21 Ağu 2012

Umut'a Yolculuk Başladı; Galatasaray 2- Paşa 1

Rakip olacak iki takımın maçlarını seyrettikten sonra, lige başlamaya bile gerek görmüyorum. Bu maçı kaybetsek bile görüşüm değişmeyecekti. Ligin ilk yarısı bittiğinde uzak ara şampiyonluğu garantileriz. Bu maçın başındaki görüşüm ise Kasımpaşa'nın her iki büyük takımdan çok daha başımıza bela olacağını öngörmüştüm. Orta sahaları her iki takımın orta sahasından çok daha iyi. İyi ve iddialı bir takıma karşı, o takım da beraberliğe oynayacaksa 2. golü bulamazsak beraberlik golünü yiyeceğiz klasiği bir kere daha işledi. Ben golden az önce dedim, eminim milyonlarca Galatasaraylı beraberlik golünü yiyeceğimizi söylemiştir.

Maçın başında zemine baktım, maç başlamadan bir de bu yönüyle görüş ortaya attık. Bunca pahalı futbolcuları bu zeminde oynatmak Galatasaray ilgililerine yakışmadı. burası Aslan Yuvası, futbol sahası, konser alanı değil. Bir kaç yüz bin dolar kira geliri elde etmek istiyorsan, garanti para alan bir kaç oyuncu oynatma çimleri tamir et.

Maç yorumuna maçın sonundan başlayacağım. maçı anında yaşayan ve not düşen Galatasaraylıları okuyunca dehşete düştüm. Gökhan Zan'ın omuzuna Dany'yi feda edecek taraftarlarımız bile varmış ne yazık. Peşin ve ilk iddamızı yazalım bizi takip eden çocuklar için. Popescu'dan sonra Galatasaray stoperinde Dany kadar büyük futbolcu seyretmedim. Teknik, isabetli derin dikine ve uzun top atabilen, risk alan, futbolu güzel oynamak isteyen, en önemlisi bir savunma oyuncusu için topla buluşmayı isteyen harika bir futbolcu seyrettim.   Yeni transferler içinde ilk bankomdur. Semih Kaya'nın ilk toplara daldığı pozisyonlarda topu toplar, ikiyle çarpar ve bu sezon en az 4 gol atar. Galatasaray savunması en kısa zamanda Semih- Dany kademesine döner, Ufo gönül rahatlığıyla, bizim de rızamızla tüfek tesisatsız terhisini bekler gün sayar, emekli ikramiyesini alır Büyük Galatasaray taraftarına veda eder.

İkinci bankom'da Emre Çolak oldu bu maç boyunca ve maçtan sonra. Kaka bile gelse Emre Çolak'ı bu takımdan en azından 3-5 maç kötü oynayana kadar kimse kesemez kesmez. Dikine paslar, futbolun en temiz, en fizibil adam eksiltme yöntemi olan çalım, pas, kavisli serbest vuruş ne ararsak vardı. güzel futbol seyretmeyi, tabeladan daha önde belleyen taraftarlar için tercih her zaman Emre Çolak olacaktır.

Engin Baytar'ın hesapta olmayan uzun zaman iptalinden sonra Hamit Altıntop rahatladı. Büyük futbolcu olan Hamit, ilerleyen maçlarda takıma damgasını vuracaktır. Hele ki orta sahanın tapusuna sahip Melo, Selçuk İnanla beraber rakiplere azap çektirdiği dakikalarda, Abo'yla beraber sağdan çökecektir. Umut'a pas verse topla beraber kaleye Umut'u gol yapacaktı, vurmayı tercih etmesi ilk maçına golle başlama isteği olmalıydı. Hamit 10 maç oynamış olsaydı o pozisyonda pas verirdi. ne var ki olanca gücüyle vurduğu top üst direği dövdü.

İlk bankodan sonra ilk oturacak futbolcuyu da tespit ediyorum. Umut iki gol attıktan sonra oynamaya devam edecek, ligin gol kralı da Sercan'ın yanında oturmayacağına göre Elmander'e yedek kulübesi pas pas görevi yakındır. Gol yollarında bu kadar kaliteli futbolcu varken Elmander yerine kim olsa tedirginlik yaşar. Zaten gerek de yok, golcü değil, orta sahada orgeneraller, askerler içtimadalar. İçimiz kan ağlayacak belki ama Elmander'e kulübede alışalım.

Yenilerden Amrabat'ı tahlil edebileceğimiz süre yoktu. Savunmada kuvvetli bir takım, maçın sonlarına doğru beraberliği yakalamış, Kanije Kalesi savunmasına geçmişken, git kaleyi teslim al diye sokulan Amrabat kalabalık savunmayı delemedi. Kendisi hakkında görüş için bir başka maçı beklemek durumundayız.

Galatasaray dandik, şamssız gollerli kalesinde görmez ise 34 de 34 yapar bütün maçları kazanır. Ben Galatasaray ile berabere kalabilecek bir takım göremiyorum. Belki ütopyadır bu görüş ama hadi biraz esnetelim, Galatasaray 34 maçın 34 ünde en azından % 55 oyun ve pozisyon üstünlüğüyle maçları tamamlar.

İlk maç uzun yıllardır seyrettiğim en iyi ilk maçtı. Her zaman hazır olmayan futbolcularla başlanır, mutlka yeni bir transfer ilk maça yetişemez, mutlak bir aksilik olur, futbolcular daha ilk maçtan kendilerini kasmaz sıkmazlardı. Ama Galatasaray'da işler bu sene bütün sezonlardan daha zordu. Bu forma için futbolcular Melo'nun geçen sene yaptığını yaparlarsa şaşırmam. Forma savaşı, umarım kavgaya dönüşmez.

Tribünde cep telefonuyla mesaj çekmekte olan Samet Aybaba'yı görünce acıdım kendisine. Fernandez hariç, PAF takım seviyesindeki takımla bu Galatasaray'la ne düzey bir maç oynayacak? Hamit'le Abo, Uğur Boral'ı geldiği takıma geri gönderir. Ayrıca bu sene takım ve futbolcu farkından başka, gözle görünür şekilde Hoca farkı var. Metin Diyadin'e karşı Fatih Terim'le oynamak orantısız güç kullanımdır ve haksız rekabettir.

İkinci yarıya başlarken Gaziantep'ten bir felaket haberi geldi. Maç tatil edilse razıydım. İkinci yarı maça konsantre olmadım, acaba şehit haberi en az 3 ay gelmeyene kadar ligleri oynatmasalar bir işe yarar mı diye de düşünüyorum. Maçı bırakıp, olayla ilgili tezahürat yapan Galatasaray taraftarıyla bu yönüyle de gururu duydum.

Takım her şeyiyle büyümüş, uzun seneler oynamış büyüyemeyen futbolcular, başta Sabri olmak üzere bundan böyle zayıf takımlarla oynanacak kupa maçlarında oynarlar. Çağlar Birinci, Necati, Gökhan Zan, Sabri tamamı toplam bu sezon 10 maça çıkamaz. Aydın'ın bile bu takımda oynayabilmek için olağanüstü gayreti varken en ufak bir hata yapan futbolcu tribüne çıkar.


Gel Şampiyonlar Ligi maçları diyoruz.  

13 Ağu 2012

Bir Normal, Bir Süper; Galatasaray 3- Fenerbahçe 2

Sanki Kadıköy'deki maç bitmemiş de 2 devre daha oynanmıştı.  Ve sanki beraberlikle gelen kupadan sonra bir ikincisi için devam edildi. İş kupa almaya gelince de Galatasay klasiği hayata geçecekti elbette. Gerçi maç sanki sıradan bir gazozuna maçtı öncesi itibariyle. İki Erzurumluya iki forma giydirilmiş, omuz omuza yürütülmüştü. Kaptanlar ve teknik direktörler sanki bir jübile maçına çıkar gibi büyük maçın tansiyonunu düşürmeye çalışmışlardı. Elit hakemimiz maça verilmiş, yeni yapılmış bir Anadolu stadyumunda bulunmaz, tezgahlanamaz bir maçla sezonu açmanın gayreti içindeydiler. Doğrusu Fener- Galatasaray maçlarının pratiği öyle 3-5 Polyanna'nın iyi niyetiyle 100 yılda oluşturduğu mecrasının dışına çıkacak gibi değildi.

Stad yabancı da olsa uzun yıllardan sonra yarı yarıya ve tıklım tıklım tribünler maçı canlı seyretmişler için unutulmaz heyecanlar yaşatmıştır kuşkusuz. Biz televizyon başındakiler de onlar kadar olmasa bile yine de kendimizi eski kavak yellerinin tatlı serinliğine bıraktık. Maçın başındaki durum, kazanın uzun süre sevineceği, kaybedenin de gazozuna maçtı deyip züğürt tesellisiyle avunacağı bir atmosferdeydi.

Rahattık, 3 gün önceki Fenerbahçe'yi seyrettikten sonra içinde bir acaba taşıyan tecrübeli Galatasaraylı sanırım yoktu. Nitekim maç öngördüğümüz biçimde başladı. Takım ileride basıyor, acemi Fenerbahçe savunmasını hataya zorluyordu. Zorlamaya bile gerek yoktu aslında, çok basit bir mahalle takımı taktiğiyle oynasa bile yine de pozisyon bulacaklardı. At topu Egemen ile Bekir'in üstüne sonra saldır 3 kişiyle top mutlaka sana gelecektir. Sonrası golcülerin hünerine kalmış diyecektik ki, bizim Golmander'in tatilden henüz dönmediğini hesaba katamadık.

Gözümü Hamit Altıntop'tan ayırmadım. İsterse real Madrid2de oynasın ben gözümle bir futbolcuyu seyretmeden pek ahkam kesmem ama biraz iddialı konuşacağım ki Hamit Altıntop bu takımın bankosu olamayacak. İki nedenim var bu öngörümle ilgili, biri Melo, Selçuk'un değişmez ortağı olduğuna göre başka bir yer arayacağız kendisine. Engin Baytar atılmasaydı, biraz daha zordu Hamit'in işi. İkincisi de ileride ben Umut ve Burak'ın oynayacağına inananlardanım. İlk makasım Elmander için olacaktı bu sezon. Ancak Elmander'in taraftar tarafından kredisi olması ve Şampiyonluğa yoğun katkısı sebebiyle kolay kolay sakatlanmaz ise oturtulamayacağını hesaba katarsam, geriye orta sahaya çekilecek ve 11. adam olarak Hamit'in hayatı tehlikeye girecekti. Bir üçüncü sebep daha saymak gerekirse, Hamit çok profesyonel futbolcu, tribünde bile otursa sorun yapmaz, Hoca'nın kafasını ütülemez, taraftarla muhatap olmazy, yani Terim için Aydın'ı yedek bırakmak, Hamit'i kesmekten çok daha vicdanını sızlatır. İlk maç diyelim ve dikkatle izlemeye devam edelim.

Selçuk için geçen sene yazdıklarımıza bir virgül koyuyoruz cümleyi kapatamıyoruz. İki öldürücü pasla iki gol attırdıktan sonra, iki gol atanın yaptırdığı penaltıya Cim Bomun kupa mührünü basarak Arena'ya davet ettiği Büyük Galatasaray Taraftarının gözdesi olmaya devam edecek. Muslera formsuz başladı, topu oyuna sokmada sıkıntı vardı. Toplara pek çıkmadı, gerek baraj esnasında, gerek yerde yatan Fenerlinin pozisyonunda duruş hatası vardı. Ama Muslera, Muslera'ydı kale bu sene de emin ellerdeydi.

Amrabat, her ne kadar Türkiye'de oynayan, önemli bir takımın önemli bir futbolcusu ise de ben can alıcı seyretmedim. Hadi bu genç kardeşimiz için de bir kehanette bulunalım seyretmemiş olsak bile. Oynayacağı en kuvvetli takıma karşı oynayan Amrabat, diğer takımların bekleriyle kedi fareyle oynar gibi oynar. 34 maçın en az 25 inde banko oynar. Hakan Balta seçeneksiz olmanın verdiği güvenle, futbolunun üstüne koyarak devam eder. Dany, Ufo'yu kolay kolay oturtamaz. Ben çok daha teknik bir stoper olduğunu sanıyordum. belki taktik icabı fazla çıkmadı, o da uzun farları yakarak izleyeceğimiz futbolculardan olacak. Sağ taraf, takımın en kuvvetli olduğu bölge. Kara Boğa da sanki son Fener maçı bitmemiş gibi oynadı.

Avrupa Şampiyonluğu yarı finalini yönettiler bizim monşer hakemimiz, maçı karakolda bitirdi. Her zaman söylemiştik, yanıltmadı dışarıda maç yönetmek kolay. Futbolcular hakeme yardımcı olurlar, yerde biri yatarken maça devam etmezler, baraj kurulurken hakemi zorlamazlar, düdük çalmadan topa vurmazlar, pek hile yapmazlar, edilen küfürü anlamazsın, maçı kimin kazanacağı umurunda olmaz,maçı kötü yönetsen de iyi yönetsen de gazete seni yazmaz, televizyonlardaki şebeklerin diline düşmezsin, tribünlerden anana sövmezler. İşte böylesi maçları da hatasız yönetirsen kendini ülkenin Anamaç'ında bulursun kendini. 25 er milyondan 50 milyon kişi mutlak bir anda seninle temasa geçmiştir. Sarı- kırmızı kartlar senin can yoldaşın, yakın koruman olur Cüneyt Abi.

Son 180 dakika 2 Fener maçı, kazanılan 2 büyük kupa. Biz olsak bu travmayı atlatamaz, ligi başlamadan verirdik. Ama biz değil, son iki maçta iki kupayı veren Fenerbahçe olunca korkulacak bir şey yok onlar için. Mutlak şimdiden unutmuşlardır bile. Sabiha Gökçen'den alırlar takımlarını, tabelayı Cüneyt Çakır'a yıkarlar, kendilerini meşgul edecek bir şeyler bulurlar. Kupanın da allahı vardı, bence Şampiyonluk kupasından güzel, caf caflı ve pahalıydı. Bu kupaya da bu maça da dandik, önemsiz maç derler önlerine umutla bakarlar, 30-35 sene önce oynanmış maçlardaki bit yenikleriyle uğraşırlar artık. Ben yine yanarım da Fenerli küçük, aklı bozulmamış, Fenerli aşısı yememiş çocuklara yanarım.

Sezon başladı, en büyü rakibimizin hali bu, ve içler acısı. 10 kişi kaldığımız anlarda bile maçı uzatmalar ve penaltılara taşıma gayreti içindeler. Bitti dedikleri, Aziz Yıldırım olmasa oynatmayacakları Alex'in hünerli ayaklarına ve balına bağlanmış umutları. Asla ustalaşamayacak, çaylak vizyonsuz Hocasıyla bize tehlike oluşturamaz. 2013 yılına uzak ara şampiyon gireriz. Ben zaten artık lig maçlarına pek önem vermiyorum, takım esas yolunda, unutulmuş karakteriyle Avrupa sahalarında yürüyecek. Gözle görülen bu büyümeyle her sene Şampiyonlar Liginde kafaya oynar.

Pitbull'la geceyi noktalayacağım. İşte Büyük Galatasaray Taraftarının Büyük futbolcusu budur. Oynamadığı maça taraftar olarak girmiştir. Taraftar kendisini yeniden takıma aldırmıştır. Galatasaray bir kez daha beni haklı çıkarmış final kaybetmemiştir. Ne kadar övünsek azdır, övünün çocuklar.

10 Ağu 2012

Felipe Melo

Aslında bu yazı hazırdı, en ufak bir şüphem yoktu Melo'dan yana. Ne var ki içimden de bir korku sarmadı değil her yanımı. Yok, bu korku Melo gelmez diye değil, hatta tas tamam ifade edeyim, korkum Melo'dan çok daha iyi futbolcunun gelme ihtimali içindi. bu yüzden bekledim. Bundan sonra yazacaklarım daha önce yazılmıştı.

Net olarak söylüyorum, benim seyrettiğim tüm jenerasyonların en büyük yabancı futbolcusu Hagi'den sonra Pitbull'dur. En iyi futbolcu demiyorum, bu tartışılır, ama büyük futbolculuk tartışılmaz. Şimdi saymaya kalksam iyi futbolcuları en az 10 kişi sayarım, Prekazi'den, Simo'ya Lincoln'den, Taffarel'e say sayabildiğin kadar hiç birine haksızlık etmem, hepsi efsane olmuş, destan yazmış, Galatasaray'a Galatasaraylı kazandırmış futbolculardı. Ama melo bir başka en azından benim için. Çünkü ben futboldan soğumuş, taraftarlık kimlik kartımı yırtmıştım. futbol takımıysan orta sahan kadar konuşacaksın. Mehmet Topal'dan, Mustafa Sarp'tan, Barış Özbek'ten, insanı canından bezdiren orta sahadan sonra Melo beni tekrar aynı şevk ve heyecanla tribünlere tutunmamı sağladı.

İşler sarpa sardığında, takım kötü oynarken, geriye düştüğünde, tam ümitler tükenmek üzereyken sahada ben yenilmem diyen bir dinamite ihtiyacı olur Cim Bom'un. Ağlamak istediğinde bir omuz arar yaslanmak ,çin Büyük Galatasaray taraftarı. Bu adam sevgili Selçuk İnan değildir,  Hamit olamaz. Amrabat ağlamaz Galatasaray yenildiğinde, Emre Çolak'tan kimse tırsmaz, Burak Yılmaz ürkütemez Galatasaray kalesine saldırmaya cüret edecek olan defans oyuncularını. Melo gelmese eminim ondan çok daha iyi futbolcu gelir, kim gelirse gelsin Arena'nın bu sene en yoğun şekilde sahaya göndereceği enerjiyi kısa yoldan takıma aktaramaz. Susan seyirciyi kimse ateşleyemez. Şampiyonlar ligi takımları Semih'i tanımaz. çocuğun üstüne oynayacak olanlar Melo'nun soluğunu duyacaklar, Pitbull'un hırlamasını hissedecekler.

Melo bir orta saha oyuncusundan çok daha fazla benim için. Çok para alacakmış umurumda değil. Biz Galatasaray muhasebecisi değil taraftarıyız. Çok büyük maçların arifesindeyiz. Geçen sezon takımın büyük maçlarında neler yaptığını gördük? Onlar tatbikattı, savaş bu sene başladı. Kim gelirse gelsin, Arena'da oynanacak en büyük maçın favorisi Galatasaray'dır. Bunu söylerken de en güvendiğim futbolcumuz Melo'dur. Çok daha iyi futbol oynayacağından eminim. Takım çok daha büyümüştür. Büyük maçlara hazırdır. Savunmasının sigortası Melo olan Galatasaray kükremek için gün saymaktadır. Ve Pitbull varken benim emekliliğim ertelenmiştir.

Sevgili Pitbull, sayende biraz daha Galatasaraylı oldum. Köpekten korkardım, sayende sokaklarda ellemeye başladım. Gel, kükre, havla, ısır, senin yolunu bekliyoruz.

24 Haz 2012

İspanya Ulusal Takımı

Futbola lanet ettim edeli, Galatasaray'ın olmadığı bir turnuva gördüm göreli, ilk defa bir maçı tam olarak izleme bahtsızlığına uğradım. İspanya- Fransa maçını izlemek mecburiyetinde kaldım. Yapacak en ufak bir işim, tek bir bira içmeye çağıran biri olsaydı, kesinlikle aklıma bile gelmeyecekti bu maç. Neyse ki maçın sonuna kadar dayanabildim. Eğer uzatmalara falan gitseydi kesin seyretmeyecektim. Net olarak söyleyebilirim, bu güne kadar seyrettiğim üst düzey maçların gelmiş geçmiş en kötüsüydü. Fakat ben yine orada değilim, mutlaka daha kötü maçlar olmuştur. Ben özelde Barca, genelde İspanya milli takımın oynadığı ayıplı futbolu deşelemek istiyorum.

Spiker, her seferinde İspanya'nın daha önce oynadığı maçlarda yaptığı pas trafiğinin orantısızlığını vurguluyordu. Elbette doğrudur, gerek Barça, dolayısıyla İspanya Ulusal Takımının iskeletini teşkil eden futbolcular büyük bir manipülasyon yapmaktadırlar. Çok daha basit anlatmak istiyorum derdimi. Kalelerinde bir kaleci var, ne kadar büyük kaleci olduğu da tartışılır ya, ben değil Muslera'yı, Mondragon'u değişmem. 5 Mustafa Sarp, 5 Mehmet Topal dan oluşan bir kadroları var. Tüm dünya futbol severlerine yutturdukları İniesta'yı dikkatle izledim. Tekniğine asla lafım yok, ben oynadığı futbola bakıyorum. 5 metreye yan pas, diğerleri de ezberlemiş, basmayan takımlara karşı ortada sıçan. Değil 40, 100 pası peş peşe yapsan ne yazar. Karşılarında en basitinden bir Melo, bir Gattuso olsa böyle kolay top çevirebilecekler mi? Çevirdiler, 800 pasa 200 pasla oynadılar diyelim. Çok mu zevk veriyorlar seyredenlere? Ben mi kafayı yedim yoksa? Koskoca maçta tek bir çalım girişimi yok.40-50 metreye atılmış bir pas hak getire. Korneri bile topu kaybederiz korkusuyla paslaşarak kullanıyorlar. Attıkları gollerin çoğu yoğun pas trafiğiyle bilerek, kurgulanarak atılmış goller değil. Golcüsüz oynuyorlar, futbolun temel, ve bu kadar çok sevilmesine yol açan kanat akınları hemen hemen hiç yok.Kaleye şut çekme istatistiğinde her maç mutlaka gerideler.Serbest vuruş golleri mucizelere kalmış. Varsa yoksa, aralarında kesin ve kısa paslaşmalara dayalı sinir bozucu bir futbol anlayışı.

Hadi biz seyirciler kabul ettirdiler uzay futbolu oynadıklarını. Hiç bir takımın İniesta ve Şavi, Pike gibi futbolculara sahip olmadıklarını, bu futbolcuların Real Madrid'lilerle kurdukları karmayı yenmeye hiç bir takımın gücünün yetmeyeceğini. Peki be karşılarında oynadıkları takımların futbolcularının niyeti nedir? Koskoca Daha dünün Dünya Şampiyonu Fransa'nın oynadığı aşağılık futbola ne demeli? Sanki elensek de tatile çıksak der gibiydiler. Maç bitiyor, en ufak bir gol girişimi hamlesi yapmıyorlar. Hoca kenarda fark yememek için olanca sakinliğiyle maçı izliyor. Ve bu maç demeye bin şahidin gerekeceği müsabakayı muhteşem İspanya kazanıyor.

Açık söyleyeyim, İspanya Ulusal takımın oluşturan çeteler asla dağılmazlar. İspanya futbolu çok iyi olduğu için değil, tek tek başka takımlarda oynayamayacak olmalarındandır. Misal Pike, Galatasaray'da oynasa, Melo'dan çok daha iyi oynayamayacağının garantisini veririm. Bir Selçuk'un, İniesta'dan aşağı futbolcu olduğuna beni kimse inandıramaz. Hatta, başında Terim'in olacağı, Hamit-Selçuk-Gökhan Töre-Nuri- Arda Turan orta sahalı takımın bu İspanya'ya yenilip eleneceğine de.

Başlarında bizim 3. takımımızdan kovulma Yeniköy Kasabı'nın olduğu, İspanya Futbolunun en azından bana seyir zevki vermesinin imkanı yoktur. Yarı Finali Portekiz'le oynayacaklar. Portekiz sol bekinin oyuna katkısını dikkatle izleyin. Ronaldo boğasının saldırılarına hazırlıklı olun. Gerçi bütün takımlar bir birinden kötü, ne var ki bazıları, en azından bazılarının futbolcuları rutin, taktik dışına çıkarak bir şeyler yapmanın riskini alıyorlar. Bugün Ribery'nin alıp ta 4-5 kişinin arasına girip çıkmayı denemesi gibi. Hangi İspanyol girer böyle bir riske? sanki  her top kaybında o top gol olacakmış gibi korkak, sıçan gibi oynadılar. Futbolun şanlı tarihi, bir önceki turnuvada sıçan gibi oynayarak şampiyon olan Yunanistan'ı çoktan unuttu, ama tam 20 sene önce plajlardan toplanarak getirilen aslan gibi top oynayarak kazanan Danimarka'yı asla unutmayacaktır.

Bu seyrettiğim, ve her zaman aynı futbolu oynayarak nam salmış İspanya'nın Dünya futboluna vereceği hiç bir şey yoktur. Almanya'dan, Beko'dan öğrenip yıllarca hepimiz libero oynadık. İtalyanlar'dan Çanakkale geçilmezi öğrendik. Kendimizden büyüklere karşı  Spinosi, Capello olup savaştık. Dinemo Kiew gibi saldırdık, Ajaks gibi total futbol oynadık. Brezilyalı gibi, Sokrates, Zico gibi çalım attık. Hagi gibi frikik kullandık, şimdi 40 lı 50 li yaşlarda halı sahalarda İniesta gibi garanti pas atıyoruz. Top gelmesin diye kaçacak delik aramasını öğrendik Şavi'den.

Gezegenin en büyük futbolunun oynandığı, İspanya'dan son yıllarda bütün Dünya'nın idolü olan bir futbolcu çıktı mı? çıkar mı? Ya da bu gece oynanan futbolun aynısını taklit edip oynayan bir halı saha takımın düşünebiliyor musunuz? 3. pası yapan adamın ayağını eline verirler. Elinde 2 as olmadan oyuna asla girmeyen holdem poker oyuncuları gibiler. Belki yine kazanacaklar. Son Dünya Kupasında olduğu gibi hiç bir maçı akıllarda kalmayacak. 5 sene sonra bu takımdan kimse hatırlanmayacak. Ne olur biraz futbol diye dilenen bizim gibiler ise top yekun İspanya Ulusal Takımının güzel futbola ihanetini asla affetmeyecektir.  

6 Haz 2012

Abdullah Efendi

Ulusal Takım'ın oynadığı en son maçı seyretmeyi ne kadar da çok istiyordum. Hafta sonu başlayacak, büyük turnuvanın en büyük favorisi Portekiz'le oynayacağımız maçı merak ediyordum. Dünya'nın en büyük futbolcusu Ronaldo'yu seyretmek için kuruldum televizyon başına. Pek takip etmem, kadrosunda var mı bilmem, Beşiktaş'ta oynayanları da izlemek istedim. Hatta, kadroda mı değil mi diye Fernandez'i aradım bir taraftan. Derken bizim takımın kadrosuna baktım. Yolda görsem tanımayacağım, daha önce hiç seyretmediğim futbolcuları gördüm. Şampiyon takımdan hiç kimsenin oynamadığına emin olur olmaz televizyonu kapattım. O andan sonra o maç benim ülke takımımın maçı değildi, maçın sonucunu ertesi gün istem dışı olarak öğrendim.

Yazalım bakalım, toparlarız nasıl olsa. Bir küçük takım hocası için en kolay maç, Fener'le, Galatasaray'la oynayacağı maçtır. Bunca yıllık taraftarım, şimdiye kadar Fener'e 5-0 yenildi diye kovulan hiç bir küçük takım hocası görmedim. Kendi sahasında Galatasaray'dan 4 yiyen bir küçük takım hocasına küfür edildiğini futbol tarihi yazmamıştır.Böyle maçı kollar küçük takım hocası. Götürüsü sıfırdır, getirisi büyüktür. Hezimet yesen hiç kimse ilgilenmez, ama uyarına gelir de bir punduna getirip çelme takabilmiş isen bütün dikkatli gözler sana doğru çevrilir. Çoğu kan emici yazar, yenilen büyük takıma, hocasına saldırırken, akil, aklı dumura uğramamışlar, yenen Küçük takım hocasında keramet ararlar. Dedik ya, küçük takım hocası için bu maçlar kendisi için kader maçlarıdır. Misal Belediyespor, Fenerbahçe'yi yendi diye sıralamada geleceği hiç bir yer yoktur. Yenmese nerede olacaksa, yenince aynı yerde hizaya gelecektir.Futbolcu için de o maçın önemi yoktur. Yenerse, yendi diye transfer falan olmaz, golü atan futbolcuya madalya takmazlar. Ne var ki bütün prim, bir timsah sabrında bekleyen Hocalarınındır.  Bir gün bir bakarsın, bir Cuma namazı sonrası kendini Ulusal Takım hocası olarak bulabilirsin.

Eşşek yükü para alıp, Avrupa Kupası Finallerine götüremeyip kıçına teneke bağlanmış Bir Büyük Hoca Hiddink'in yerine, Abdullah Efendi, çok daha az paraya, futbolumuzun derin devletinin sadık bir kulu olarak getirildi. Cebinde, Ramazan aylarında tuttuğu oruçlar, gittiği Umreler, kıldığı namazların yanında küçük takımın küçük hocası olarak büyük takımlara aldığı bir kaç işe yaramaz puan vardı. Her ne kadar kendisi geldikten sonra Futbolumuzda kızılca kıyamet kopmuş olsa da, arada maç oynanmadığından kaynayıp gitmiş, geliş sebebi, getirenlerin kimliği dikkatlerden kaçmıştı. En baba futbol ulemaları kendi derdine düşmüşken, kimin basiret bağlanması sonucu Ulus Takımının başına getirildiği belli olmayan Abdullah Efendiyle uğraşmanın alemi yoktu. Netice de hemen hemen bir yıl geçmiş, Milli maç oynanmamıştı. Hayat ne güzeldi Milli Takım hocaları, yöneticileri için.

Lizbon'dayız, Portekiz Ulusal Takımı, 70.000 kişinin önüne, Turnuvanın Favorisi olarak ülkesinin en iyi futbol oynayan 11 i ile sahada. Takımı yolcu etmeye, moral vermeye gelen binlerce Portekiz'li , gözbebeği Ronaldo'sunu seyretmeye gelmiş. Portekiz Hocası'nın en ufak bir egosu, kaygısı, sakatlanır, ceza alır korkusu yok. Sürmüş sahaya. Bir Portekizli için Ronaldo'yu canlı sertemenin tek yolu, Milli takımlarının ülkelerinde oynayacağı maçtır. O maçta o futbolcuyu oynatmak bir Hoca için ulusuna saygıdır. Maç bir hazırlık maçı olmasına rağmen stadyum tıklım tıklımdır. Her ne kadar kendi takımlarına bir payanda, son bir moral vermek istemek olsa da, yoğunluğun başka sebebi de oynayacakları takım da az buz bir takım değil, bünyesinde Dünya'nın en büyük takımında oynayan, oynama ihtimali bulunan futbolcuları barındıran Türkiye olmasındandır. Dolayısıyla Türkiye Ulus takımının, Portekizli seyircilere izleteceği büyük futbolcuları mevcuttur. Ülke liginin uzak ara en büyük futbolunu oynayan, unutulmaz goller atan, kullandığı serbest vuruşları seyredilmek istenen Selçuk İnan'ı, daha bir yıl evvel kasaba takımında yedek iken, şampiyon takımın bankosu olan Semih Kaya'sı ise Abdullah Efendi'nin yanında yedek kulübesini pas pas yapmaktadır.

Hiç kimse beni ikna edemez. Milli takım deneme tahtası değildir. Neticede ister gazozuna maç olsun, isterse Dünya Kupası yarı finali olsun Türk Milli takımı, Türk pasaportu taşıyan, Türk Milli takımda oynama hakkı olan en iyi 11 ile sahada çıkma mecburiyetindedir. Selçuk İnan'ı oynatmamak, Lizbon'da maça gelmiş 60.000 kişiye, televizyon başında maçı seyreden milyonlarca Türk'e saygısızlıktan başka bir şey değildir. Küçük takım hocasının kalibresinin ne olup olmadığını göreceğiz. İlk ciddi puan maçına bakacağız. Abdullah Efendi, hoca olmaya, kesin hoca değilsin de, eğer adamsan Selçuk İnan'ı o maçta oynatmazsın.

Sen bir garip, küçük takım hocasının çalgıcısıyken, be Abdullah Efendi, nene gerek senin gümüş zurna.2012 deyiz, 2014 yılında Olimpiyat Stadının poyrazını o nurlu yüzüne yiyeceğin garantidir. Bu günlerin keyfini çıkarmaya bak. O günlere kadar,  Galatasaraylı futbolcuların onuruyla oyna, camiden çıkma egonu tatmin et, amirlerinin kemiğini yala, bir günlük beylik beyliktir. Yine de bu takım bizim, bir kıyağım olsun. Eğer bir turnuvada en az bir yarı final maçı oynamak istiyorsan, tarihe bak, en az 7 Galatasaray futbolcusu ilk 11 inde olmalıdır. Gerisi yıkımdır, uçurumdur, Galatasaray Türkiye, Türkiye'dir Galatasaray.

3 Haz 2012

Küçük Takımların En Büyüğü

Bundesliga; VERDER BREMEN, son 10 sezon içinde 1 şampiyonluk, 2 ikincilik, 3 defa 3. olup, 5 defa tabelaya girememiş.

La Liga; VALENCİA, 1 defa şampiyonluk yaşayıp, 5 sezon ilk 5 takım içersine girme başarısını gösterememiş.

Premier Lig; ARSENAL, 10 sezonda 1 şampiyonluğu, 2 ikinciliği, 3 üçüncülüğü mevcut. 4 sezon esamisi bile okunmamış.

Seri A; JUVENTUS, Hakkını teslim edelim 3 şampiyonluğu var, 1 defa 2, 1 defa da 3. olmuş. Gerçi asansörlük yapıp inip çıkmışlığını saymaz isek, 4 sezon da üst sıralarda görünmemeyi tercih etmiş.

Fransa; BORDO, Büyük lig saydığımız Fransa Ligi Lion'u saymaz isek tam bir langırt ligi olmuş son 10 sezonda. Aşağı yukarı her takım tabela yüzü görmüş. Çok uğraştırdı ama Bordo'nun 1 şampiyonluğunu, 2. ikinciliğini 1 üçüncülüğünü tespit edip 6 sezon da sürüm sürüm süründüğünü ortaya çıkardım.

Türkiye Spor Toto; Son 15 sezonu dikkate aldık. Tüm sezonları da saysak sonuç değişmiyor. BEŞİKTAŞ, 2 sezon ipi göğüslemiş, 2 defa 2. olarak büyüklerden birini bertaraf edebilmiş, 5 sezon da olması gereken yeri muhafaza ederek 3.olmuş. Konumuz başka ama merak edenler için ayrıntılı bir istatistik veriyor , Galatasaray'ın 7 Fenerbahçe'nin 5 sezon şampiyon olduğu, maç bazında bakarsak oynadığı maçlarda aldığı puanlar açısından Fenerbahçe'nin 2.010 puan ortalamasına karşın, Galatasaray'ın 2.09 puan alarak, şampiyon olamazsam yakarım kendimi dediğini anlıyoruz. Üçüncü takımımız Başiktaş'ın ise 1.92 puanlık maç ortalamasını tutturarak haklı bir unvan aldığını görüyoruz.

Bu kadar kafa ütüleyip hipotezlerimizi ortaya koyduktan sonra, Teoremimizi rahatlıkla ortaya atıyoruz. Avrupa'nın, dolayısıyla Dünya'nın en büyük liglerinin en büyük takımlarının cürmünün ne olduğuna baktığımızda, Beşiktaş'ın Dünyanın en büyük, küçük takımı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Türkiye Ligi, biz ne kadar küçümsersek de, Avrupa'nın baba liglerinden biridir. En kral futbolcular gelip gitmiş, en mamur hocaların  arkalarına teneke bağlanmıştır. Avrupa'nın her deliğinde taraftarı olan bir ligdir. Herhangi bir stadında bir maçta mutlaka seyreden Türk vardır, hatta oynuyordur bile. Yani hatırı sayılı ligimizin Avrupa sahalarında hatırı sayılı takımlarla oynaması, Futbolu yönetenlerin tercih nedenidir. Bunca yıllık, mücadeleler sonucunda Şampiyonlar lig oynamaya ilk 2 takımımız hak kazanmıştır. 3 takımımızın da UEFA ligi oynadığını düşünürsek her sezon 5 takımımıza ekmek çıkmaktadır, kurtlar sofrasında. İlk 2 takım, büyük ihtimal belirlenmiş durumda. 15 sezonda 2 defa Şampiyonluk alabilen 3. takımımız, diğer büyük liglerin 3. takımlarına uzak ara fark basmış durumdadır. En kötü ihtimalle 5. olabildiğinden her sene UEFA kupası alma gibi bir ihtimali vardır. Ulus kontenjanından Beşiktaş, mutlaka Her sezon Avrupa maçı oynayabilmektedir. Bu sezon başına gelen futbol dışı hadiseyi ihmal edilebilir buluyoruz elbette. En çok şampiyon olan Galatasaray, bile tabelaya giremeyip, Avrupa maçı oynayamamış, fakat Beşiktaş mutlaka her sezon standardını koruyarak     tabelaya girerek Edirne'den dışarı çıkmayı başarmıştır.

İşte konumuza mahzar olan durum da bu yüzdendir. Diğer liglerin küçük, büyük takımlarının tarihlerinde Avrupa Şampiyonluğu var iken, bizim ligimizin küçük, büyük takımı her sezon gidip, sıra takımlarına çarpılıp gelmekte zar zor kazanılmış ülke puanına katkıda bulunamamaktadır. Velhasıl kelam  hiç gitmemesi, ülkemiz futbolu açısından daha evladır. Futbol takımı olarak garanti katılacağı, hiç bir getirisi olmayan turnuvaya, eski Başkanlarının suçu yüzünden gitmemek Beşiktaş taraftarı olsam beni memnun eder. Bir Galatasaraylı olarak da ziyadesiyle olumludur benim için. Yerine gidecek Belediyespor, veya Eskişehirspor muhtemelen ikinci ön eleme maçlarını bile oynayamayacaklar ama onlar büyük takım olmadığından ne bir Boz Baykuş'un, ne de bir Es Es'in beklentisi vardır. Beşiktaş büyük takım sayıldığından oynadığı maç önemlidir, elenip gittiğinde kendi takımının taraftarına yarattığı travma, sonraki maçlarda lokal lige yansıdığından bize sirayet etmektedir.

Futbolumuzun daha bir huzurlu, daha bir seyredilir olması için iki yol vardır Beşiktaş için. Ve bu yol bu sene kendiliğinden açılmıştır. Çarşı'nın yapamadığını, Platini yapmış, Beşiktaş'ı turnuvalardan atmıştır. 1 yolları, Baba Hakkı'ların, Baba Recep'lerin devrine geri dönmektir.Hadi o kadar geriye gidemezler ise, Süleyman Seba halen hayattadır, Beşiktaş tarihinin arka odasına gidebilirler. Her şeye sıfırdan başlayabilir, takımı parazitlerden temizleyebilirler. 40 sene önce 3 Büyükler diye adlandırılan kategoriye yeniden dahil olabilirler. Bu uzun yollarda Şampiyonluklar hiç gelmeyebilir, önemli değil diyerek bağırsaklarını temizleyebilirler. Ya da çok kolay olan 2. yola sapabilirler şu an içinde bulundukları kavşaktan. Ülkedeki küçük takımların en büyüğü, en iddialısı olarak böyle gelmiş böyle gidere biat ederek, 7.5 sezonda 1 gelecek Şampiyonlukları bekleyerek ömür tüketirler.

Dost acı söz söylermiş, at sizin, avrat sizin, silah sizin, şan sizin. Bizimkisi namus belasına beyhude bir savaş.  

21 May 2012

18. Şampiyonluğun Kısa Hikayesi


SEZONOSKOPİ

KADRO:
Muslera
9
Ebu
8
Semih Kaya
9
Ufo
7.5
Hakan Balta
8
Selçuk İnan
10
Melo
9.5
Engin Baytar- Aydın Yılmaz
7
Emre Çolak-Riera
6
Elmander
8
Baros-Neco
5

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ MAÇ:

Arena’da 4-2 yenildiğimiz Gaziantep Maçı;

Galatasaray sanki sezona kaldığı yerden başlamıştı. Takımın neredeyse tamamı değişse de, oyun düzeni aynen devam ediyordu. Sağ bek Sabri, tandemler, Gökhan-Servet ve sol bek Çağlar başlamıştı sezona. Değişiklik, kalede ve Melo-Selçuk orta sahası kurgulamasındaydı. Ebu, ortanın solunda, Kazım sağında, Aydın bir umut ışığı ve ileride enkaz Baros. Ne zaman ki o malum maçta Gökhan Zan’ın beklenen sakatlığı gerçekleşip oyundan çıkmış, sümkürerek Servet Çetin girmiş, atılarak Galatasaray’ı maçtan yenilgiyle çıkarmıştı. İşte o zaman gerçek bir değişim çok geçmeden yaşandı. O maçta ki yenilgimiz, zafere giden yolumuzun en kritik yol kavşağıydı. Bütün bir sezonu kazanmamıza yol açtı. En önemli maçımızdı.  

VARİL:

Servet Çetin;

Galatasaray’a geldiği günden beridir isyanımız. Gelen mucize şampiyonluk, kazmanın gerçek yüzünün görünmesini engelledi. Oysaki o sezon bile dikkatli gözlerden kaçmamıştı Galatasaray futboluna hiçbir katkısının olmadığı. İlk yarı Song girmişti ilk toplara, kelleyi koltuğa alıp geride savaşırken, seken topları kıçıyla toplayarak prim topladı. Song Afrika kupasına gidince de aynı vazife Emre Güngör’ün, Emre Aşık’ın oldu. Sarı kartsız, kritik pozisyonsuz sezonu tamamladı. O Kadromuzda bulunduğu 5 sezonda 7 hocaya mal oldu. Dolayısıyla bırakın kaçan şampiyonlukları, Galatasaray futbolunun ortalamasının düşmesinin baş sebebi oldu 16 numaralı futbolcuyla birlikte. Nihayet takıma taraftar gözüyle de bakabilen bir hoca foyasını ortaya çıkardı. Yine de devam edebilir, belki işimizi daha zor hale getirebilirdi. Ama hayatının hatasını yaptı. Gökhan’ın sakatlanıp çıkmasıyla oyuna girdi ve o yenildiğimiz maçta bu sefer kıçı kendisini kurtaramadı. Adamı kaçırdı, atıldı ve kurtulduk. Biz biliyorduk ki, Semih Kaya tek bir maç oynasın, o maçta da Galatasaray gol yemesin, Servet Çetin bir daha asla bu takımda oynayamayacaktı. Yanılmadık, Semih, taraftarın ve kendisine güvenenlerin enerjisini sahaya ve bütün bir sezona yansıttı. Oynamadığı halde neden sezonun varil futbolcusu oldu peki? Çünkü gitmesini bile bilemedi, beceremedi. Galatasaray Şampiyonluk coşkusunda iken içi gibi dışı da kan ağladı. Galatasaray tarihinde en iğrenç futbolcu olarak adı lanetle anılacaktır. 

GLADYATÖR:

Selçuk İnan;

Sezonun en büyük futbolunu Selçuk oynadı. Melo’nun bile kötü oynadığı maçları seyrettik, ama kendisini hiçbir maçta çok kötü oynarken görmedik. Hagi’den sonra serbest vuruş kazandığımızda kalecileri titreten bir oyuncuyu uzun yıllar bekledik. Penaltı atılırken bile garanti atar diyeceğimiz kimse yoktu. Kornerleri laf olsun diye kullanıyorduk. Çalışılmış bir korner golü seyretmedik desek yeridir. En kötü takımın bile bir maçta 5-6 serbest vuruş kazandığı düşünülürse, en kolay, en zahmetsiz, en kestirme gol atmanın yolu serbest vuruş kullanıcısına kavuşmanın önemi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Önümüzdeki sezon mutlaka daha gelişmiş vuruşlarını seyrederiz. Şu an oynayan en iyi Türk futbolcusu tartışmasız Selçuk’tur. Şampiyonluktaki en büyük pay kendisinindir. Pitbull’la oluşturduğu ikilinin verimi, sanırım ki Real Madrid dahil hiçbir takımın orta saha ikilisi vermemiştir.  

BOROZANCI:

Fırat Aydınus;

Bu sezon iki büyük hakem seyrettik. Diğeri Cüneyt Çakır’dı. Hakem olarak belki Cüneyt daha yüksek nota sahiptir ama bu bizi ilgilendiren bir durum değildir. Gördük ki, Fırat’ın yönettiği maçlar, Cüneyt’in yönettiği maçlardan daha kaliteli geçmiştir. Fırat Aydınus, sanki joker futbolcu gibi, top kimdeyse o takımdan oynamıştır. Verdiği kararları oyuncularla tartışmış, çoğunlukla avantajı oynatmış, oynayan takıma prim tanımış, ben bilmem kara kaplı hakem kitabı bilir diye Bekçi Murtaza’lık yapmamış, her pozisyona düdük çalmamıştır. Zor penaltı vermiş, oyuncuyu sahada tutmak için bazı pozisyonları görmezlikten bile gelmiştir. İyi iki hakemden, ben Fırat Aydınus’u bir adım öne çıkarıyorum, her ikisine de bir taraf olarak güveniyorum, büyük maçlarımızı yönettiklerinde verdikleri her kararı sineye çekiyorum.   

BİR SORU – BİR CEVAP:

Sezonun en büyük sürprizi nedir?

Semih Kaya;

En büyük sürpriz, Semih Kaya’nın Ulusal Takım durdurucularını tribüne göndermesidir. Eğer Bülent Korkmaz, Mustafa Denizli’nin Monaco maçında kendisine gösterdiği inanç ve güveni Semih’e gösterip, Kewell’in yerine oynatsaydı, bugün bu sürprizden bahsetmeyecektik. Belki de o zaman Semih Kaya, Bülent’in senelerce uğraşıp aldığı SECUR YÜREK namını çok önceden almış olacaktı. Ve belki de Galatasaray tarihi bir başka yazılacaktı. Ne var ki, Futbolun kendine has bir adaleti oluyor, bazen eğriler, bayağı hasar bıraksalar bile gün geliyor doğruluyor. O sezon takım, UEFA Kupasına, 2000 yılında olduğundan daha yakındı. Belki de Semih o maçlarda oynamadığı için gücünü biriktirmiş, bu sezon büyük Galatasaray’ın savunmasına banko oyuncu olarak oturmuştur, kim bilir?

SEZONUN MEDYA KRALI;

Uğur Meleke;

Aslında hiç birini ne seyrediyorum, ne okuyorum. Ama işte bir imalat hatası çıkıyor elbet içlerinden. Rastlamasam bile ne demiş, ne yazmış tek okuduğum, görüşlerine saygı duyduğum sülük medyamızın, Selçuk İnan’ı. Sezon boyunca hiç birini okumadım. 30 sene öncesinin Şampiyonluk gazetelerini saklamış bendeniz, Şampiyon olduğumuz günden beri tek bir gazeteyi, tek bir medya sülüğünü okumaması ne garip. Eminim, biliyorum bizim kendi oluşturduğumuz sosyal medyamızın yazarları onların en kralından daha iyi yazar. Uğur’u içlerinden cımbızla çekip alıyoruz, imbiklerden süzüyoruz kalanlarını yok sayıyoruz. Ben, ReReRe RaRaRa sesleriyle gırtlağını parçalamamış bir yorumcunun, bizim hislerimize tercümanlık yapamayacağını, onun konuştuğu dili de bizim anlamadığımızdan eminim, bu yüzden Hıncal Uluç dâhil, en duayeninden en çaylağına kadar hiçbir sülükle ilgilenmiyorum. Şampiyonluk şölenine giderken, metro da, okunmuş bir gazeteye gözüm ilişti. Hangi gazete bilmiyorum Osman Tanburacı’nın yazısını okumak üzereydim. O an irkildim, sanki beni görüyormuş hissine kapıldım, gazeteyi buruşturup attım, utancımdan az daha Sanayi İstasyonu’na gelmeden inecektim.   

BÜKEMEDİĞİMİZ BİLEK;

Volkan Demirel;

Bizde sevgi özgür, saygı mecburdur. Her ne kadar sevmesek de, Volkan’ın tek başına verdiği direnişe saygı gösteriyoruz. Unutulmaz bir kaleci performansı gösterdi bu sezon. Özellikle bizim maçları tek başına atlattı. Arena’daki maçı kazandı, Aydın’ın vurduğu topu çıkardı. Volkan’ın verdiği direnişi, üniversite öğrencileri gösterse bu ülkede her ay bir devrim olur. Rüştü dahil benim izlediğim son 30 yılın en büyük kalecisidir. Zaten sezon da iki büyük kalecinin kalelerinde kahramanca duruşunun tabelaya yansımasıyla son bulmuş, mücadele, son maçın son saniyesine kadar sürmüştür.

SEZONUN FİYASKOSU;

Fenerbahçe taraftarının yapamadığı koreografi;

Her şeyleri taklit, marşları, statlarının, antrenman tesislerinin ismi, efsane hoca yaratma arayışları… Elbet bizden gördükleri tribün şovunu da taklit edeceklerdi.  Koreografinin 3 boyutlusunu denediler. Dinamik, statik bilimsel hesaplarını geçtik, ne gezer de, bari şov olarak bir şeyler çıkarabilselerdi.  Sanki 1 Mayıs törenleri için hazırlanmış işçi figürünün eline atkı vermişlerdi. İlahi ironi işte, büyük Fener yazısını taşıyamadı işçi. 3 boyut dediler tek boyut açıldı. Hiç bir perspektif görüntü yoktu. Alt tarafı bir perdeyi tavana kadar çekeceklerdi. Şovun anlam olarak da bir değeri yoktu. Ne rakibi ürkütecek bir mesaj, ne kendi takımın gaza getirecek bir imaj vardı. Makarayı düşürüp, bir taraftar kardeşimizin yaralanmasına yol açmasalardı, epey makaraya alırdık ama üzücü bir olayla sonuçlandığı için dalga geçemiyoruz. Ne var ki yine de haklarını yemeyelim akıllanmışlar. Son maçta yaptıkları karton şovla yetinmişler. Gerçi o şovdaki resmin ne olduğu, şovun ne anlama geldiği belli olmasa da kazasız belasız atlatıldığına şükretmemiz gerekiyor.    

İMPARATOR:

Grande;

Galatasaray’ın doğal, daimi, değişmez hocasıdır. Büyük bir hoca olduğu için değil, Grande olduğu içindir bütün bu vasıflar. Taş yerinde ağırdır ve kendisi Florya’da bayağı kıymetli bir taş olarak bastonu eline alana kadar oturabilir. Benim ise özel, kendisinin bilmediği bir ilişkim vardır. Terim’in Galatasaray Hocalığı dışındaki icraatının düşmanıyım. Futbolcu olarak oynadığı ve Hoca olarak takımı yönettiği yılların baş taraftarı iken, bizim dışımızda Milan dâhil, Ulus Takımı dâhil, Fatih Hoca’nın baş çelişkisi oldum. Bu belki de bencilce bir kindir, belki de Galatasaray’a kendisinden başka kimseyi yakıştıramadığım içindir. Galatasaray’a hoca lazım değildir zaten. Hoca lazım olsa Dünya’nın sayılı hocaları gelip gitmiş, arkalarına teneke bağlanmıştır. Galatasaray ruh takımıdır, futbolcusu, taraftarı, yöneticisi bu ruhu sahaya yansıtabildiği zamanlarda, kenarda Galatasaray ruhundan haberi olmayan bir Hoca’nın yapacağı hiçbir şeyi yoktur. Ama en başta Galatasaray ruhunun görünebilen, en somut Hocası, kenardaysa da o maçta Allahtan umut keseceksin, Galatasaray’dan asla.
Hoca; bu gelişinde herhalde Katmandu’ya Nepal’e gitmiş, Dalay Lama’ya takılmış, Eren olmuş, Evliya olmuş. Egolarından arınmış, bilinen agresif yönünden Ganj Nehrinde yüzerek arınmış, çıkmış gelmiş, bir baba, bir aile büyüğü olarak, bir bilge olarak dosta güven, rakibe korku salmaktadır. Büyük Galatasaray’ın, büyük İmparatoru, Avrupa sahalarında unutulmuş karakterimizi yeniden hortlatacaktır. O mağrur Şampiyonlar Ligi takımları, siper alsınlar, heyula bela, savaş baltalarını gömdüğü yerden çıkardı.

ORDAKİLER:

Büyük Galatasaray Taraftarı;

Bütün bir sezon boyunca gerek Arena’sında, gerek yabancı sahalarda, hatta girmesi yasak olan statlar da bile takıma verdiği enerjiyle tarihe bir kez daha geçti. Bu yıldan sonra artık bizim için 17 Mayıs ne ise? 12 Mayıs’ta o dur. Geçecek zamanlar bize, bu Şampiyonluğun ne kadar değerli olduğunu gösterecektir. Galatasaray Taraftarı bu sezon ceza almayarak, Arena’yı kadın ve 12 yaşından küçük Galatasaraylı çocuklara bırakmayarak da lafta değil, icraatta da büyük takım taraftarı olduğunu zapta geçirdi. Yaptıkları koreografiler, posterler, tişörtler, atkılar da Galatasaray yaşadıkça yaşayacaktır. Tek bir senede, 18-20.000 olan, Ali Sami Yen taraftarı, 40.000 e ulaştı. İki misli artış kaydeden taraftarın nitelikli oluşu, maçlardaki duruşu, oyuna katkısı, yenilgiyi kabullenip, takımı bir sonraki maça taşıması ile hep imrendiğimiz, büyük Avrupa Takımı taraftarlarını çoktan geride bıraktı. Ali Sami Yen Stadı, senelerce savaşarak adını Dünya’ya cehennem diye yazdırmıştı, Arena’nın o kadar beklemeye vakti yok. Önümüzdeki sezon artık sırada kim varsa Sırat Köprüsü’nün girişinde bekleniyor. Ali Sami Yen cehenneminden kendini kurtarabilmiş takımları, Arena’nın katmerli cehennem azabı bekliyor.      

ŞAMPİYONLUĞUN KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray, tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş, Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.

Galatasaray kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir sayarsak.

Fatih Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar, önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış.  Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler bekliyordu.

Taraf olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti, Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım.  Ya Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı.

Takım, ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11 oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.

Kazım’a özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta, dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi. Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı. Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.

Bir maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı.

Gaziantep maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

Bir sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets, Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından çıkardığı iki genci kazanmıştı…

Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16 yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının gözbebeği yaptın.

Futbol tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18. Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin muhteşem oldu.

Bir büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş gelmiş sefa gelmişti.

Engin Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş, yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı, kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi, takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.    

Rüya ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3 sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi. Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı. Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider, yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız takmıştı.

Maçlar yaşanmış, bitmişti. Bir Şampiyonluğun ötesinde, özlenen Şampiyonlar Ligi maçları beklenecekti artık. Şampiyon olmak, bir araçtı, Avrupa’nın o büyük Şampiyonlarını yenebilmek için Şampiyon olmaktan başka yol yoktu. Galatasaray Taraftarı başı dik yürümüştü, kupayı Saraçoğlu’nda alacağını söylemişti. Son dakikaları koma sarhoş, yerlerde sürünerek seyredebilmiştik, ömrümüzden ömür gitmişti, Galatasaray’ın canı sağ olsundu, yollarına gençliğimizi harcamıştık. Birkaç dakikanın lafı mı olurdu?

Kurulsun masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin kutlu olsun şanlı Galatasaray.
     

15 May 2012

Şampiyon; Fenerbahçe 0- Galatasaray 0


MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
8
Ebu
7
Semih
7
Ufo
7
Hakan Balta
7.5
Selçuk
7
Melo
7.5
Engin
7
Neco
5
Elmander-Baros
5
Riera
5

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ AN:
Maçın bitiş düdüğü. Düdükle beraber süründüğümüz parkelerden, yerlerden, sokaktan henüz ayağa kalkmış değiliz. Dünkü kutlamalardaki 70.000 kişiden biri olmak bile kesmedi. Yorgunum, bitkinim, üzerimde sinmiş meşale kokulu formamı çıkarmadım. İçtiğim rakının, şarabın şişesini atmadım.
VARİL:
Servet Çetin; Galatasaray tarihinde benim nefretimi kazanmış çok futbolcu geldi geçti. Mustafa Sarp’tı en sonuncusu. Artık beni takip edenle bıktı ama yazmadan geçemeyeceğim. Bizimle geçirdiği senelerden dolayı değil, taa, seneler önce Kartalspor’da oynadığı maçlardan beridir, üstüne serpilip gelişerek büyüyen nefretim. Hayatımda hiç kimseye beddua etmedim bu ilk. Aldığın şampiyonluk primini inşallah ayağın, bacağın kırılır da hastane, doktor parası olarak ödersin şerefsiz, pis sümüklü.
-
GLADYATÖR:
Muslera; Aslında boşuna vesvese yaptık, boşuna heyecan yaptık. Maçın son dakikalarında ölümlere gidip geldik. Hasabı mı yanlış yaptık? Yoksa Muslera’ya mı güvenemedik? Gol yemez ise Şampiyon değilmiydik? Yemem demedi mi? Dedi, Yedi mi? Yemedi. Büyük kalecimiz, büyük bir maçı kıtasının klasına yakışır bir şekilde tamamladı. Tüm kıtalardaki, milyonlarca Galatasaraylıyı sokaklara döktü.
-
BOROZANCI:
Cüneyt Çakır;
Vezirspor Halı Sahasında da, Kadıköy’de ölüm kalım maçında da aynı yönetimi gösterir. Çok kolay kart gösterir, çok kolay atar. Sarı kartı almış futbolcular, daha sonra çok dikkatli oynadıklarından, yönettiği maçlar genelde çok kötü geçer. Avantajı oynatmaz, futbolcularla konuşmaz, kararlarında izahat vermez. Dia Ayısının Hakan’a bastığı tabanı görse kesin atardı. Tek hatası Baros’un göğsüyle aldığı topa el çaldı ki sapına kadar haklıydı. Ben hakem olsam Baros topa kafası ve ayağı dışında hangi uzvuyla dokunursa dokunsun düdüğü çalarım. Maçtaki en büyük yorumu, faul olmayan Dia’nın pozisyonuna faul çalması. Faul olduğundan değil, büyük hakem, o pozisyonla atılmış dandik bir gole engel olur. Dandik bir golle koskoca takımların kaderini değiştirmez.
BİR SORU – BİR CEVAP:
Gol yesek atabilirmiydik?
Gol atsak yatabilirmiydik diye de sorulabilir. Takımın kadro yapısı ve oyun kurgusu zamana oynama üzerineydi. Dakikalar ilerledikçe Fenerbahçe’nin konsantrasyonu bozulacak öngörüsüne hepimiz sahiptik zaten. Komtrollü oyunla orta sahası savaşına döndürdüğümüz maçta, atacağımız veya yiyeceğimiz gole göre plan önceden yapılmıştı. Elmander’in sakatlığı elbette hesapta yoktu. Eğer yesek acilen Baros girecek, Riera çıkacaktı. Gol atsak, bu kez Neco çıkacak, Emre Çolak içeri dalacaktı. Gol yemediğimiz sürece de kurgu değişmeyecekti, nitekim değişmedi de.

İMPARATOR:
Grande, ne maçları berabere kalmamak için kaybede kaybede Grande olmuştu. İstese her maçı bu maç gibi berabere bitirirdi. Kolay mı Galatasaray’a gol atmak? Şampiyon olduğumuza göre, maç için söyleyecek olumsuz bir şeyimiz olamaz. Şükran ve minnetle adını bir kez daha haykırıyoruz. Dünkü maçla ilgili tek bir şeyi merak ediyorum sadece. Ufo’nun kart görmesini engellemek için bir şeyler yaptı mı? Arada kaynadı gitti, gol yememek için çıktığımız maçta, gol yedirmemeye oynayan en önemli adam pozisyon harici iki sarı karttan atılıp, yüreğimizi ağzımıza getiriyor.
ORDAKİLER:
Hepimiz ordaydık o ayrı, ama gerçekten orada olanlarımız da vardı. Kimi Fener formasıyla Truva yapmış tezahüratlara tepkisiz maç seyretti. Kimi normal kot-tişört ile Fener formalıların arasında görüntü kirliliği yapan. İşte onlara en derin Galatasaraylı sevgilerimi iletiyorum.
-
ANALİZ:
Maç öncesi vatan millet Sakarya naralarımız, yeneriz, Şampiyon oluruz rahatlığımız, maçın başlama düdüğü yaklaştıkça yerini, sol mememizin altındaki cevahirin zonklamasına bıraktı. Kimimiz Yasin okuduk, tekkelerden, zaviyelerden, Erenlerden, Evliyalardan el vermesini bekledik, kimimiz 6 ayda tüketeceğimiz alkolü tek bir maçta tükettik, kimimiz şaman olduk, ağaçlardan, yüce gökten, büyüden medet bekledik. Kimimiz totem olduk, 90 dakikayı kımıldamadan seyrettik. Ve her neysek, her nasıl pozisyondaysak, Galatasaraylılığımızın olanca enerjisini sahadaki 11 imize aktarmayı başardık.

Aslında maç başladığında zaten Şampiyonduk. Beni tek endişelendiren şey de bu durumdu aslında. Galatasaray’ın beraberliğe yatma karakteri yoktu, yapamazdı, Futbol Tanrısı ne yapar yapar bir ceza keserdi bize. Fakat başlama düdüğüyle birlikte baktık ki, korku dağlardan, Kadıköy’e inmişti. Bir an kendimi onların yerine koydum, ne finalleri tek gol atamadıkları için kaybetmişlerdi. Bu maçta atacaklarını kim garanti edecekti? O andan itibaren kendimi teselli edecek motivasyona erişmiş, biten rakıdan sonra şarabı açmıştım.

Maçta en güvendiğim adamım Felipe Melo idi, beni yanıltmadı. Bir top sürükledi, ince bir Selçuk İnan pası verdi Elmander’e. Elmander kırık tarak kemikle ancak böyle vurabilirdi. Oturduğumuz yerden balıklama atlayarak topa müdahale etmek istedik ama başaramadık. Elmander çıkarken, Baros giriyordu. Oyun planında bir değişikliğe gidilmesine gerek yoktu. Bu arada Baroni bir ıska geçerek derin bir nefes almamızı sağladı. O ana kadar Baroni’yi hatırlayınca da, orta sahamızın nefes aldırmadığını, aldırmayacağını da görmüş olduk.

Fenerbahçe’nin de bu maçı oynayacak duruma gelmesine en çok katkıda bulunmuş Emre’nin yüzündeki endişe, yakın çekimlerde çok net belli oluyordu. O an öbür takımın futbolcusu olmak için Emre kim bilir neler verirdi? Emre hayret verici şekilde pislik yapmadan oynuyordu. Yakın çekimlerden Volkan’ında devamlı dua ettiği okunuyordu, ağız hareketlerinden.

İlk yarı bittiğinde Şampiyonduk, ikinci yarı başladığında da. Takım aslanlar gibi, Pitbull köpek gibi savaşıyordu. Sonlara doğru kanlanacağı garantiydi. İlk gazi Fenerbahçe’den geldi. Hakan Balta’ya attığı tekmeden atılmayı atlatmış Dia, ancak bir şaibeyle açıklanacak hareketini yaptı atıldı. Hayret şu 2 gün içersinde kendisinden şüphelenen hiç bir Fenerli çıkmadı. Gol atması için oynatılan adam, kendini attırdı. Fener 10 kişi kalmasına rağmen Grande oluşan doğal kolpayı yemedi. Marifet oyunda tabelayı değiştirmemekti, eğer değişirse de Galatasaray’ın Allahtan umut kesilip, kendisinden kesilmeyeceği İmparatoru vardı. Yeter ki, operasyon için zamanı olsun du.

Son dakikaları yerlerde sürünerek seyrettik. Bitiş düdüğüyle birlikte göz yaşlarımızı bıraktık. Bu maçın sonu, UEFA kupası Finalinden sonraki en güzel günümüzdü. Herkesin bir kalbi vardı, herkeste bilinen yerdeydi. Bizimkiler sanki bu maçla birlikte biraz daha ortaya, sinemize, göğüs kafesimizin tam merkezine kaydı. Adı yürek oldu, Galatasaraylı yüreği.              

Ey büyük Galatasaray taraftarı, Bu kupayı Saraçoğlu'nda alacağını söylemiştin zaten. 100 sene geçse de bu Şampiyonluk unutulmaz, zaferin kutlu olsun.