Ulusal Takım'ın oynadığı en son maçı seyretmeyi ne kadar da çok istiyordum. Hafta sonu başlayacak, büyük turnuvanın en büyük favorisi Portekiz'le oynayacağımız maçı merak ediyordum. Dünya'nın en büyük futbolcusu Ronaldo'yu seyretmek için kuruldum televizyon başına. Pek takip etmem, kadrosunda var mı bilmem, Beşiktaş'ta oynayanları da izlemek istedim. Hatta, kadroda mı değil mi diye Fernandez'i aradım bir taraftan. Derken bizim takımın kadrosuna baktım. Yolda görsem tanımayacağım, daha önce hiç seyretmediğim futbolcuları gördüm. Şampiyon takımdan hiç kimsenin oynamadığına emin olur olmaz televizyonu kapattım. O andan sonra o maç benim ülke takımımın maçı değildi, maçın sonucunu ertesi gün istem dışı olarak öğrendim.
Yazalım bakalım, toparlarız nasıl olsa. Bir küçük takım hocası için en kolay maç, Fener'le, Galatasaray'la oynayacağı maçtır. Bunca yıllık taraftarım, şimdiye kadar Fener'e 5-0 yenildi diye kovulan hiç bir küçük takım hocası görmedim. Kendi sahasında Galatasaray'dan 4 yiyen bir küçük takım hocasına küfür edildiğini futbol tarihi yazmamıştır.Böyle maçı kollar küçük takım hocası. Götürüsü sıfırdır, getirisi büyüktür. Hezimet yesen hiç kimse ilgilenmez, ama uyarına gelir de bir punduna getirip çelme takabilmiş isen bütün dikkatli gözler sana doğru çevrilir. Çoğu kan emici yazar, yenilen büyük takıma, hocasına saldırırken, akil, aklı dumura uğramamışlar, yenen Küçük takım hocasında keramet ararlar. Dedik ya, küçük takım hocası için bu maçlar kendisi için kader maçlarıdır. Misal Belediyespor, Fenerbahçe'yi yendi diye sıralamada geleceği hiç bir yer yoktur. Yenmese nerede olacaksa, yenince aynı yerde hizaya gelecektir.Futbolcu için de o maçın önemi yoktur. Yenerse, yendi diye transfer falan olmaz, golü atan futbolcuya madalya takmazlar. Ne var ki bütün prim, bir timsah sabrında bekleyen Hocalarınındır. Bir gün bir bakarsın, bir Cuma namazı sonrası kendini Ulusal Takım hocası olarak bulabilirsin.
Eşşek yükü para alıp, Avrupa Kupası Finallerine götüremeyip kıçına teneke bağlanmış Bir Büyük Hoca Hiddink'in yerine, Abdullah Efendi, çok daha az paraya, futbolumuzun derin devletinin sadık bir kulu olarak getirildi. Cebinde, Ramazan aylarında tuttuğu oruçlar, gittiği Umreler, kıldığı namazların yanında küçük takımın küçük hocası olarak büyük takımlara aldığı bir kaç işe yaramaz puan vardı. Her ne kadar kendisi geldikten sonra Futbolumuzda kızılca kıyamet kopmuş olsa da, arada maç oynanmadığından kaynayıp gitmiş, geliş sebebi, getirenlerin kimliği dikkatlerden kaçmıştı. En baba futbol ulemaları kendi derdine düşmüşken, kimin basiret bağlanması sonucu Ulus Takımının başına getirildiği belli olmayan Abdullah Efendiyle uğraşmanın alemi yoktu. Netice de hemen hemen bir yıl geçmiş, Milli maç oynanmamıştı. Hayat ne güzeldi Milli Takım hocaları, yöneticileri için.
Lizbon'dayız, Portekiz Ulusal Takımı, 70.000 kişinin önüne, Turnuvanın Favorisi olarak ülkesinin en iyi futbol oynayan 11 i ile sahada. Takımı yolcu etmeye, moral vermeye gelen binlerce Portekiz'li , gözbebeği Ronaldo'sunu seyretmeye gelmiş. Portekiz Hocası'nın en ufak bir egosu, kaygısı, sakatlanır, ceza alır korkusu yok. Sürmüş sahaya. Bir Portekizli için Ronaldo'yu canlı sertemenin tek yolu, Milli takımlarının ülkelerinde oynayacağı maçtır. O maçta o futbolcuyu oynatmak bir Hoca için ulusuna saygıdır. Maç bir hazırlık maçı olmasına rağmen stadyum tıklım tıklımdır. Her ne kadar kendi takımlarına bir payanda, son bir moral vermek istemek olsa da, yoğunluğun başka sebebi de oynayacakları takım da az buz bir takım değil, bünyesinde Dünya'nın en büyük takımında oynayan, oynama ihtimali bulunan futbolcuları barındıran Türkiye olmasındandır. Dolayısıyla Türkiye Ulus takımının, Portekizli seyircilere izleteceği büyük futbolcuları mevcuttur. Ülke liginin uzak ara en büyük futbolunu oynayan, unutulmaz goller atan, kullandığı serbest vuruşları seyredilmek istenen Selçuk İnan'ı, daha bir yıl evvel kasaba takımında yedek iken, şampiyon takımın bankosu olan Semih Kaya'sı ise Abdullah Efendi'nin yanında yedek kulübesini pas pas yapmaktadır.
Hiç kimse beni ikna edemez. Milli takım deneme tahtası değildir. Neticede ister gazozuna maç olsun, isterse Dünya Kupası yarı finali olsun Türk Milli takımı, Türk pasaportu taşıyan, Türk Milli takımda oynama hakkı olan en iyi 11 ile sahada çıkma mecburiyetindedir. Selçuk İnan'ı oynatmamak, Lizbon'da maça gelmiş 60.000 kişiye, televizyon başında maçı seyreden milyonlarca Türk'e saygısızlıktan başka bir şey değildir. Küçük takım hocasının kalibresinin ne olup olmadığını göreceğiz. İlk ciddi puan maçına bakacağız. Abdullah Efendi, hoca olmaya, kesin hoca değilsin de, eğer adamsan Selçuk İnan'ı o maçta oynatmazsın.
Sen bir garip, küçük takım hocasının çalgıcısıyken, be Abdullah Efendi, nene gerek senin gümüş zurna.2012 deyiz, 2014 yılında Olimpiyat Stadının poyrazını o nurlu yüzüne yiyeceğin garantidir. Bu günlerin keyfini çıkarmaya bak. O günlere kadar, Galatasaraylı futbolcuların onuruyla oyna, camiden çıkma egonu tatmin et, amirlerinin kemiğini yala, bir günlük beylik beyliktir. Yine de bu takım bizim, bir kıyağım olsun. Eğer bir turnuvada en az bir yarı final maçı oynamak istiyorsan, tarihe bak, en az 7 Galatasaray futbolcusu ilk 11 inde olmalıdır. Gerisi yıkımdır, uçurumdur, Galatasaray Türkiye, Türkiye'dir Galatasaray.
6 Haz 2012
3 Haz 2012
Küçük Takımların En Büyüğü
Bundesliga; VERDER BREMEN, son 10 sezon içinde 1 şampiyonluk, 2 ikincilik, 3 defa 3. olup, 5 defa tabelaya girememiş.
La Liga; VALENCİA, 1 defa şampiyonluk yaşayıp, 5 sezon ilk 5 takım içersine girme başarısını gösterememiş.
Premier Lig; ARSENAL, 10 sezonda 1 şampiyonluğu, 2 ikinciliği, 3 üçüncülüğü mevcut. 4 sezon esamisi bile okunmamış.
Seri A; JUVENTUS, Hakkını teslim edelim 3 şampiyonluğu var, 1 defa 2, 1 defa da 3. olmuş. Gerçi asansörlük yapıp inip çıkmışlığını saymaz isek, 4 sezon da üst sıralarda görünmemeyi tercih etmiş.
Fransa; BORDO, Büyük lig saydığımız Fransa Ligi Lion'u saymaz isek tam bir langırt ligi olmuş son 10 sezonda. Aşağı yukarı her takım tabela yüzü görmüş. Çok uğraştırdı ama Bordo'nun 1 şampiyonluğunu, 2. ikinciliğini 1 üçüncülüğünü tespit edip 6 sezon da sürüm sürüm süründüğünü ortaya çıkardım.
Türkiye Spor Toto; Son 15 sezonu dikkate aldık. Tüm sezonları da saysak sonuç değişmiyor. BEŞİKTAŞ, 2 sezon ipi göğüslemiş, 2 defa 2. olarak büyüklerden birini bertaraf edebilmiş, 5 sezon da olması gereken yeri muhafaza ederek 3.olmuş. Konumuz başka ama merak edenler için ayrıntılı bir istatistik veriyor , Galatasaray'ın 7 Fenerbahçe'nin 5 sezon şampiyon olduğu, maç bazında bakarsak oynadığı maçlarda aldığı puanlar açısından Fenerbahçe'nin 2.010 puan ortalamasına karşın, Galatasaray'ın 2.09 puan alarak, şampiyon olamazsam yakarım kendimi dediğini anlıyoruz. Üçüncü takımımız Başiktaş'ın ise 1.92 puanlık maç ortalamasını tutturarak haklı bir unvan aldığını görüyoruz.
Bu kadar kafa ütüleyip hipotezlerimizi ortaya koyduktan sonra, Teoremimizi rahatlıkla ortaya atıyoruz. Avrupa'nın, dolayısıyla Dünya'nın en büyük liglerinin en büyük takımlarının cürmünün ne olduğuna baktığımızda, Beşiktaş'ın Dünyanın en büyük, küçük takımı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye Ligi, biz ne kadar küçümsersek de, Avrupa'nın baba liglerinden biridir. En kral futbolcular gelip gitmiş, en mamur hocaların arkalarına teneke bağlanmıştır. Avrupa'nın her deliğinde taraftarı olan bir ligdir. Herhangi bir stadında bir maçta mutlaka seyreden Türk vardır, hatta oynuyordur bile. Yani hatırı sayılı ligimizin Avrupa sahalarında hatırı sayılı takımlarla oynaması, Futbolu yönetenlerin tercih nedenidir. Bunca yıllık, mücadeleler sonucunda Şampiyonlar lig oynamaya ilk 2 takımımız hak kazanmıştır. 3 takımımızın da UEFA ligi oynadığını düşünürsek her sezon 5 takımımıza ekmek çıkmaktadır, kurtlar sofrasında. İlk 2 takım, büyük ihtimal belirlenmiş durumda. 15 sezonda 2 defa Şampiyonluk alabilen 3. takımımız, diğer büyük liglerin 3. takımlarına uzak ara fark basmış durumdadır. En kötü ihtimalle 5. olabildiğinden her sene UEFA kupası alma gibi bir ihtimali vardır. Ulus kontenjanından Beşiktaş, mutlaka Her sezon Avrupa maçı oynayabilmektedir. Bu sezon başına gelen futbol dışı hadiseyi ihmal edilebilir buluyoruz elbette. En çok şampiyon olan Galatasaray, bile tabelaya giremeyip, Avrupa maçı oynayamamış, fakat Beşiktaş mutlaka her sezon standardını koruyarak tabelaya girerek Edirne'den dışarı çıkmayı başarmıştır.
.jpg)
İşte konumuza mahzar olan durum da bu yüzdendir. Diğer liglerin küçük, büyük takımlarının tarihlerinde Avrupa Şampiyonluğu var iken, bizim ligimizin küçük, büyük takımı her sezon gidip, sıra takımlarına çarpılıp gelmekte zar zor kazanılmış ülke puanına katkıda bulunamamaktadır. Velhasıl kelam hiç gitmemesi, ülkemiz futbolu açısından daha evladır. Futbol takımı olarak garanti katılacağı, hiç bir getirisi olmayan turnuvaya, eski Başkanlarının suçu yüzünden gitmemek Beşiktaş taraftarı olsam beni memnun eder. Bir Galatasaraylı olarak da ziyadesiyle olumludur benim için. Yerine gidecek Belediyespor, veya Eskişehirspor muhtemelen ikinci ön eleme maçlarını bile oynayamayacaklar ama onlar büyük takım olmadığından ne bir Boz Baykuş'un, ne de bir Es Es'in beklentisi vardır. Beşiktaş büyük takım sayıldığından oynadığı maç önemlidir, elenip gittiğinde kendi takımının taraftarına yarattığı travma, sonraki maçlarda lokal lige yansıdığından bize sirayet etmektedir.
Futbolumuzun daha bir huzurlu, daha bir seyredilir olması için iki yol vardır Beşiktaş için. Ve bu yol bu sene kendiliğinden açılmıştır. Çarşı'nın yapamadığını, Platini yapmış, Beşiktaş'ı turnuvalardan atmıştır. 1 yolları, Baba Hakkı'ların, Baba Recep'lerin devrine geri dönmektir.Hadi o kadar geriye gidemezler ise, Süleyman Seba halen hayattadır, Beşiktaş tarihinin arka odasına gidebilirler. Her şeye sıfırdan başlayabilir, takımı parazitlerden temizleyebilirler. 40 sene önce 3 Büyükler diye adlandırılan kategoriye yeniden dahil olabilirler. Bu uzun yollarda Şampiyonluklar hiç gelmeyebilir, önemli değil diyerek bağırsaklarını temizleyebilirler. Ya da çok kolay olan 2. yola sapabilirler şu an içinde bulundukları kavşaktan. Ülkedeki küçük takımların en büyüğü, en iddialısı olarak böyle gelmiş böyle gidere biat ederek, 7.5 sezonda 1 gelecek Şampiyonlukları bekleyerek ömür tüketirler.
Dost acı söz söylermiş, at sizin, avrat sizin, silah sizin, şan sizin. Bizimkisi namus belasına beyhude bir savaş.
La Liga; VALENCİA, 1 defa şampiyonluk yaşayıp, 5 sezon ilk 5 takım içersine girme başarısını gösterememiş.
Premier Lig; ARSENAL, 10 sezonda 1 şampiyonluğu, 2 ikinciliği, 3 üçüncülüğü mevcut. 4 sezon esamisi bile okunmamış.
Seri A; JUVENTUS, Hakkını teslim edelim 3 şampiyonluğu var, 1 defa 2, 1 defa da 3. olmuş. Gerçi asansörlük yapıp inip çıkmışlığını saymaz isek, 4 sezon da üst sıralarda görünmemeyi tercih etmiş.
Fransa; BORDO, Büyük lig saydığımız Fransa Ligi Lion'u saymaz isek tam bir langırt ligi olmuş son 10 sezonda. Aşağı yukarı her takım tabela yüzü görmüş. Çok uğraştırdı ama Bordo'nun 1 şampiyonluğunu, 2. ikinciliğini 1 üçüncülüğünü tespit edip 6 sezon da sürüm sürüm süründüğünü ortaya çıkardım.
Türkiye Spor Toto; Son 15 sezonu dikkate aldık. Tüm sezonları da saysak sonuç değişmiyor. BEŞİKTAŞ, 2 sezon ipi göğüslemiş, 2 defa 2. olarak büyüklerden birini bertaraf edebilmiş, 5 sezon da olması gereken yeri muhafaza ederek 3.olmuş. Konumuz başka ama merak edenler için ayrıntılı bir istatistik veriyor , Galatasaray'ın 7 Fenerbahçe'nin 5 sezon şampiyon olduğu, maç bazında bakarsak oynadığı maçlarda aldığı puanlar açısından Fenerbahçe'nin 2.010 puan ortalamasına karşın, Galatasaray'ın 2.09 puan alarak, şampiyon olamazsam yakarım kendimi dediğini anlıyoruz. Üçüncü takımımız Başiktaş'ın ise 1.92 puanlık maç ortalamasını tutturarak haklı bir unvan aldığını görüyoruz.
Bu kadar kafa ütüleyip hipotezlerimizi ortaya koyduktan sonra, Teoremimizi rahatlıkla ortaya atıyoruz. Avrupa'nın, dolayısıyla Dünya'nın en büyük liglerinin en büyük takımlarının cürmünün ne olduğuna baktığımızda, Beşiktaş'ın Dünyanın en büyük, küçük takımı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye Ligi, biz ne kadar küçümsersek de, Avrupa'nın baba liglerinden biridir. En kral futbolcular gelip gitmiş, en mamur hocaların arkalarına teneke bağlanmıştır. Avrupa'nın her deliğinde taraftarı olan bir ligdir. Herhangi bir stadında bir maçta mutlaka seyreden Türk vardır, hatta oynuyordur bile. Yani hatırı sayılı ligimizin Avrupa sahalarında hatırı sayılı takımlarla oynaması, Futbolu yönetenlerin tercih nedenidir. Bunca yıllık, mücadeleler sonucunda Şampiyonlar lig oynamaya ilk 2 takımımız hak kazanmıştır. 3 takımımızın da UEFA ligi oynadığını düşünürsek her sezon 5 takımımıza ekmek çıkmaktadır, kurtlar sofrasında. İlk 2 takım, büyük ihtimal belirlenmiş durumda. 15 sezonda 2 defa Şampiyonluk alabilen 3. takımımız, diğer büyük liglerin 3. takımlarına uzak ara fark basmış durumdadır. En kötü ihtimalle 5. olabildiğinden her sene UEFA kupası alma gibi bir ihtimali vardır. Ulus kontenjanından Beşiktaş, mutlaka Her sezon Avrupa maçı oynayabilmektedir. Bu sezon başına gelen futbol dışı hadiseyi ihmal edilebilir buluyoruz elbette. En çok şampiyon olan Galatasaray, bile tabelaya giremeyip, Avrupa maçı oynayamamış, fakat Beşiktaş mutlaka her sezon standardını koruyarak tabelaya girerek Edirne'den dışarı çıkmayı başarmıştır.
.jpg)
İşte konumuza mahzar olan durum da bu yüzdendir. Diğer liglerin küçük, büyük takımlarının tarihlerinde Avrupa Şampiyonluğu var iken, bizim ligimizin küçük, büyük takımı her sezon gidip, sıra takımlarına çarpılıp gelmekte zar zor kazanılmış ülke puanına katkıda bulunamamaktadır. Velhasıl kelam hiç gitmemesi, ülkemiz futbolu açısından daha evladır. Futbol takımı olarak garanti katılacağı, hiç bir getirisi olmayan turnuvaya, eski Başkanlarının suçu yüzünden gitmemek Beşiktaş taraftarı olsam beni memnun eder. Bir Galatasaraylı olarak da ziyadesiyle olumludur benim için. Yerine gidecek Belediyespor, veya Eskişehirspor muhtemelen ikinci ön eleme maçlarını bile oynayamayacaklar ama onlar büyük takım olmadığından ne bir Boz Baykuş'un, ne de bir Es Es'in beklentisi vardır. Beşiktaş büyük takım sayıldığından oynadığı maç önemlidir, elenip gittiğinde kendi takımının taraftarına yarattığı travma, sonraki maçlarda lokal lige yansıdığından bize sirayet etmektedir.
Futbolumuzun daha bir huzurlu, daha bir seyredilir olması için iki yol vardır Beşiktaş için. Ve bu yol bu sene kendiliğinden açılmıştır. Çarşı'nın yapamadığını, Platini yapmış, Beşiktaş'ı turnuvalardan atmıştır. 1 yolları, Baba Hakkı'ların, Baba Recep'lerin devrine geri dönmektir.Hadi o kadar geriye gidemezler ise, Süleyman Seba halen hayattadır, Beşiktaş tarihinin arka odasına gidebilirler. Her şeye sıfırdan başlayabilir, takımı parazitlerden temizleyebilirler. 40 sene önce 3 Büyükler diye adlandırılan kategoriye yeniden dahil olabilirler. Bu uzun yollarda Şampiyonluklar hiç gelmeyebilir, önemli değil diyerek bağırsaklarını temizleyebilirler. Ya da çok kolay olan 2. yola sapabilirler şu an içinde bulundukları kavşaktan. Ülkedeki küçük takımların en büyüğü, en iddialısı olarak böyle gelmiş böyle gidere biat ederek, 7.5 sezonda 1 gelecek Şampiyonlukları bekleyerek ömür tüketirler.
Dost acı söz söylermiş, at sizin, avrat sizin, silah sizin, şan sizin. Bizimkisi namus belasına beyhude bir savaş.
21 May 2012
18. Şampiyonluğun Kısa Hikayesi
SEZONOSKOPİ
KADRO:
Muslera
|
9
|
Ebu
|
8
|
Semih Kaya
|
9
|
Ufo
|
7.5
|
Hakan Balta
|
8
|
Selçuk İnan
|
10
|
Melo
|
9.5
|
Engin Baytar- Aydın Yılmaz
|
7
|
Emre Çolak-Riera
|
6
|
Elmander
|
8
|
Baros-Neco
|
5
|
ZURNANIN
ZIRT DEDİĞİ MAÇ:
Arena’da
4-2 yenildiğimiz Gaziantep Maçı;
Galatasaray
sanki sezona kaldığı yerden başlamıştı. Takımın neredeyse tamamı değişse de,
oyun düzeni aynen devam ediyordu. Sağ bek Sabri, tandemler, Gökhan-Servet ve
sol bek Çağlar başlamıştı sezona. Değişiklik, kalede ve Melo-Selçuk orta sahası
kurgulamasındaydı. Ebu, ortanın solunda, Kazım sağında, Aydın bir umut ışığı ve
ileride enkaz Baros. Ne zaman ki o malum maçta Gökhan Zan’ın beklenen sakatlığı
gerçekleşip oyundan çıkmış, sümkürerek Servet Çetin girmiş, atılarak
Galatasaray’ı maçtan yenilgiyle çıkarmıştı. İşte o zaman gerçek bir değişim çok
geçmeden yaşandı. O maçta ki yenilgimiz, zafere giden yolumuzun en kritik yol
kavşağıydı. Bütün bir sezonu kazanmamıza yol açtı. En önemli maçımızdı.
VARİL:
Servet
Çetin;
Galatasaray’a
geldiği günden beridir isyanımız. Gelen mucize şampiyonluk, kazmanın gerçek
yüzünün görünmesini engelledi. Oysaki o sezon bile dikkatli gözlerden
kaçmamıştı Galatasaray futboluna hiçbir katkısının olmadığı. İlk yarı Song
girmişti ilk toplara, kelleyi koltuğa alıp geride savaşırken, seken topları
kıçıyla toplayarak prim topladı. Song Afrika kupasına gidince de aynı vazife
Emre Güngör’ün, Emre Aşık’ın oldu. Sarı kartsız, kritik pozisyonsuz sezonu
tamamladı. O Kadromuzda bulunduğu 5 sezonda 7 hocaya mal oldu. Dolayısıyla
bırakın kaçan şampiyonlukları, Galatasaray futbolunun ortalamasının düşmesinin
baş sebebi oldu 16 numaralı futbolcuyla birlikte. Nihayet takıma taraftar
gözüyle de bakabilen bir hoca foyasını ortaya çıkardı. Yine de devam edebilir,
belki işimizi daha zor hale getirebilirdi. Ama hayatının hatasını yaptı.
Gökhan’ın sakatlanıp çıkmasıyla oyuna girdi ve o yenildiğimiz maçta bu sefer
kıçı kendisini kurtaramadı. Adamı kaçırdı, atıldı ve kurtulduk. Biz biliyorduk
ki, Semih Kaya tek bir maç oynasın, o maçta da Galatasaray gol yemesin, Servet
Çetin bir daha asla bu takımda oynayamayacaktı. Yanılmadık, Semih, taraftarın
ve kendisine güvenenlerin enerjisini sahaya ve bütün bir sezona yansıttı. Oynamadığı
halde neden sezonun varil futbolcusu oldu peki? Çünkü gitmesini bile bilemedi,
beceremedi. Galatasaray Şampiyonluk coşkusunda iken içi gibi dışı da kan
ağladı. Galatasaray tarihinde en iğrenç futbolcu olarak adı lanetle
anılacaktır.
GLADYATÖR:
Selçuk
İnan;
Sezonun
en büyük futbolunu Selçuk oynadı. Melo’nun bile kötü oynadığı maçları
seyrettik, ama kendisini hiçbir maçta çok kötü oynarken görmedik. Hagi’den
sonra serbest vuruş kazandığımızda kalecileri titreten bir oyuncuyu uzun yıllar
bekledik. Penaltı atılırken bile garanti atar diyeceğimiz kimse yoktu.
Kornerleri laf olsun diye kullanıyorduk. Çalışılmış bir korner golü seyretmedik
desek yeridir. En kötü takımın bile bir maçta 5-6 serbest vuruş kazandığı
düşünülürse, en kolay, en zahmetsiz, en kestirme gol atmanın yolu serbest vuruş
kullanıcısına kavuşmanın önemi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Önümüzdeki sezon
mutlaka daha gelişmiş vuruşlarını seyrederiz. Şu an oynayan en iyi Türk
futbolcusu tartışmasız Selçuk’tur. Şampiyonluktaki en büyük pay kendisinindir.
Pitbull’la oluşturduğu ikilinin verimi, sanırım ki Real Madrid dahil hiçbir takımın
orta saha ikilisi vermemiştir.
BOROZANCI:
Fırat
Aydınus;
Bu
sezon iki büyük hakem seyrettik. Diğeri Cüneyt Çakır’dı. Hakem olarak belki
Cüneyt daha yüksek nota sahiptir ama bu bizi ilgilendiren bir durum değildir.
Gördük ki, Fırat’ın yönettiği maçlar, Cüneyt’in yönettiği maçlardan daha
kaliteli geçmiştir. Fırat Aydınus, sanki joker futbolcu gibi, top kimdeyse o
takımdan oynamıştır. Verdiği kararları oyuncularla tartışmış, çoğunlukla
avantajı oynatmış, oynayan takıma prim tanımış, ben bilmem kara kaplı hakem
kitabı bilir diye Bekçi Murtaza’lık yapmamış, her pozisyona düdük çalmamıştır.
Zor penaltı vermiş, oyuncuyu sahada tutmak için bazı pozisyonları görmezlikten
bile gelmiştir. İyi iki hakemden, ben Fırat Aydınus’u bir adım öne çıkarıyorum,
her ikisine de bir taraf olarak güveniyorum, büyük maçlarımızı yönettiklerinde
verdikleri her kararı sineye çekiyorum.
BİR
SORU – BİR CEVAP:
Sezonun
en büyük sürprizi nedir?
Semih
Kaya;
En
büyük sürpriz, Semih Kaya’nın Ulusal Takım durdurucularını tribüne
göndermesidir. Eğer Bülent Korkmaz, Mustafa Denizli’nin Monaco maçında
kendisine gösterdiği inanç ve güveni Semih’e gösterip, Kewell’in yerine
oynatsaydı, bugün bu sürprizden bahsetmeyecektik. Belki de o zaman Semih Kaya,
Bülent’in senelerce uğraşıp aldığı SECUR YÜREK namını çok önceden almış
olacaktı. Ve belki de Galatasaray tarihi bir başka yazılacaktı. Ne var ki,
Futbolun kendine has bir adaleti oluyor, bazen eğriler, bayağı hasar bıraksalar
bile gün geliyor doğruluyor. O sezon takım, UEFA Kupasına, 2000 yılında
olduğundan daha yakındı. Belki de Semih o maçlarda oynamadığı için gücünü
biriktirmiş, bu sezon büyük Galatasaray’ın savunmasına banko oyuncu olarak
oturmuştur, kim bilir?
SEZONUN MEDYA KRALI;
Uğur Meleke;
Aslında hiç birini ne seyrediyorum, ne okuyorum. Ama
işte bir imalat hatası çıkıyor elbet içlerinden. Rastlamasam bile ne demiş, ne
yazmış tek okuduğum, görüşlerine saygı duyduğum sülük medyamızın, Selçuk
İnan’ı. Sezon boyunca hiç birini okumadım. 30 sene öncesinin Şampiyonluk gazetelerini
saklamış bendeniz, Şampiyon olduğumuz günden beri tek bir gazeteyi, tek bir
medya sülüğünü okumaması ne garip. Eminim, biliyorum bizim kendi oluşturduğumuz
sosyal medyamızın yazarları onların en kralından daha iyi yazar. Uğur’u
içlerinden cımbızla çekip alıyoruz, imbiklerden süzüyoruz kalanlarını yok
sayıyoruz. Ben, ReReRe RaRaRa sesleriyle gırtlağını parçalamamış bir
yorumcunun, bizim hislerimize tercümanlık yapamayacağını, onun konuştuğu dili
de bizim anlamadığımızdan eminim, bu yüzden Hıncal Uluç dâhil, en duayeninden
en çaylağına kadar hiçbir sülükle ilgilenmiyorum. Şampiyonluk şölenine
giderken, metro da, okunmuş bir gazeteye gözüm ilişti. Hangi gazete bilmiyorum
Osman Tanburacı’nın yazısını okumak üzereydim. O an irkildim, sanki beni
görüyormuş hissine kapıldım, gazeteyi buruşturup attım, utancımdan az daha
Sanayi İstasyonu’na gelmeden inecektim.
BÜKEMEDİĞİMİZ BİLEK;
Volkan
Demirel;
Bizde
sevgi özgür, saygı mecburdur. Her ne kadar sevmesek de, Volkan’ın tek başına
verdiği direnişe saygı gösteriyoruz. Unutulmaz bir kaleci performansı gösterdi
bu sezon. Özellikle bizim maçları tek başına atlattı. Arena’daki maçı kazandı,
Aydın’ın vurduğu topu çıkardı. Volkan’ın verdiği direnişi, üniversite
öğrencileri gösterse bu ülkede her ay bir devrim olur. Rüştü dahil benim
izlediğim son 30 yılın en büyük kalecisidir. Zaten sezon da iki büyük kalecinin
kalelerinde kahramanca duruşunun tabelaya yansımasıyla son bulmuş, mücadele,
son maçın son saniyesine kadar sürmüştür.
SEZONUN
FİYASKOSU;
Fenerbahçe
taraftarının yapamadığı koreografi;
Her
şeyleri taklit, marşları, statlarının, antrenman tesislerinin ismi, efsane hoca
yaratma arayışları… Elbet bizden gördükleri tribün şovunu da taklit
edeceklerdi. Koreografinin 3 boyutlusunu
denediler. Dinamik, statik bilimsel hesaplarını geçtik, ne gezer de, bari şov
olarak bir şeyler çıkarabilselerdi.
Sanki 1 Mayıs törenleri için hazırlanmış işçi figürünün eline atkı
vermişlerdi. İlahi ironi işte, büyük Fener yazısını taşıyamadı işçi. 3 boyut
dediler tek boyut açıldı. Hiç bir perspektif görüntü yoktu. Alt tarafı bir
perdeyi tavana kadar çekeceklerdi. Şovun anlam olarak da bir değeri yoktu. Ne
rakibi ürkütecek bir mesaj, ne kendi takımın gaza getirecek bir imaj vardı. Makarayı
düşürüp, bir taraftar kardeşimizin yaralanmasına yol açmasalardı, epey makaraya
alırdık ama üzücü bir olayla sonuçlandığı için dalga geçemiyoruz. Ne var ki
yine de haklarını yemeyelim akıllanmışlar. Son maçta yaptıkları karton şovla
yetinmişler. Gerçi o şovdaki resmin ne olduğu, şovun ne anlama geldiği belli
olmasa da kazasız belasız atlatıldığına şükretmemiz gerekiyor.
İMPARATOR:
Grande;
Galatasaray’ın
doğal, daimi, değişmez hocasıdır. Büyük bir hoca olduğu için değil, Grande
olduğu içindir bütün bu vasıflar. Taş yerinde ağırdır ve kendisi Florya’da
bayağı kıymetli bir taş olarak bastonu eline alana kadar oturabilir. Benim ise
özel, kendisinin bilmediği bir ilişkim vardır. Terim’in Galatasaray Hocalığı
dışındaki icraatının düşmanıyım. Futbolcu olarak oynadığı ve Hoca olarak takımı
yönettiği yılların baş taraftarı iken, bizim dışımızda Milan dâhil, Ulus Takımı
dâhil, Fatih Hoca’nın baş çelişkisi oldum. Bu belki de bencilce bir kindir,
belki de Galatasaray’a kendisinden başka kimseyi yakıştıramadığım içindir.
Galatasaray’a hoca lazım değildir zaten. Hoca lazım olsa Dünya’nın sayılı
hocaları gelip gitmiş, arkalarına teneke bağlanmıştır. Galatasaray ruh
takımıdır, futbolcusu, taraftarı, yöneticisi bu ruhu sahaya yansıtabildiği zamanlarda,
kenarda Galatasaray ruhundan haberi olmayan bir Hoca’nın yapacağı hiçbir şeyi
yoktur. Ama en başta Galatasaray ruhunun görünebilen, en somut Hocası,
kenardaysa da o maçta Allahtan umut keseceksin, Galatasaray’dan asla.
Hoca;
bu gelişinde herhalde Katmandu’ya Nepal’e gitmiş, Dalay Lama’ya takılmış, Eren
olmuş, Evliya olmuş. Egolarından arınmış, bilinen agresif yönünden Ganj
Nehrinde yüzerek arınmış, çıkmış gelmiş, bir baba, bir aile büyüğü olarak, bir
bilge olarak dosta güven, rakibe korku salmaktadır. Büyük Galatasaray’ın, büyük
İmparatoru, Avrupa sahalarında unutulmuş karakterimizi yeniden hortlatacaktır.
O mağrur Şampiyonlar Ligi takımları, siper alsınlar, heyula bela, savaş baltalarını
gömdüğü yerden çıkardı.
ORDAKİLER:
Büyük
Galatasaray Taraftarı;
Bütün
bir sezon boyunca gerek Arena’sında, gerek yabancı sahalarda, hatta girmesi
yasak olan statlar da bile takıma verdiği enerjiyle tarihe bir kez daha geçti.
Bu yıldan sonra artık bizim için 17 Mayıs ne ise? 12 Mayıs’ta o dur. Geçecek
zamanlar bize, bu Şampiyonluğun ne kadar değerli olduğunu gösterecektir.
Galatasaray Taraftarı bu sezon ceza almayarak, Arena’yı kadın ve 12 yaşından
küçük Galatasaraylı çocuklara bırakmayarak da lafta değil, icraatta da büyük
takım taraftarı olduğunu zapta geçirdi. Yaptıkları koreografiler, posterler,
tişörtler, atkılar da Galatasaray yaşadıkça yaşayacaktır. Tek bir senede,
18-20.000 olan, Ali Sami Yen taraftarı, 40.000 e ulaştı. İki misli artış
kaydeden taraftarın nitelikli oluşu, maçlardaki duruşu, oyuna katkısı, yenilgiyi
kabullenip, takımı bir sonraki maça taşıması ile hep imrendiğimiz, büyük Avrupa
Takımı taraftarlarını çoktan geride bıraktı. Ali Sami Yen Stadı, senelerce
savaşarak adını Dünya’ya cehennem diye yazdırmıştı, Arena’nın o kadar beklemeye
vakti yok. Önümüzdeki sezon artık sırada kim varsa Sırat Köprüsü’nün girişinde
bekleniyor. Ali Sami Yen cehenneminden kendini kurtarabilmiş takımları,
Arena’nın katmerli cehennem azabı bekliyor.
ŞAMPİYONLUĞUN
KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray,
tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü
yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak
en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki
biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş,
Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.
Galatasaray
kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden
yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı
getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih
Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta
ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir
sayarsak.
Fatih
Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar,
önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak
gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı
yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını
alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine
sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu
önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış. Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler
bekliyordu.
Taraf
olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti,
Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa
bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı
futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir
Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı
öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım. Ya
Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera
gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle
baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta
şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı.
Takım,
ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş
başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki
mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat
futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11
oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta
çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe
ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç
halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.
Kazım’a
özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben
oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta
haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye
katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta,
dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü
futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına
kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi.
Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı.
Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in
en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i
dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.
Bir
maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç
birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi
yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko
oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz
kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya
başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim
istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun
yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul
ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı.
Gaziantep
maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar
verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya
yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna
girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü
Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize
acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın
yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi
gibi olmayacaktı.
Bir
sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo
ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı
futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne
Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan
bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih
ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre
Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets,
Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la
çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları
defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR
dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna
imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük
Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından
çıkardığı iki genci kazanmıştı…
Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16
yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür
ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın
durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra
Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi
ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının
Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının
gözbebeği yaptın.
Futbol
tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme
yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk
vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne
maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli
futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18.
Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına
şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli
olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin
muhteşem oldu.
Bir
büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların
dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner
atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla
adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı
sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da
oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu
Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok
geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında
bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla
hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş
gelmiş sefa gelmişti.
Engin
Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene
öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin
çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş,
yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi
bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı,
kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali
Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela
Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla
efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim
uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi,
takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında
imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı
kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.
Rüya
ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken
Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça
taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını
ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale
arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3
sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi.
Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı.
Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider,
yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da
Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız
takmıştı.
Kurulsun
masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin
kutlu olsun şanlı Galatasaray.
15 May 2012
Şampiyon; Fenerbahçe 0- Galatasaray 0
.jpg)
MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
|
8
|
Ebu
|
7
|
Semih
|
7
|
Ufo
|
7
|
Hakan Balta
|
7.5
|
Selçuk
|
7
|
Melo
|
7.5
|
Engin
|
7
|
Neco
|
5
|
Elmander-Baros
|
5
|
Riera
|
5
|
ZURNANIN
ZIRT DEDİĞİ AN:
Maçın
bitiş düdüğü. Düdükle beraber süründüğümüz parkelerden, yerlerden, sokaktan henüz
ayağa kalkmış değiliz. Dünkü kutlamalardaki 70.000 kişiden biri olmak bile
kesmedi. Yorgunum, bitkinim, üzerimde sinmiş meşale kokulu formamı çıkarmadım.
İçtiğim rakının, şarabın şişesini atmadım.
VARİL:
Servet
Çetin; Galatasaray tarihinde benim nefretimi kazanmış çok futbolcu geldi geçti.
Mustafa Sarp’tı en sonuncusu. Artık beni takip edenle bıktı ama yazmadan
geçemeyeceğim. Bizimle geçirdiği senelerden dolayı değil, taa, seneler önce
Kartalspor’da oynadığı maçlardan beridir, üstüne serpilip gelişerek büyüyen
nefretim. Hayatımda hiç kimseye beddua etmedim bu ilk. Aldığın şampiyonluk primini
inşallah ayağın, bacağın kırılır da hastane, doktor parası olarak ödersin
şerefsiz, pis sümüklü.
-
GLADYATÖR:
Muslera;
Aslında boşuna vesvese yaptık, boşuna heyecan yaptık. Maçın son dakikalarında
ölümlere gidip geldik. Hasabı mı yanlış yaptık? Yoksa Muslera’ya mı
güvenemedik? Gol yemez ise Şampiyon değilmiydik? Yemem demedi mi? Dedi, Yedi mi?
Yemedi. Büyük kalecimiz, büyük bir maçı kıtasının klasına yakışır bir şekilde
tamamladı. Tüm kıtalardaki, milyonlarca Galatasaraylıyı sokaklara döktü.
-
BOROZANCI:
Cüneyt
Çakır;
Vezirspor
Halı Sahasında da, Kadıköy’de ölüm kalım maçında da aynı yönetimi gösterir. Çok
kolay kart gösterir, çok kolay atar. Sarı kartı almış futbolcular, daha sonra
çok dikkatli oynadıklarından, yönettiği maçlar genelde çok kötü geçer. Avantajı
oynatmaz, futbolcularla konuşmaz, kararlarında izahat vermez. Dia Ayısının
Hakan’a bastığı tabanı görse kesin atardı. Tek hatası Baros’un göğsüyle aldığı
topa el çaldı ki sapına kadar haklıydı. Ben hakem olsam Baros topa kafası ve
ayağı dışında hangi uzvuyla dokunursa dokunsun düdüğü çalarım. Maçtaki en büyük
yorumu, faul olmayan Dia’nın pozisyonuna faul çalması. Faul olduğundan değil,
büyük hakem, o pozisyonla atılmış dandik bir gole engel olur. Dandik bir golle
koskoca takımların kaderini değiştirmez.
BİR
SORU – BİR CEVAP:
Gol
yesek atabilirmiydik?
Gol
atsak yatabilirmiydik diye de sorulabilir. Takımın kadro yapısı ve oyun kurgusu
zamana oynama üzerineydi. Dakikalar ilerledikçe Fenerbahçe’nin konsantrasyonu
bozulacak öngörüsüne hepimiz sahiptik zaten. Komtrollü oyunla orta sahası
savaşına döndürdüğümüz maçta, atacağımız veya yiyeceğimiz gole göre plan önceden
yapılmıştı. Elmander’in sakatlığı elbette hesapta yoktu. Eğer yesek acilen
Baros girecek, Riera çıkacaktı. Gol atsak, bu kez Neco çıkacak, Emre Çolak
içeri dalacaktı. Gol yemediğimiz sürece de kurgu değişmeyecekti, nitekim
değişmedi de.
İMPARATOR:
Grande,
ne maçları berabere kalmamak için kaybede kaybede Grande olmuştu. İstese her
maçı bu maç gibi berabere bitirirdi. Kolay mı Galatasaray’a gol atmak? Şampiyon
olduğumuza göre, maç için söyleyecek olumsuz bir şeyimiz olamaz. Şükran ve
minnetle adını bir kez daha haykırıyoruz. Dünkü maçla ilgili tek bir şeyi merak
ediyorum sadece. Ufo’nun kart görmesini engellemek için bir şeyler yaptı mı?
Arada kaynadı gitti, gol yememek için çıktığımız maçta, gol yedirmemeye oynayan
en önemli adam pozisyon harici iki sarı karttan atılıp, yüreğimizi ağzımıza
getiriyor.
ORDAKİLER:
Hepimiz
ordaydık o ayrı, ama gerçekten orada olanlarımız da vardı. Kimi Fener
formasıyla Truva yapmış tezahüratlara tepkisiz maç seyretti. Kimi normal kot-tişört
ile Fener formalıların arasında görüntü kirliliği yapan. İşte onlara en derin
Galatasaraylı sevgilerimi iletiyorum.
-
ANALİZ:
Maç
öncesi vatan millet Sakarya naralarımız, yeneriz, Şampiyon oluruz rahatlığımız,
maçın başlama düdüğü yaklaştıkça yerini, sol mememizin altındaki cevahirin
zonklamasına bıraktı. Kimimiz Yasin okuduk, tekkelerden, zaviyelerden,
Erenlerden, Evliyalardan el vermesini bekledik, kimimiz 6 ayda tüketeceğimiz
alkolü tek bir maçta tükettik, kimimiz şaman olduk, ağaçlardan, yüce gökten,
büyüden medet bekledik. Kimimiz totem olduk, 90 dakikayı kımıldamadan
seyrettik. Ve her neysek, her nasıl pozisyondaysak, Galatasaraylılığımızın
olanca enerjisini sahadaki 11 imize aktarmayı başardık.
Aslında
maç başladığında zaten Şampiyonduk. Beni tek endişelendiren şey de bu durumdu
aslında. Galatasaray’ın beraberliğe yatma karakteri yoktu, yapamazdı, Futbol
Tanrısı ne yapar yapar bir ceza keserdi bize. Fakat başlama düdüğüyle birlikte
baktık ki, korku dağlardan, Kadıköy’e inmişti. Bir an kendimi onların yerine
koydum, ne finalleri tek gol atamadıkları için kaybetmişlerdi. Bu maçta
atacaklarını kim garanti edecekti? O andan itibaren kendimi teselli edecek
motivasyona erişmiş, biten rakıdan sonra şarabı açmıştım.
Maçta
en güvendiğim adamım Felipe Melo idi, beni yanıltmadı. Bir top sürükledi, ince
bir Selçuk İnan pası verdi Elmander’e. Elmander kırık tarak kemikle ancak böyle
vurabilirdi. Oturduğumuz yerden balıklama atlayarak topa müdahale etmek istedik
ama başaramadık. Elmander çıkarken, Baros giriyordu. Oyun planında bir
değişikliğe gidilmesine gerek yoktu. Bu arada Baroni bir ıska geçerek derin bir
nefes almamızı sağladı. O ana kadar Baroni’yi hatırlayınca da, orta sahamızın
nefes aldırmadığını, aldırmayacağını da görmüş olduk.
Fenerbahçe’nin
de bu maçı oynayacak duruma gelmesine en çok katkıda bulunmuş Emre’nin
yüzündeki endişe, yakın çekimlerde çok net belli oluyordu. O an öbür takımın
futbolcusu olmak için Emre kim bilir neler verirdi? Emre hayret verici şekilde
pislik yapmadan oynuyordu. Yakın çekimlerden Volkan’ında devamlı dua ettiği
okunuyordu, ağız hareketlerinden.
İlk
yarı bittiğinde Şampiyonduk, ikinci yarı başladığında da. Takım aslanlar gibi,
Pitbull köpek gibi savaşıyordu. Sonlara doğru kanlanacağı garantiydi. İlk gazi
Fenerbahçe’den geldi. Hakan Balta’ya attığı tekmeden atılmayı atlatmış Dia,
ancak bir şaibeyle açıklanacak hareketini yaptı atıldı. Hayret şu 2 gün
içersinde kendisinden şüphelenen hiç bir Fenerli çıkmadı. Gol atması için
oynatılan adam, kendini attırdı. Fener 10 kişi kalmasına rağmen Grande oluşan
doğal kolpayı yemedi. Marifet oyunda tabelayı değiştirmemekti, eğer değişirse de
Galatasaray’ın Allahtan umut kesilip, kendisinden kesilmeyeceği İmparatoru
vardı. Yeter ki, operasyon için zamanı olsun du.
Son
dakikaları yerlerde sürünerek seyrettik. Bitiş düdüğüyle birlikte göz
yaşlarımızı bıraktık. Bu maçın sonu, UEFA kupası Finalinden sonraki en güzel
günümüzdü. Herkesin bir kalbi vardı, herkeste bilinen yerdeydi. Bizimkiler sanki
bu maçla birlikte biraz daha ortaya, sinemize, göğüs kafesimizin tam merkezine
kaydı. Adı yürek oldu, Galatasaraylı yüreği.
Ey büyük Galatasaray taraftarı, Bu kupayı Saraçoğlu'nda alacağını söylemiştin zaten. 100 sene geçse de bu Şampiyonluk unutulmaz, zaferin kutlu olsun.
12 May 2012
Ne Yapmalı?
Yarın gece bu saatlerde futbol tarihimizin en büyük lig maçı oynanmış olacak. Ve tabi yine bu saatlerde bir renke tutkun olanlar sokaklarda, barlarda, kırlarda, ovalarda şarkılar söylerken, kaybeden eğer sarı kırmızı renklere tutkun olanlar olursa, kötü kaderine küsecek, canından bezecek, uzun süre yüzü gülmeyecek, kendi kabuğunun yalnızlığına çekilecek. Kaybetmeye hiç ihtimal vermiyoruz, ama yine de her ihtimale karşı elimizden gelen karınca kararınca sinerjimizi sevgili Galatasarayımıza ulaştırılmak üzere sonsuzluğa bırakıyoruz.
Eminim ki Fatih Terim, bildiğimiz klasik Galatasaray dizilişinde değişikliğe gidecek. Bu değişiklik asla beraberliğin bize yaraması dolayısıyla değil, bilakis beraberlik yettiği halde, saldırmak, tarihe bir kez daha nam salmak için olacaktır. Grande, nice maçı beraberliğe razı olmayarak kaybettiği için adı İmparatora çıkmıştır. Sıçan gibi oynayarak Galatasarayı yenen Aykut Kocaman'ın taraftarı olmaktansa, aslan gibi oynayarak Fenerbahçeye yenilen Fatih Terim'in taraftarı olmanın onur ve gururunu taşırız. Aynı oyunu oynasınlar, isterse her maç yenilsinler.
Finallerin mazereti yok, bize yakışmaz. Baştan kabul edip, lige devam ettik lig bitmedi, yarın bitecek. Galatasaray büyük takım, ne finaller gördü bunun gibi, ne finallerden utkuyla ayrıldı, yarın ayrılacağı gibi. Şimdi kendimizi bir anlığına Galatasaray kulübesine koyuyoruz. Ve takımı gerekçeli kararlarımızla çıkarıyoruz.
Muslera; Son maçlarda topu oyuna sokmakta çok hata yapıyor. Attığı topların neredeyse tamamı taca, rakibe gidiyor. Daha sakin oyuna sokmalı, garanti pas atmalı. Asla vakit geçirmeye oynamamalı. Hatta, topu acele elle oyuna sokarak Fenerbahçeli futbolculardan asla korkmadığını maçın başında hissettirmeli. Büyük kaleci olduğunu geçen yaz gördük, bu finalde de biraz daha büyüyeceğine eminim.
Sabri; Ben sağ bekte azılı Galatasaraylı Sabri ile başlarım. Fener maçları başka maçlara benzemez, bugün var yarın yok futbolcularla Fener maçı kazanılmaz. Kosantre bir Sabri, aşırı motive şekilde maça çıkar, Galatasaray sağ tarafını aslan gibi savunur. Savunup savunamayacağı zaten maçın başlarında belli olur. Baktık tekliyor, önce saha içi önlem alınır o da olmaz sa ilk değişiklik yapılır. Bir kaç iyi hamle ile başlarsa da hayatının topunu oynar, önündeki hücum beki Ebu'nun vitesini büyültür.
Semih Kaya; Özel bir taktiğe gerek yok, ilk topa çıkacak. İlk müdaheleleri yapacak, penaltı veya serbest vuruşa sebep olmayacak. Emre Aşık performansı bekliyorum.
Ufo; Son maçlarda düşüşe geçenlerden. Maçta en korktuğum futbolcu olacak. Risk alıp topu Muslera'dan istemeli, kazasız belasız Selçuk'un sihirli ayaklarına ulaştırmalıdır. Bence maçın kader adamlarının başında olacak. Hata yapmaz ise kolay kolay gol pozisyonu vermeyiz.
Hakan Balta; İşi kolay, Fenerbahçe'nin sağ tarafı sol tarafından güçsüz. Gökhan Gönül her maç olduğu gibi bu maçta da yarım sakat olarak oynayacak. İçeri iyi orta yapılmasını engellesin, top kalemşizden mümkün olduğunca uzakta kalacaktır. Normal oyununun üstüne çıkabilirse hücumda da kendini gösterir. Bu maçta da koyar mı koyar.
Ebu; Ben bu maçlığına hücum bekimizi biraz daha önde konuşlandırıyorum. İki sebepten, biri Fener'in en tehlikeli, en hızlı futbolcusu Stok'u ilk kapatacak olmasından, ikincisi daha önemlisi Zikler'in üstüne üstüne salınarak tam bir kara bela olması açısından. Ebu, bence önünde kat edeceği mesafe kısa olduğunda daha tehlikeli olur. Ayrıca bitmez tükenmez enerjisi ile savunmada Sabri imdat dediğinde yetişir.
Selçuk; Kötü oynaması yasak olan futbolcularımızdandır. Muslera, Ebu, Melo, Elmander ile birlikte mutlaka iyi oynama mecburiyeti olan futbolcularımızdan biridir. Diğerlerinden biri kötü oynarsa kompanse edilebilir, ama bu saydığım futbolculardan biri bile kötü oynarsa sonuç felaketimiz olur. Profesör Selçuk bu maçtan da yüz akıyla çıkacak, şu an oynayayan en büyük Türk futbolcusu olmanın onuruyla tatile çıkacaktır.
Melo; Pitbull maçta, benim en güvendiğim futbolcu olacaktır. Sezonun en büyük futbolunu oynayacağına inancım tamdır. Cami tarafındaki kaleye doğru işeyeceğine inanıyorum. Hırlayacak, havlayacak, ısıracak, boğacak, kan kusturacaktır.
Engin Baytar; Açıklardan biri odur. Fener seyircisi, maçın ilk dakikaları atlatıldıktan sonra susacaktır. Korkudan bağıramayacaklardır. İlerleyen dakikalarda golü bulamayan Fenerbahçeli futbolcuların savunmada mutlaka dikkati dağılacak, hata yapacaklardır. Fenerbahçe'de en güvendiğim futbolcu Bekir'dir. Bekir'e doğru atılacak her topu kovalasın mutlaka pozisyon bulacaktır. Ben ekmeği Bekir'den yiyeceğimizi düşünüyorum.
Aydın Yılmaz; Diğer tarafta da Aydın'ı koşturmayı planlıyorum. Engin için söylediklerim onun için de geçerlidir. Bekir'e kim daha yakınsa pusuya o yatsın. Elmander'in bozacağı savunmada bir Galatasaraylı olarak tarihe geçme fırsatı kendi ellerindedir.
Elmander; Neco veya baros yok diye sakın ola ki tek forvet oynuyoruz sanmasın kşmse. Bir kere Neco'nun gelişi Baros'u bitirmiştir. Baros golcüdür, atamadığı her maç stresini bir sonraki maça taşır. Fatih Terim kendisini hazırlamayarak Şampiyonluğu riske atmıştır. Neco ile ısrar edip, değersiz gollere razı olacağına, o değersiz gollerden birini Baros'a attırabilseydi, yarın bu maçı Baros tek başına alabilirdi. Ama artık macera aramak için çok geç. Elmander daha önde oynayacak, Ebu'nun gücüne güç kattığı orta saha topu kendisiyle daha fazla buluşturacaktır. Kötü gol atmaya yeninli Elmander'den artık jeneriklik, unutulmaz bir gol beklemek bütyük Galatasaray Taraftarının hakkıdır.
İlk 11 i bu diziliş ve taktikle sahaya sürdükten sonra, artık oyunu okumak, yönetmek Fatih Terim'in tecrübesine kalmıştır. Ne yapacak yapacak oyun üstünlüğünü bariz bir şekilde onlara vermeyecektir. Olur ya, Futbol Tanrısı yine onlardan yana fetva verir de golü kalemizde bulursak. Oyun planında epey bir süre ısrarcı olacaktır. Cüneyt Çakır seyirciden etkilenmemekle ün salmış bir hakemdir. Avantaj uygulatmaz, kolay kırmızı çıkarır, kolay penaltı çalar, Hoca, gözünü maçtan bir an bile ayırmayacak, tuzaklara düşmeyecektir. Maçın sonlarına doğru hala vaziyet bizim lehimize değilse, artık ya herro ya merro taktiğiyle oynanacak. Baros, Emre, Neco, Ayhan artık elinde ne kozu varsa cepheye sürecektir.
Sonuç; Galatasaray kimle nerede oynarsa oynasın yenmek için oynar. Yeter ki aslan gibi oynadıklarından, maç bittiğinde 1 metre koşacak dermanları kalmadığından emin olalım. Gerisi 3 ihtimallidir, katlanırız. Eğer kaybedersek,de takımın yeniden denemesi için katkıda bulunmaya devam ederiz. Biz Galatasarayız, Galatasaraylıyız, yensek de büyüğüz yenilsek de. Biz Galatasarayı Şampiyon olsun diye sevmedik diyoruz. Ve takımın kupayı getireceğine gönülden inanıyoruz.
Eğer maçta dara düştüğünüzü hissettiğiniz bir an gelirse Arsenal maçını hatırlayın.
Yolunuz açık gazanız mübarek olsun çocuklar, her zaman sizinleyiz. Haydi Fatih'in Aslanları kükreme sırası sizin.. .
Eminim ki Fatih Terim, bildiğimiz klasik Galatasaray dizilişinde değişikliğe gidecek. Bu değişiklik asla beraberliğin bize yaraması dolayısıyla değil, bilakis beraberlik yettiği halde, saldırmak, tarihe bir kez daha nam salmak için olacaktır. Grande, nice maçı beraberliğe razı olmayarak kaybettiği için adı İmparatora çıkmıştır. Sıçan gibi oynayarak Galatasarayı yenen Aykut Kocaman'ın taraftarı olmaktansa, aslan gibi oynayarak Fenerbahçeye yenilen Fatih Terim'in taraftarı olmanın onur ve gururunu taşırız. Aynı oyunu oynasınlar, isterse her maç yenilsinler.
Finallerin mazereti yok, bize yakışmaz. Baştan kabul edip, lige devam ettik lig bitmedi, yarın bitecek. Galatasaray büyük takım, ne finaller gördü bunun gibi, ne finallerden utkuyla ayrıldı, yarın ayrılacağı gibi. Şimdi kendimizi bir anlığına Galatasaray kulübesine koyuyoruz. Ve takımı gerekçeli kararlarımızla çıkarıyoruz.
Muslera; Son maçlarda topu oyuna sokmakta çok hata yapıyor. Attığı topların neredeyse tamamı taca, rakibe gidiyor. Daha sakin oyuna sokmalı, garanti pas atmalı. Asla vakit geçirmeye oynamamalı. Hatta, topu acele elle oyuna sokarak Fenerbahçeli futbolculardan asla korkmadığını maçın başında hissettirmeli. Büyük kaleci olduğunu geçen yaz gördük, bu finalde de biraz daha büyüyeceğine eminim.
Sabri; Ben sağ bekte azılı Galatasaraylı Sabri ile başlarım. Fener maçları başka maçlara benzemez, bugün var yarın yok futbolcularla Fener maçı kazanılmaz. Kosantre bir Sabri, aşırı motive şekilde maça çıkar, Galatasaray sağ tarafını aslan gibi savunur. Savunup savunamayacağı zaten maçın başlarında belli olur. Baktık tekliyor, önce saha içi önlem alınır o da olmaz sa ilk değişiklik yapılır. Bir kaç iyi hamle ile başlarsa da hayatının topunu oynar, önündeki hücum beki Ebu'nun vitesini büyültür.
Semih Kaya; Özel bir taktiğe gerek yok, ilk topa çıkacak. İlk müdaheleleri yapacak, penaltı veya serbest vuruşa sebep olmayacak. Emre Aşık performansı bekliyorum.
Ufo; Son maçlarda düşüşe geçenlerden. Maçta en korktuğum futbolcu olacak. Risk alıp topu Muslera'dan istemeli, kazasız belasız Selçuk'un sihirli ayaklarına ulaştırmalıdır. Bence maçın kader adamlarının başında olacak. Hata yapmaz ise kolay kolay gol pozisyonu vermeyiz.
Hakan Balta; İşi kolay, Fenerbahçe'nin sağ tarafı sol tarafından güçsüz. Gökhan Gönül her maç olduğu gibi bu maçta da yarım sakat olarak oynayacak. İçeri iyi orta yapılmasını engellesin, top kalemşizden mümkün olduğunca uzakta kalacaktır. Normal oyununun üstüne çıkabilirse hücumda da kendini gösterir. Bu maçta da koyar mı koyar.
Ebu; Ben bu maçlığına hücum bekimizi biraz daha önde konuşlandırıyorum. İki sebepten, biri Fener'in en tehlikeli, en hızlı futbolcusu Stok'u ilk kapatacak olmasından, ikincisi daha önemlisi Zikler'in üstüne üstüne salınarak tam bir kara bela olması açısından. Ebu, bence önünde kat edeceği mesafe kısa olduğunda daha tehlikeli olur. Ayrıca bitmez tükenmez enerjisi ile savunmada Sabri imdat dediğinde yetişir.
Selçuk; Kötü oynaması yasak olan futbolcularımızdandır. Muslera, Ebu, Melo, Elmander ile birlikte mutlaka iyi oynama mecburiyeti olan futbolcularımızdan biridir. Diğerlerinden biri kötü oynarsa kompanse edilebilir, ama bu saydığım futbolculardan biri bile kötü oynarsa sonuç felaketimiz olur. Profesör Selçuk bu maçtan da yüz akıyla çıkacak, şu an oynayayan en büyük Türk futbolcusu olmanın onuruyla tatile çıkacaktır.
Melo; Pitbull maçta, benim en güvendiğim futbolcu olacaktır. Sezonun en büyük futbolunu oynayacağına inancım tamdır. Cami tarafındaki kaleye doğru işeyeceğine inanıyorum. Hırlayacak, havlayacak, ısıracak, boğacak, kan kusturacaktır.
Engin Baytar; Açıklardan biri odur. Fener seyircisi, maçın ilk dakikaları atlatıldıktan sonra susacaktır. Korkudan bağıramayacaklardır. İlerleyen dakikalarda golü bulamayan Fenerbahçeli futbolcuların savunmada mutlaka dikkati dağılacak, hata yapacaklardır. Fenerbahçe'de en güvendiğim futbolcu Bekir'dir. Bekir'e doğru atılacak her topu kovalasın mutlaka pozisyon bulacaktır. Ben ekmeği Bekir'den yiyeceğimizi düşünüyorum.
Aydın Yılmaz; Diğer tarafta da Aydın'ı koşturmayı planlıyorum. Engin için söylediklerim onun için de geçerlidir. Bekir'e kim daha yakınsa pusuya o yatsın. Elmander'in bozacağı savunmada bir Galatasaraylı olarak tarihe geçme fırsatı kendi ellerindedir.
Elmander; Neco veya baros yok diye sakın ola ki tek forvet oynuyoruz sanmasın kşmse. Bir kere Neco'nun gelişi Baros'u bitirmiştir. Baros golcüdür, atamadığı her maç stresini bir sonraki maça taşır. Fatih Terim kendisini hazırlamayarak Şampiyonluğu riske atmıştır. Neco ile ısrar edip, değersiz gollere razı olacağına, o değersiz gollerden birini Baros'a attırabilseydi, yarın bu maçı Baros tek başına alabilirdi. Ama artık macera aramak için çok geç. Elmander daha önde oynayacak, Ebu'nun gücüne güç kattığı orta saha topu kendisiyle daha fazla buluşturacaktır. Kötü gol atmaya yeninli Elmander'den artık jeneriklik, unutulmaz bir gol beklemek bütyük Galatasaray Taraftarının hakkıdır.
İlk 11 i bu diziliş ve taktikle sahaya sürdükten sonra, artık oyunu okumak, yönetmek Fatih Terim'in tecrübesine kalmıştır. Ne yapacak yapacak oyun üstünlüğünü bariz bir şekilde onlara vermeyecektir. Olur ya, Futbol Tanrısı yine onlardan yana fetva verir de golü kalemizde bulursak. Oyun planında epey bir süre ısrarcı olacaktır. Cüneyt Çakır seyirciden etkilenmemekle ün salmış bir hakemdir. Avantaj uygulatmaz, kolay kırmızı çıkarır, kolay penaltı çalar, Hoca, gözünü maçtan bir an bile ayırmayacak, tuzaklara düşmeyecektir. Maçın sonlarına doğru hala vaziyet bizim lehimize değilse, artık ya herro ya merro taktiğiyle oynanacak. Baros, Emre, Neco, Ayhan artık elinde ne kozu varsa cepheye sürecektir.
Sonuç; Galatasaray kimle nerede oynarsa oynasın yenmek için oynar. Yeter ki aslan gibi oynadıklarından, maç bittiğinde 1 metre koşacak dermanları kalmadığından emin olalım. Gerisi 3 ihtimallidir, katlanırız. Eğer kaybedersek,de takımın yeniden denemesi için katkıda bulunmaya devam ederiz. Biz Galatasarayız, Galatasaraylıyız, yensek de büyüğüz yenilsek de. Biz Galatasarayı Şampiyon olsun diye sevmedik diyoruz. Ve takımın kupayı getireceğine gönülden inanıyoruz.
Eğer maçta dara düştüğünüzü hissettiğiniz bir an gelirse Arsenal maçını hatırlayın.
Yolunuz açık gazanız mübarek olsun çocuklar, her zaman sizinleyiz. Haydi Fatih'in Aslanları kükreme sırası sizin.. .
11 May 2012
NO FEAR
Atmaya gelince koca topçu Genç Osman oluyorlar. En kolay maçları Galatasaray maçı. 4 atıyorlar, 6 atıyorlar, her maç yeniyorlar. En zayıf takımlarıyla bile yendiler, yenerler. Bir Fener'liyle dayanabilirsen otur sohbet et. Maçı oynamadan kazanırlar, en büyük onlar, en büyük en zengin onlar, en çok taraftar onlarda var. 3 puan geride bile çıksalar farketmez, nasıl olsa yenecekler. Peki o zaman neden bu korku, neden bu yaygara . Sana ne Fatih Terim'in maçı nereden yöneteceğinden?. İster sahadan yönetsin, ister Florya'daki Kaşıbeyaz Lokantasından. Sen nasılsa yenmeyecek misin beni zaten?. Biz senin Trabzon maçının nasıl kazandığınla ilgileniyor muyuz? Ya da bu düzeyde bir maçı nasıl oluyor da oynuyor olduğuna? Ne halin varsa gör maçlarını bile çoğu Galatasaraylı seyretmez. Ben en son Fener maçının gollerini sonradan bile görmedim.
Keşke her maç Fener maçı olsa. Hayatımda hiç bir Fener maçından korkmadım. Hele ki yarın oynanacak Fener maçını en rahat Fenerbahçe maçımız olarak izleyeceğim. Galatasaray'ı Fatih Terim değil, Galatasaray ruhu yönetir. Siz onu bazen görürsünüz, bazen göremezsiniz. Ama Galatasaraylılar her zaman görmüştür, hissetmiştir. Ruhun yönettiği nice final maçlarından, Galatasaray muzaffer ayrılmıştır. Galatasaray Dünyanın neresinde kimle oynarsa oynasın yenmeye oynar. Beraberliğe razı olmadığı için kaybettiği ne maçla yüzünden,adı İmparatora çıkmıştır Galatasaray Hocasının. Yarın gece sahaya Galatasaray değil, Galatasaray ruhu çıkacaktır, Kenarda tepinen, bağıran, çağıran, Galatasaraylı duruşunu dosta düşmana bir kez daha ispat etmek mecburiyetinde olan da , bir günde kral olmayıp, bin yılda tahttan inmeyecek Grande olacaktır.
Bokludere Stadyumuna maça gidenler; mezarlıkların önünden geçerken, maçta top bizdeyken çok iyi ıslık çalın da korktuğunuz belli olmasın.
7 May 2012
Gazozuna Maç; Galatasaray 2- Beşiktaş 2
MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
|
1
|
Ebu
|
7
|
Semih
|
5
|
Ufo
|
2
|
Hakan Balta
|
3
|
Melo
|
6
|
Selçuk
|
7
|
Emre
|
-2
|
Engin
|
6
|
Baros
|
3
|
Elmander
|
2
|
ZURNANIN
ZIRT DEDİĞİ AN:
Zurna
çok çabuk öttü Arena’da. Maçın başında Trabzon’dan gelen gol haberi sessizliği
maçı maçlıktan çıkardı. Ne futbolcular, ne taraftarlar, ne de hocalar da
heyecan kalmadı. Bir umut, bir bekleyiş, tansiyonu sıfıra indirdi. Maç langırt
maçına dönüştü.
-
VARİL:
Emre
Çolak; Birkaç maç kendi ortalamasının üstünde oynamış meğerse. Uzun maratonu
kaldıramadı. Bu fizikle futbol oynayacaksan en azından Messi’nin yarısı kadar
oynayacaksın. Finallerin en kötü futbolcusu olarak sezonu kapattı. Eğer son
maçta tabelaya yansıyacak bir hamle yapamaz ise, seneye tek tük oynar, ondan
sonra da ömrünü vasat altı bir Anadolu takımında tamamlar. Yok aksi olur da,
sayesinde Fener maçı kazanılırsa, o zaman da takımın bankosu olur. Yani demem
şu ki kaderi tek bir maça bağlı.
-
GLADYATÖR:
Selçuk
İnan; Ayağına top geldiğinde seyrettiğimiz gösterinin futbol olduğunu
anlıyoruz. Topu sanki ayağıyla değil de, kafasıyla oynuyor gibi. Takımı, pas
trafiğine soktuğunda sonucunda mutlaka kaleye vuruş hamlesine kadar sürüklüyor.
Fenerbahçe’deki Aleks’in koşanı, genci, istikbal vad edeni. Takımdan kendisini
çıkar, en az oynanan futbolun kalitesi 2 kademe düşer. Yine 2 yüzde yüz gol
pası çıkardı. Attığı serbest vuruşta top kimin kafasına çarparsa çarpsın, hatta
kimseye çarpmasın gol olacaktı.
-
BOROZANCI:
Bülent
Yıldırım; Bizde hakemler futbolu bilmiyor. Topun güzel oynanmasının engeli
oluyorlar. En ufak mücadelede bir düşsün zart zurt düdük öttürüyorlar. Avantaj
hak getire. Tek düşündükleri şey, aman sonuca etki edecek bir hata yapmamayım.
Maç istediği kadar kötü olabilir, yeter ki hata yapmasınlar. Bu gece tam da
böyle tipik kötü bir Türk Ligi hakemi vardı sahada. Hiç hata yapmadı. Hiç kavga
etmezsen, dayak yememiş olursun.
-
BİR
SORU – BİR CEVAP:
Baros
ve Elmander’in çıkartılıp, Aydın ve Sabri’yi oyuna alınması kararı niçin
verildi?
Her
halde bir iletişim hatası vardı. 2 forvetle oynama karakteri olan
Galatasaray’ı, 2-0 öndeyken forvetsiz oynar duruma sokmak Fatih terim’in
düşüncesi olamaz. Farkı artırmak için Sabri’yi santrafor oynatmak için deli
olmak lazım. Deli olmadıklarına, ve o dakikadan sonra gol atmayıp, tabela
yatmak için sokulmuşlar demektir. O zaman da bu hamle Galatasaray’ı küçük
düşürmüştür.
-
İMPARATOR:
Grande
bana göre Trabzonspor maçında Şampiyonluğu kaybettiğini düşünüp mızıkçılık
yaptı. Bahanelere sığındı, sanki bu finaller kendisine yapılmış bir
haksızlıkmış gibi isyan etti. Bize, Grande’ye yakışır mı?. Lig başlamadan bu
karar alınmadı mı? Madem sıkıntı olacak, madem yanlışlık var oynamasaydın. Ben
anlamam, kurallar her takım için geçerli. Şimdi Fenerbahçe’ye kaybedip eldeki
kuşu uçurursa ağlamaya başlayacak. Sen kendi sahanda hiçbir maçı kazanama,
Şampiyonluk için Fener’in küme düşmesini, puanının silinmesini bekle. Olmadı,
Trabzonspor’dan medet bekle. Büyük Hocaysan, büyük takımın varsa kendi işini
kendin halledersin. 86. Dakikaya 2-0 önde gir, Galatasaraylı bir ayakkabı
boyacısının bile yapmayacağı değişiklikleri yap, maçı berabere bitir. Bereket
Fenerbahçe berabere kalmadı, hatta 3. Golü attı da rahatladık.
-
ORDAKİLER:
Kesinlikle
Şampiyonluk maçına çıkmış bir taraftar değildi. UltrAslan’ın ya parası bitti, ya fazla yoruldular. Koskoca
stadyumda tek bir bayrak yoktu. Antrenmana giden taraftar daha iyiydi. Gerçi
diğer maçtan gelen kötü haberler coşkuyu bitirdi ama, iyi haber gelse ne
olacaktı anlamadım. 20-25 meşale getirilmiş maça şampiyonluk kutlamaları için.
Eminim şampiyonluk gelseydi, hiçbir hazırlığımız yoktu. Denizli’de Fener’in
takıldığı maçta bile biz çok daha organize, çok daha heyecanlıydık.
-
ANALİZ:
Fenerbahçe,
Beşiktaş’a takılınca gitti gözüyle bakılan şampiyonluk, geldi gözüyle bu gece
Arena’daydı. Ancak bu düzeyde dolabilecek Stadımız, yine de tıklım tıklım
değildi. Muhtemelen karaborsacıların elinde patlayan biletlerin koltukları
kapalıydı. Yeri gelmişken Arena’da büyük maç seyretmek isteyen, fakat bilet
alamayanlara tüyo vereyim. Sakın karaborsadan falan bilet almayın, bilet bitti
denilen maça gelin. Yarı fiyatına bilet alır maça girersin. Her maça
gelmeyeceksen, sadece büyük maçlar için kombine alacaksan sakın alma.
İşte
böyle bir taraftarla olası Şampiyon olacağımız maça çıktık. Hoca locadaydı,
emir komuta Hasan’damı, Ümit’temi anlayacaktık. Takımda tek değişiklik,
oynatılmaya oynatılmaya futbolu, gol atmayı unutturulmuş Baroş vard, Neco’nun
yerine. Emre’nin yerine de Aydın’la başlasa benim çıkardığım 11 olacaktı, neyse
buna da razıydık. Baros neticede golcüydü. Golcü gol atamadıkça sıkıntıya
girer, kötü oynar, bencilleşir, takıma zarar verir. Tamam da atarsa da arkası
gelir. Yüze yüze kuyruğuna getirdiğimiz post işi, son maça gelmişiz Baros’u
hazırlayamadılar. O da tıpkı Emre Çolak gibi kaderi fener maçına bağlı
futbolcuların başında. Fener’e koyması da yetmez, bizi ipten alıp, Şampiyonluğu
sadece onun sayesinde almamız lazım. Yok be o da yetmez, Baros gidici, en
azından anılarda güzel kalabilir di. Şu son maça kadar kalmasaydı gol atma işi.
Yinede
taraftarın gök gürlemesi, santra vuruşu, naralarıyla başladı maç. Takım
kendinden emin top çevirmelere çabuk başladı. Bir delik bulup, tabelayı erkene
alıp, antenleri Trabzon’a çevirecekti. Stadyumdaki sessizlik pek dikkatimizi
çekmedi, daha maçların başıydı. Selçuk’un serbest vuruşunu seyrettik. Mutlaka
iyi yere vurmuştur, top barajdan sekip ah larla kornere gitti. Vamos bien di,
iyi gidiyorduk. Soldan atılan kornerleri de Selçuk kullanıyordu, belki üşendi,
belik maçın daha başıydı aceleye gerek yok diye düşündü. Engin Baytar’a
attırdı. Top Pitbull’a 2-3 metre varken biz gol diye bağırmaya başlamıştık.
O
da neyin nesi? Trabzon’da meğerse çok erken gelen bir Fener golü varmış. Olsun
biz kendi işimize bakalım dı, nasıl olsa Trabzonspor bu maçı kaybetmeyecekti.
Trabzon’da oynanan maçta olduğu gibi, yine 1-2 dakika top dolastırılarak, 30-40
pas yaparak topu yine Emre ile buluşturdular. Yine bir büyük takım golü
kaçırılmış oldu, devamında yine bir serbest vuruş golüyle tabela alındı. Bu durumda
çok maç seyretmiş biri olarak aynı duygulardaydım. Maça taraftar artık bakmaz
bu dakikadan sonra. Herkes diğer maçı dinlemeye başlar. Fener’in ikinci golü de
gelince sahadaki futbolcular sessizlikten maçı bıraktılar, Kadıköy’ü düşünmeye
başladılar. Devreye tam girerken, hatta girmişken gol sesi geldi.
İkinci
yarı, 2. Golün sesini beklemekle geçiyordu. Beşiktaş farkın açılmaması rezil
olmamak peşindeydi. Ligin en kötü teknik direktörü onlardaydı. Unu eleyip
elekleri tavana asmış futbolcular onlardaydı. En iyi futbolcuları Fernandez’in
topla buluşması engellenmişti. Bu maç böyle bitecekti bitmesine de diğer maç ne
olacaktı acaba? Takım kötü oynuyordu ama bir çok daha fazla sırıtıyordu. Fatih
Terim’in prens kontenjanından, ben bilirim siz bilmezsiniz tafrasından oynayan
Emre Çolak Sabri’yle yer değiştirdi.
Koleradan kurtulalım derken vereme yakalanmıştık. Sabri futbolu satranç oynar
gibi oynadı. Topla 18 içinde buluştuğunda ne yapacağını yarım dakika düşündü,
tabi sonunda kaptırdı. Önce Elmander, sonra Baros oyundan çıktı. İnanılır gibi
değil di, 2 dakikada durum 2-2 ye geldi. Bilenler, Fener aman beraberlik golünü
yemesin diye duaya başladılar. Eğer böyle bir netice olsaydı o stadyum o
travmayı atlatamazdı. Arena’yı bilmem ama ben travmaya girmiş durumdayım. Öyle bir maç oldu ki pis ligimizin gazozuna oynanan bir maçı olarak kayıtlara geçti. Maçın neticesi hiç bir takıma yaramadı, cacıktan sonra gazoz içip yediklerimizi sindirmeye çalışalım.
Fenerbahçe
3. Golü attıktan sonra, yenilelim isterdim. Benim için Kadıköy’e 3 puan önde
gitmekle, 2 puan geride gitmek arasında fark yoktur demiştim. Yanılmışım,
varmış,keşke geriden gitseymişik. Beraberliğin bize yaraması beni hiç memnun
etmedi. 9 puanlık farkı, 5 maçta yarım puana indiren Galatasaraylı futbolcular
beraberliğe oynarlar ise maçtan sonra sakın kimse ağlamasın. Kimse de bize niye
final oynattılar diye Federasyona küfür edip, yenilgiye kılıf aramasın.
Büyük
takımsan, Kadıköy'e gidip, kupayı alacak Florya'ya getireceksin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)