yıllarca tribünlerin cefasını çekmiş profesyonel taraftar olarak, böylesi lüküs bir tribünde Fener maçı bile olsa sefa sürmek bayağı heyecanlıydı. Bir sezon için 5.000 dolarlık bir sunuya, istekli bulunuyorsa bizim gibi cefakar taraftarların sayesindeydi elbet. Etraf yüzlerce, binlerce Fenerbahçe formalılarla doluydu. Hayatını sarı kırmızı renkler arasında geçirmiş biri olarak, bu iki güzelim rengi koskoca bir stadyumda görememek bayağı garibime gitti. İnsan canlı olarak böylesi ortamda bulununca bayağı bir garip oluyor, hiç bir Fenerbahçeliye dalaşmak gibi bir şey de içimden asla geçmedi. geçse ne yazar demeyin, her halde bizi oraya davet edenleri ayıplayacak bir şey yapmayız. Saha manzaralı restoranda döner yemek, neskafe içmek, önünde televizyon olan son derece rahat ve geniş koltuklara kurularak maç seyretmenin tadında ilk defa bir Fenerbahçe maçı yazacak olmanında bir garipliği vardı üzerimde.

Fenerbahçeye gönül verenler, geçen sezonun son maçındaki üzüntülerinin cezası henüz biterememiş olmanın hasretiyle, takımını özlemiş, yoğun ve coşkulu bir şekilde tribünlerdeydi. Maç başlamadan önce başlayan tezahüratları, maçın son saniyesine kadar aralıksız sürdü. Zaman zaman gözlerimi, okul tarafındaki kale arkasından alamadım. Bizim söylemediğimiz tezahüratları söylüyorlardı. Ancak tezahürat oynanan oyundan bağımsızdı. kaleleri abluka altındayken atkıları açmışlar Samanyolu'nu söylüyorlardı. Maç kopmamışken karşılıklı tezahüratları uzun süre devam etti. Zaman zaman sahaya gaz vermek için yaptıkları büyük tezahüratlar, takımın oyununa bir katkı yapmadı. Yapılan tezahüratlardan artı eksi etkilenecek iki oyuncusu vardı zaten. Biri Volkan diğeri Aleks'di. Örnek verirsem 50.000 kişinin Caner'e küfür etmesiyle, olumlu tezahürat yapması arasında Caner için hiç bir fark yoktu. Aynı şekilde taraftardan etkilenmeyen, ekstra 1 metre bile koşmayan Mehmet Topal, Mehmet Topuz gibi oyuncular sahadaydı. Hepsinden önemlisi Hocaları da aynı duygusallıktaydı. 3 kişi istifa diye bağırdı diye gitmişti Fatih Terim, maç bitiminde Migros tribününün ''Aykut istifa'' diye bağırmasının Hoca için hiç bir hükmü yoktu. Ya da Hoca öyle sanıyordu, taraftarın göz bebeğini, üstelik iyi oynarken, üstelik harika bir gol atmışken oyundan alırken, kendi mezarını kazdığının bile farkında değildi.

Maçın analizine girmeden önce şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu sene Galatasaray Kaptanı, Şampiyonluk kupasını ellemek için son maçın son dakikasını beklemeyecek. Geçen sezon bilinen nedenlerden dolayı aşırı motivasyonla kupaya tutunan Fenerbahçe'nin, bu sezon aynı gazı bulamayacağının garantisini verebilirim. Oyunu daha çok motivasyona dayalı yarım takım Emre'nin yeri, cebi parayla doldurulan yabancı futbolcuyla, veya Mustafa Sarp'ın İspanya Ligi görmüş gamsız futbolcusuyla dolmaz. Hücreleri bir sene daha yaşlanmış, anlamsız bir şekilde tasfiye sürecine girişilmiş ve bu operasyon taraftar korkusu yüzünden yumuşak geçişle halledilmek istenen, Brezilya'ya dönmek için gün sayan Alek'ten de fazla bir şey beklemesin Fenerbahçeli çocuklar. Fenerbahçeli çocuklar diye özellikle yazdım, ne yalan söyleyeyim, Fenerbahçe yenildiğinde ne kadar mutlu oluyorsam, Fenerbahçeli üzülen bir çocuk gördüğümde de içim o kadar parçalanıyor. Bu geceki maçtan da bu duygularla ayrıldım. Yazık oldu kale arkasında sesleri kısılan, gırtlağı parçalanan, meşalelerin barut kokusunu solumuş Fenerbahçeli çocuklara.

Fenerbahçe kadrosunu gördüğümde bir Fenerbahçeli olsam fazla umutlanmazdım. Omuzu yeniden yerinden çıktı çıkacak tedirginliğindeki kaleci Volkan bu maçta kaledeyse, Hoca, büyük bir takımı yönettiğinin farkında bile değil derim ben.  Marsilya adı kulaklara büyük bir Fransız takımı çağrısı yapıyorsa da, benim tanıdığım tek bir futbolcusu yoktu.. Böyle bir takımı da ben ciddiye almam  bile. Demek Aykut hoca çok ciddiye almış, kalelerinde dalga dalga Marsilya akını gelecek hesabını yapmış olmalıydı. Tabi dağları bekleyen korku, sadece 1. kalecisini oynatarak, gol yememeyi planlamaya yetmemiş. En küçüğünden, en büyük takıma kadar olması gereken 4 savunmacıyı saymıyoruz. Önlerinde iki kazma ki- bunlardan Mehmet Topuz bana göre Fenerbahçe'nin en iyi oyuncusuydu- pisliğinde boncuk bulunup milyonlarca yuro indirilerek son dakikada alınan 14 numaralı futbolcu, hücum yapsın diye oynatılan kafası kesik tavuk misali yön problemli Caner'ide sayarsak toplam 9 futbolcu gol yememek için yapılan Aykut Kocaman planının parçalarıydılar. Geriye kalan Aleks ve ileride yanlız Sowboy ile beklenmedik iki pozisyonla gelen 2-0 lık galibiyete büyük takımı yatıran Küçümen hoca olarak kendini medya maymunlarının kucağına atmakla kalmadı, taraftarın ambarına fareyi soktu. 42 yıllık tribün tecrübemle dayanarak söylüyorum, bir Galatasaraylı olarak hiç istemem ama Aykut'un gidişi Allende gidişidir. Keşke gitmese ama 2013 yılını göstermezler.

Tam sahanın en kötü oyuncusu Caner diyecektim arkadaşıma, o anda gol attı. Benim görüşüm değişmedi, toptan kaçan, futbol oynamaktan asla zevk almadığına, işi olmasa topu ayağına asla sürmeyeceğine emin olduğum Mehmet Topal'dan bile daha kötüydü. Golü atan, Marsilya'nın en iyi oyuncusu, Hasan Ali'ye zaman zaman kısmi felç geçirtiyordu. Aykut Hoca, Caner'in yardımcı olamadığını fark etse bile, oyun başında değiştirecek değil elbet, ama saha içinde bir pansuman yapmayı da akıl edemedi bana göre. Golü de Caner'in gelişigüzel vuruşuyla kazandığı için en azından kendisi ben bittim diye çıkana kadar Hoca'nın gözünden kaçmayı başaracaktı.

Fenerbahçe büyük takımdır, büyük takım gibi oynamalıdır. Kendi sahasında sıradan bir takıma karşı bile ileride tek kişiyle oynuyorsa en azından geçici bir süre büyük takım kimliğini dondurmalıdır. Oyun ve pozisyon üstünlüğünü bu kurguyla ancak isminden korkan küçük Anadolu takımlarına kabul ettirebilir. Son saniyede o golü balta Bekir kendi kalesine dürtmese, gerçekler bir süre daha sümen altına atılacaktı. Yıllar önce elindeki maçı vererek elenen Bülent Korkmaz'ı biz derdest etmiştik. Hem de tarihimizin bayrak adamlarından biriydi. Çünkü küçük hocaydı Hiç kimse büyük bir takımı, küçük futbol oynatma hakkına sahip değildir. Oynarsın, hatta kötü oynarsın, hezimete uğrarsın anlarım, futbol 3 ihtimallidir her türlü sonuca katlanırım. Ama maç başlamadan, ben senden  daha büyüğüm, sen bana önlem al demeyen, kurgusunu galibiyet üzerine yapmayan, kendi taraftarı önünde oyun kapasitesini artıramayan, taraftar tabiriyle çökemeyen hocanın, büyük takım kulübesinde işi olamaz.

Oynayacağı diğer takımları tanımıyorum, bu sıradan Marsilya'yı altlarına alamazlar. Fakat son olarak şunu söyleyebilirim, diğer takımlar ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, eğer futbol şansları yanlarında olmazsa, bu Fener 2013 yılında bu sezon için Kapıkule'den dışarı adımını atamaz. Bizi ilgilendirmez, hariçten gazeli bu kadar atabildim. İlk ve son defa bir Fenerbahçe maçı yazmaya çalıştım. Çok kötü yazmış da olabilirim, kusuruma bakmayın.

 

20 Eyl 2012

Sör de Sensin, İmparator da; Manu 1- Galatasaray 0

Galatasaraylı futbolcular esas duruştayken, Şampiyonlar Ligi marşı duymayalı uzun zaman olmuş. Vay be, ne günler gelip geçmiş. Ne yazık? şampiyonlar ligini biz kurmuştuk oysa, hem de Manu'yu eleyerek , 8 yıldızlı logonun bir parçası da sonsuza dek biz olmuştuk. Yıllarca ara verdikten sonra bir Manu maçıyla geri döndük.  Gururla kurulduk televizyonların başına, ha kimimiz yine eski kavak yellerini yeniden estirmek üzere Yaşlı Trafford'taydı elbet. Bilmem kaç 10.000 İngiliz hem de galip durumdayken onların sesini dinledi. Onlar cehennemin  öncü birliğiydi, kızılca kıyametin habercileriydi.

Kenardakilerden hangisi Sör, hangisi İmparatordu acaba? Grande kıyafetiyle Sör'e uzak ara tur bindirdi. Sör endişeyle sakız çiğnerken, İmparator kör talihine sitem ediyordu maç boyunca. Son düdük çaldığında öfkeli fakat mağrur ifadeyle göz göze geldi. Bu maç Arena Cehennemine odun taşımaktan başka bir işe yaramamıştı.

Sahaya çıkan 11, 30-40 Galatasaraylı oyuncudan çıkacak en büyük en adaletli 11 di. Ülkenin iki büyük golcüsünün yanında, son gün şapkadan çıkan Kris yerine Dani, Semih'in yanı başındaydı. Maç başlamadan, benim gözümde Terim maçı kazanmıştı. Tek korkum Muslera idi. Sezona kapattığının en az 10 kat altında başlamış ve devam etmekteydi. Anlaşılmaz bir şekilde topları sektiriyor, oyuna gelişi güzel sokuyor, yan toplara çıkamıyordu. Nitekim maçın başı beni yanıltmadı. Yediği gol için değil, yaptığı penaltı için ne kadar yüklensek yeridir. Delikanlı adammış ki, yere yatıp, kırmızıyı, penaltıyı almadı da golü attı. Gidişi iyi değil,  Muslera'ya top gelirken benim de yüreğim ağzıma geliyor, hiç rahat değilim.

Yıllardır, biz sahnede olamadığımız zamanlarda işte bunun için saldırdım futbocularımıza. Keweel'den, Neil'e Elano'dan, Cana'ya. Ben bu düşler arenasında değilsem, nerem büyük takım benim? Ben Dünya'nın her takımıyla kafa kafaya bir maçı oynayamayacaksam, beni kendi ligimiz tatmin eder mi? Ben Avrupa şampiyonluğu görmüş bir takımın taraftarıysam, beni Kendi ligimizin şampiyonluğu kesmez. O yüzden oynayan çoğu futbolcuyu beğenmedim. Günler, aylar, yıllar geçti, hatta milenyum bile değişti biz ortadan kaybolalı.

Ve bu geceyle birlikte Avrupa'nın hayula belası tekrar hortladı. Dünya'nın en büyük 5 takımından biriyle göğüs göğüse çarpıştı. Yenebilirdi bu oyunla, farklı da yenilebilirdi. Mesele şuydu, ülkeye başı yukarıda gelmeliydi. Arena'da bunlar parçalarız demeliydi herkes. Golü yeyince, maçın  hezimete gideceği beklentisinde olanların ağzı kulaklardaydı. Ülkenin yüz akı bir şekilde kepaze olmalıydı. İlk direnişe geçen Semih Kaya oldu. Belki de topa en çok değen futbolcumuzdu. kahramanca savaştı. Milyonlarca Galatasaraylı her müdahelesinde gurur ve onur duydu. İçimizde bile mutlaka patlayacak diyenler vardı. Ve artık Galatasaraylılığımın olanca coşkusuyla ilan edebilirim ki, tarihimizin en büyük savunmacısı olarak yazdı ismini sarı kırmızılı bir kalemle.

Ufo 3 gün sonra sakatlansa Kris diye bir futbolcunun varlığından çoğumuzun haberi bile olmayacaktı. En azından benim. Endişemiz de olmayacaktı Ufo gitti diye. Dani vardı. Çevik, cesaretli, gözünü budaktan sakınmayan, topla yarı sahayı geçmek isteyen. Ama işte yeni biri gelmişti, Şampiyonlar Liginde çok tecrübeli olduğu söyleniyordu. Belki de çok büyük futbolcuydu. Fakat Grande'de belki aynı şeyleri düşünmüştü. Ya Kris'i almakta geç kalsaydık. O zaman Grandeliği gösterme zamaınydı, hem de hiç kimsenin beklemediği ilk büyük maçta. Dani maçın başında bir kaç pozisyon bocaladı, gol de yenildi nasıl olsa. Rahatlayan, oyuna alışan Dani, takıldı Semih'in peşi sıra. Bu büyük takımın, gol yememesi için savaşacak iki kişi Dani ve Semih'ti bundan sonra.

Eskiler bilir, bana soruldu ben bildim. Bu takımın gelmiş geçmiş en kısmetsiz futbolcusu Erdal Keser'di bu sezona kadar. Hakan Şükür kaval kemiğiyle vurur çatala gider, Erdal Keser vurur çataldan geri gelirdi. Kısmetsizlik yarışında Hamit'in ayağına kimse su dökemezmiş meğer. Her maç mutlaka unutulmaz bir şut atıyor, ama top bir türlü çerçeveden içeri girmiyordu. Götüyle balık tutan futbolcuların yanında Hamit çölde kutup ayısıyla karşılaşıyordu.

Galatasaray yediği golü çıkarmak, dahasını Mançester Birliği'nin kolladığı yerlere bırakmak için olanca gücüyle ve futbol aklıyla mücadele etti. Maçın başlarında Hakan Balta yoğun piyade atışı altındaydı. Golün derdine düşen, tabelayı değiştirmek üzere yoğunlaşan Amrabat'ın sol tarafımıza inmekte olan felçe derman olamadığı dakikalardaydı. Kulübeden, Sör İmparator'dan medet bekliyorduk. Ameliyatı çabuk yaptı, Hamit'i sola, Hakan Balta'nın imdadına gönderdi. Hücumsa sağ taraftan yapılabilirdi. Kara Boğa ile Amrabat o dakikalarda gol için olanca kuvvetleriyle yüklendiler. Futbol Tanrıları maça müdahale etmeseler, Galatasaray, Mançester'e yıllar önce gördükleri kabusu yeniden seyrettirecekti.

Futbolda bir laf vardır. Hatice'ye bakma neticeye bak denir. Ben işin Hatice'sine bakıyorum. Böyle oynasınlar netice peşi sıra gelecek zaten. Sıçan gibi oynayıp, galip gelmektense aslan gibi oynayıp yenilmeyi her zaman tercih ederim. Benim takımım bu gece gördüğüm takımdır. Yenildiği zaman yenene kan kusturmalıdır. Bu işin Arena'sı var, asla şüphem yoktur ki Büyük Galatasaray, verdiği imaj, çizdiği rotayla, büyük taraftarıyla  unutulmuş karakterini bir kez daha o mağrur takımlara kabul ettirecektir. Takımı maceraya gönderirken haykırdığımız sloganı bir kez daha seslendiriyoruz. Büyüksün Galatasaray, yenilsen de yensen de.

Altın adam; Semih Kaya
Gümüş adam; Dany
Bronz adam; Hamit Altıntop