21 May 2012

18. Şampiyonluğun Kısa Hikayesi


SEZONOSKOPİ

KADRO:
Muslera
9
Ebu
8
Semih Kaya
9
Ufo
7.5
Hakan Balta
8
Selçuk İnan
10
Melo
9.5
Engin Baytar- Aydın Yılmaz
7
Emre Çolak-Riera
6
Elmander
8
Baros-Neco
5

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ MAÇ:

Arena’da 4-2 yenildiğimiz Gaziantep Maçı;

Galatasaray sanki sezona kaldığı yerden başlamıştı. Takımın neredeyse tamamı değişse de, oyun düzeni aynen devam ediyordu. Sağ bek Sabri, tandemler, Gökhan-Servet ve sol bek Çağlar başlamıştı sezona. Değişiklik, kalede ve Melo-Selçuk orta sahası kurgulamasındaydı. Ebu, ortanın solunda, Kazım sağında, Aydın bir umut ışığı ve ileride enkaz Baros. Ne zaman ki o malum maçta Gökhan Zan’ın beklenen sakatlığı gerçekleşip oyundan çıkmış, sümkürerek Servet Çetin girmiş, atılarak Galatasaray’ı maçtan yenilgiyle çıkarmıştı. İşte o zaman gerçek bir değişim çok geçmeden yaşandı. O maçta ki yenilgimiz, zafere giden yolumuzun en kritik yol kavşağıydı. Bütün bir sezonu kazanmamıza yol açtı. En önemli maçımızdı.  

VARİL:

Servet Çetin;

Galatasaray’a geldiği günden beridir isyanımız. Gelen mucize şampiyonluk, kazmanın gerçek yüzünün görünmesini engelledi. Oysaki o sezon bile dikkatli gözlerden kaçmamıştı Galatasaray futboluna hiçbir katkısının olmadığı. İlk yarı Song girmişti ilk toplara, kelleyi koltuğa alıp geride savaşırken, seken topları kıçıyla toplayarak prim topladı. Song Afrika kupasına gidince de aynı vazife Emre Güngör’ün, Emre Aşık’ın oldu. Sarı kartsız, kritik pozisyonsuz sezonu tamamladı. O Kadromuzda bulunduğu 5 sezonda 7 hocaya mal oldu. Dolayısıyla bırakın kaçan şampiyonlukları, Galatasaray futbolunun ortalamasının düşmesinin baş sebebi oldu 16 numaralı futbolcuyla birlikte. Nihayet takıma taraftar gözüyle de bakabilen bir hoca foyasını ortaya çıkardı. Yine de devam edebilir, belki işimizi daha zor hale getirebilirdi. Ama hayatının hatasını yaptı. Gökhan’ın sakatlanıp çıkmasıyla oyuna girdi ve o yenildiğimiz maçta bu sefer kıçı kendisini kurtaramadı. Adamı kaçırdı, atıldı ve kurtulduk. Biz biliyorduk ki, Semih Kaya tek bir maç oynasın, o maçta da Galatasaray gol yemesin, Servet Çetin bir daha asla bu takımda oynayamayacaktı. Yanılmadık, Semih, taraftarın ve kendisine güvenenlerin enerjisini sahaya ve bütün bir sezona yansıttı. Oynamadığı halde neden sezonun varil futbolcusu oldu peki? Çünkü gitmesini bile bilemedi, beceremedi. Galatasaray Şampiyonluk coşkusunda iken içi gibi dışı da kan ağladı. Galatasaray tarihinde en iğrenç futbolcu olarak adı lanetle anılacaktır. 

GLADYATÖR:

Selçuk İnan;

Sezonun en büyük futbolunu Selçuk oynadı. Melo’nun bile kötü oynadığı maçları seyrettik, ama kendisini hiçbir maçta çok kötü oynarken görmedik. Hagi’den sonra serbest vuruş kazandığımızda kalecileri titreten bir oyuncuyu uzun yıllar bekledik. Penaltı atılırken bile garanti atar diyeceğimiz kimse yoktu. Kornerleri laf olsun diye kullanıyorduk. Çalışılmış bir korner golü seyretmedik desek yeridir. En kötü takımın bile bir maçta 5-6 serbest vuruş kazandığı düşünülürse, en kolay, en zahmetsiz, en kestirme gol atmanın yolu serbest vuruş kullanıcısına kavuşmanın önemi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Önümüzdeki sezon mutlaka daha gelişmiş vuruşlarını seyrederiz. Şu an oynayan en iyi Türk futbolcusu tartışmasız Selçuk’tur. Şampiyonluktaki en büyük pay kendisinindir. Pitbull’la oluşturduğu ikilinin verimi, sanırım ki Real Madrid dahil hiçbir takımın orta saha ikilisi vermemiştir.  

BOROZANCI:

Fırat Aydınus;

Bu sezon iki büyük hakem seyrettik. Diğeri Cüneyt Çakır’dı. Hakem olarak belki Cüneyt daha yüksek nota sahiptir ama bu bizi ilgilendiren bir durum değildir. Gördük ki, Fırat’ın yönettiği maçlar, Cüneyt’in yönettiği maçlardan daha kaliteli geçmiştir. Fırat Aydınus, sanki joker futbolcu gibi, top kimdeyse o takımdan oynamıştır. Verdiği kararları oyuncularla tartışmış, çoğunlukla avantajı oynatmış, oynayan takıma prim tanımış, ben bilmem kara kaplı hakem kitabı bilir diye Bekçi Murtaza’lık yapmamış, her pozisyona düdük çalmamıştır. Zor penaltı vermiş, oyuncuyu sahada tutmak için bazı pozisyonları görmezlikten bile gelmiştir. İyi iki hakemden, ben Fırat Aydınus’u bir adım öne çıkarıyorum, her ikisine de bir taraf olarak güveniyorum, büyük maçlarımızı yönettiklerinde verdikleri her kararı sineye çekiyorum.   

BİR SORU – BİR CEVAP:

Sezonun en büyük sürprizi nedir?

Semih Kaya;

En büyük sürpriz, Semih Kaya’nın Ulusal Takım durdurucularını tribüne göndermesidir. Eğer Bülent Korkmaz, Mustafa Denizli’nin Monaco maçında kendisine gösterdiği inanç ve güveni Semih’e gösterip, Kewell’in yerine oynatsaydı, bugün bu sürprizden bahsetmeyecektik. Belki de o zaman Semih Kaya, Bülent’in senelerce uğraşıp aldığı SECUR YÜREK namını çok önceden almış olacaktı. Ve belki de Galatasaray tarihi bir başka yazılacaktı. Ne var ki, Futbolun kendine has bir adaleti oluyor, bazen eğriler, bayağı hasar bıraksalar bile gün geliyor doğruluyor. O sezon takım, UEFA Kupasına, 2000 yılında olduğundan daha yakındı. Belki de Semih o maçlarda oynamadığı için gücünü biriktirmiş, bu sezon büyük Galatasaray’ın savunmasına banko oyuncu olarak oturmuştur, kim bilir?

SEZONUN MEDYA KRALI;

Uğur Meleke;

Aslında hiç birini ne seyrediyorum, ne okuyorum. Ama işte bir imalat hatası çıkıyor elbet içlerinden. Rastlamasam bile ne demiş, ne yazmış tek okuduğum, görüşlerine saygı duyduğum sülük medyamızın, Selçuk İnan’ı. Sezon boyunca hiç birini okumadım. 30 sene öncesinin Şampiyonluk gazetelerini saklamış bendeniz, Şampiyon olduğumuz günden beri tek bir gazeteyi, tek bir medya sülüğünü okumaması ne garip. Eminim, biliyorum bizim kendi oluşturduğumuz sosyal medyamızın yazarları onların en kralından daha iyi yazar. Uğur’u içlerinden cımbızla çekip alıyoruz, imbiklerden süzüyoruz kalanlarını yok sayıyoruz. Ben, ReReRe RaRaRa sesleriyle gırtlağını parçalamamış bir yorumcunun, bizim hislerimize tercümanlık yapamayacağını, onun konuştuğu dili de bizim anlamadığımızdan eminim, bu yüzden Hıncal Uluç dâhil, en duayeninden en çaylağına kadar hiçbir sülükle ilgilenmiyorum. Şampiyonluk şölenine giderken, metro da, okunmuş bir gazeteye gözüm ilişti. Hangi gazete bilmiyorum Osman Tanburacı’nın yazısını okumak üzereydim. O an irkildim, sanki beni görüyormuş hissine kapıldım, gazeteyi buruşturup attım, utancımdan az daha Sanayi İstasyonu’na gelmeden inecektim.   

BÜKEMEDİĞİMİZ BİLEK;

Volkan Demirel;

Bizde sevgi özgür, saygı mecburdur. Her ne kadar sevmesek de, Volkan’ın tek başına verdiği direnişe saygı gösteriyoruz. Unutulmaz bir kaleci performansı gösterdi bu sezon. Özellikle bizim maçları tek başına atlattı. Arena’daki maçı kazandı, Aydın’ın vurduğu topu çıkardı. Volkan’ın verdiği direnişi, üniversite öğrencileri gösterse bu ülkede her ay bir devrim olur. Rüştü dahil benim izlediğim son 30 yılın en büyük kalecisidir. Zaten sezon da iki büyük kalecinin kalelerinde kahramanca duruşunun tabelaya yansımasıyla son bulmuş, mücadele, son maçın son saniyesine kadar sürmüştür.

SEZONUN FİYASKOSU;

Fenerbahçe taraftarının yapamadığı koreografi;

Her şeyleri taklit, marşları, statlarının, antrenman tesislerinin ismi, efsane hoca yaratma arayışları… Elbet bizden gördükleri tribün şovunu da taklit edeceklerdi.  Koreografinin 3 boyutlusunu denediler. Dinamik, statik bilimsel hesaplarını geçtik, ne gezer de, bari şov olarak bir şeyler çıkarabilselerdi.  Sanki 1 Mayıs törenleri için hazırlanmış işçi figürünün eline atkı vermişlerdi. İlahi ironi işte, büyük Fener yazısını taşıyamadı işçi. 3 boyut dediler tek boyut açıldı. Hiç bir perspektif görüntü yoktu. Alt tarafı bir perdeyi tavana kadar çekeceklerdi. Şovun anlam olarak da bir değeri yoktu. Ne rakibi ürkütecek bir mesaj, ne kendi takımın gaza getirecek bir imaj vardı. Makarayı düşürüp, bir taraftar kardeşimizin yaralanmasına yol açmasalardı, epey makaraya alırdık ama üzücü bir olayla sonuçlandığı için dalga geçemiyoruz. Ne var ki yine de haklarını yemeyelim akıllanmışlar. Son maçta yaptıkları karton şovla yetinmişler. Gerçi o şovdaki resmin ne olduğu, şovun ne anlama geldiği belli olmasa da kazasız belasız atlatıldığına şükretmemiz gerekiyor.    

İMPARATOR:

Grande;

Galatasaray’ın doğal, daimi, değişmez hocasıdır. Büyük bir hoca olduğu için değil, Grande olduğu içindir bütün bu vasıflar. Taş yerinde ağırdır ve kendisi Florya’da bayağı kıymetli bir taş olarak bastonu eline alana kadar oturabilir. Benim ise özel, kendisinin bilmediği bir ilişkim vardır. Terim’in Galatasaray Hocalığı dışındaki icraatının düşmanıyım. Futbolcu olarak oynadığı ve Hoca olarak takımı yönettiği yılların baş taraftarı iken, bizim dışımızda Milan dâhil, Ulus Takımı dâhil, Fatih Hoca’nın baş çelişkisi oldum. Bu belki de bencilce bir kindir, belki de Galatasaray’a kendisinden başka kimseyi yakıştıramadığım içindir. Galatasaray’a hoca lazım değildir zaten. Hoca lazım olsa Dünya’nın sayılı hocaları gelip gitmiş, arkalarına teneke bağlanmıştır. Galatasaray ruh takımıdır, futbolcusu, taraftarı, yöneticisi bu ruhu sahaya yansıtabildiği zamanlarda, kenarda Galatasaray ruhundan haberi olmayan bir Hoca’nın yapacağı hiçbir şeyi yoktur. Ama en başta Galatasaray ruhunun görünebilen, en somut Hocası, kenardaysa da o maçta Allahtan umut keseceksin, Galatasaray’dan asla.
Hoca; bu gelişinde herhalde Katmandu’ya Nepal’e gitmiş, Dalay Lama’ya takılmış, Eren olmuş, Evliya olmuş. Egolarından arınmış, bilinen agresif yönünden Ganj Nehrinde yüzerek arınmış, çıkmış gelmiş, bir baba, bir aile büyüğü olarak, bir bilge olarak dosta güven, rakibe korku salmaktadır. Büyük Galatasaray’ın, büyük İmparatoru, Avrupa sahalarında unutulmuş karakterimizi yeniden hortlatacaktır. O mağrur Şampiyonlar Ligi takımları, siper alsınlar, heyula bela, savaş baltalarını gömdüğü yerden çıkardı.

ORDAKİLER:

Büyük Galatasaray Taraftarı;

Bütün bir sezon boyunca gerek Arena’sında, gerek yabancı sahalarda, hatta girmesi yasak olan statlar da bile takıma verdiği enerjiyle tarihe bir kez daha geçti. Bu yıldan sonra artık bizim için 17 Mayıs ne ise? 12 Mayıs’ta o dur. Geçecek zamanlar bize, bu Şampiyonluğun ne kadar değerli olduğunu gösterecektir. Galatasaray Taraftarı bu sezon ceza almayarak, Arena’yı kadın ve 12 yaşından küçük Galatasaraylı çocuklara bırakmayarak da lafta değil, icraatta da büyük takım taraftarı olduğunu zapta geçirdi. Yaptıkları koreografiler, posterler, tişörtler, atkılar da Galatasaray yaşadıkça yaşayacaktır. Tek bir senede, 18-20.000 olan, Ali Sami Yen taraftarı, 40.000 e ulaştı. İki misli artış kaydeden taraftarın nitelikli oluşu, maçlardaki duruşu, oyuna katkısı, yenilgiyi kabullenip, takımı bir sonraki maça taşıması ile hep imrendiğimiz, büyük Avrupa Takımı taraftarlarını çoktan geride bıraktı. Ali Sami Yen Stadı, senelerce savaşarak adını Dünya’ya cehennem diye yazdırmıştı, Arena’nın o kadar beklemeye vakti yok. Önümüzdeki sezon artık sırada kim varsa Sırat Köprüsü’nün girişinde bekleniyor. Ali Sami Yen cehenneminden kendini kurtarabilmiş takımları, Arena’nın katmerli cehennem azabı bekliyor.      

ŞAMPİYONLUĞUN KISA HİKÂYESİ:
Galatasaray, tarihinin en kötü sezonunu geride bırakmıştı. Tabela olarak belki çok daha kötü yerlerde bitirdiğimiz sezonlar vardı, ama oyun olarak, futbolcu kadrosu olarak en azından ben, daha kötü bir sezon seyretmemiştim. Tek bir sezonda 3 hoca- ki biri Dünya çapında hoca, diğeri Galatasaray’ın efsanesi Hagi’ydi- değiştirmiş, Başkanı, kellesini kurtarmak için kulübü bataklığa sürüklemişti.

Galatasaray kongresi belki de ilk defa taraftarla aynı görüşteydi. Galatasaray’ı rezil eden yönetimi bertaraf ederek, yerine devrimci, vizyon sahibi Ünal Aysal’ı getirmişti. O da çok geçmeden, hepimizin tahminini doğru çıkararak Fatih Terim’i Florya’ya davet etti. O andan itibaren zaten hepimizin içi rahattı. Ta ki son maçın son dakikalarındaki kısmi felç durumumuzu ihmal edilebilir sayarsak.

Fatih Terim teşhisi çabuk koydu. Galatasaray kalecisiz oynuyordu. Geride kazmalar, önlerinde BAM, ileride yılkı atı gibi sakat Kewell, kenarda çırak gelmiş, çırak gidecek Bülent Ünder. Film, korku filmiydi. Operasyonu bekletmek, enkazı yaratanlarla aynı ihaneti Galatasaray’a yapmak demekti. Yabancılar paralarını alıp kaçtılar. Kaçmasalar sıra dayağından geçirileceklerdi. Onların yerine sopayı yerliler yedi. Taraftarlık hayatımı zindana çeviren Mustafa Sarp kovuldu önce, ardından Kalli’nin antrenman topçusu diye getirdiği Barış.  Gitmeyip, kalanları daha Çetin! işkenceler bekliyordu.

Taraf olmadığımdan, yabancı maçları pek seyretmem. Güzel oynayacağı garanti, Platini’ler, Cruyflar, Blohin’ler, Maradona’lar tarih olduktan sonra olsa olsa bir tek Messi’nin maçına denk gelirsem izliyorum. Bu yüzden yabancı futbolcuları pek tanımıyorum. Gelen transferler içinse parametrem çok basittir Tanımadığım biriyse, yani bu sezon Galatasaray’a gelen yabancıların tamamı öyleydi, ilk çıktığı maça bakarım.  Ya Melo gibi çıktığı ilk maçta, ben futbolcuyum diyecek oynayacak, ya da Riera gibi bütün bir sezonu, ızdırap çektirerek tamamlayacak. Kalecilerimize lanetle baktığımdan kaleye kim geçerse geçsin razıydım. Kaldı ki Muslera’yı kıta şampiyonu gördükten sonra içimiz tamamen rahatladı.

Takım, ilk lig maçına çıktında, gözlerimize inanamadık. Savunmadaki iki kazma yine iş başındaydı. Ebu, bütün mevkileri tavaf ettikten sonra dönebilecekti hücum beki mevkisine. Belli ki Hoca, kimsenin günahını almak istemiyordu. Ya kabahat futbolcularda değil de hocalardaysa. Belki o yüzden Aydın’ı ilk maç, ilk 11 oynattı. Aydın çakmak taşıydı, ateş çıkacaktı çıkmasına da, her çakışta çakacağının garantisi yoktu. Nitekim ilk maç çakamadı, basit bir düzeneğe ihtiyacı vardı Hoca’nın. Çakmak icat edilecek, Aydın bundan böyle ihtiyaç halinde ne zaman çakılırsa ateş alacaktı.

Kazım’a özel bir sempatisi olduğunu düşünüyorduk. Siz bilmezsiniz, ben bilirim, ben oynatırım refleksiyle onu da oynattı. Baros’u sanki gol atamasa da kovmakta haklı olsam düşüncesiyle tek başına bıraktı gol yollarında. Yıllarca Sabri’ye katlanmış taraftar, işkence çekmeye devam ediyordu. Ne olur, isabetli bir orta, dağlara taşlara gitmeyen bir şut. Olmadı, peş peşe kötü sonuçlar, kötü futboldan sonra, Galatasaray’ın beter olmasının sebebinin Hocalar olmadığına kanaat getirdi. Futbolcular kötüydü, taktik büyük takım taktiği değildi. Galatasaray gibi bir takım, oynadığı bütün maçları kazanmak için oynamalıydı. Kaleyi savunmaktansa, karşı kaleyi abluka altına almak gerekti. Fatih Terim’in en iyi bildiği yerden gelmişti soru. İlerideki mile, Baros ile Elmander’i dizdi. Arkalarına sezonun en büyük futbolunu oynayacak olan ikiliyi monte etti.

Bir maçta baktık ki, Engin Baytar namlı arıza bir futbolcu ilk 11 başladı. Hiç birimiz, onun banko bir futbolcu olacağını öngörmemiştik. Nitekim bizim gibi yönetim de öngörmediğinden sözleşmesine ilk 11 kotası koymuşlardı. 25 maç banko oynayabilirse, iki misli para alacaktı. İlk maçını seyrettikten sonra, biz kendisini Milli takıma layık gördük. Galatasaray muhasebecisi, paraları saymaya başla sındı, Galatasaray ilk bombayı patlatmıştı. Fakat yine de işler, bizim istediğimiz gibi gitmiyordu. Gökhan-Servet ikilisi sırayla takımda Ufo’nun yanında boy-kıç gösteriyordu. Kaleci bile henüz kendini taraftara kabul ettirememişti. Sebep belliydi de, Terim ne zaman kafa koparacaktı.

Gaziantep maçı imdadımıza yetişti, Terim’in yapmadığı, belki daha sonra yapmaya karar verdiği operasyon gerçekleşiyordu. Cam Gökhan, beklenen omuz sakatlığını sahaya yansıtmıştı, birkaç hafta kesin yoktu. Sümüklü, olanca somurtkanlığıyla oyuna girdi. Hayatının hatasını yaptı. Kırmızı kartlık bir hareket yoktu, çünkü Servet 5 tane gol yedirir, yine de atılıp maç başı paradan olmazdı. Hakem bize acıdı, Servet’i sadece sahadan değil, Galatasaray’dan da attı. Galatasaray’ın yenildiği maça ilk defa üzülmemiştim. Artık hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

Bir sonraki maç Kayseri deplasmanıydı ve takımın tandemi, Semih Kaya- Ufo ikilisiyle oluşturulmuştu. Ve hepimiz, maçtan ziyade Semih’in oynayacağı futbolun merakı, telaşı içindeydik. Bu maç Galatasaray gol yemez ise, üstüne Semih beklediğimiz futbolu oynarsa iş tamamdı. Oynadı, ilk lig maçını oynayan bir futbolcudan çok daha fazlasını oynadı. Sıra Arena’daki Fener maçıydı. Semih ilk kez taraftarın karşısına, bir büyük maçla çıktı. Üstüne aynı maçta Emre Çolak’ da sahadaydı. Her ikisi de mükemmel top oynadılar. Yıllar önce Gerets, Fener maçına, Orhan Ak, Cihan Haspolatlı yerine, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun’la çıkma cesaretini göstermiş, yenilmiş ama Galatasaray’ın kahraman hocaları defterini imzalayarak gitmişti. Bülent Korkmaz’ın Semih’i oynatmaya CESUR dediğimiz yüreği yetmemiş, kendi öz yurdundan kovulmuştu. İmparator, boşuna imparator değildi, Semih’i oynatmıştı, yetmemiş Emre’yi de salmıştı Büyük Galatasaray taraftarının önüne. Galatasaray, maçla beraber, kendi ocağından çıkardığı iki genci kazanmıştı…

Bundan tam bir sene önce, 8 Mayıs 2011 tarihinde, Kartal Stadında, Giresunspor maçına çıkıyordu Semih Kaya. Bir topa vuramadı, 3-5 balıkçı kendisine sövdü. O an Bülent Korkmaz’a 16 yıl boyunca yaptığım bütün tezahüratları geri aldım, olanca kinimle küfür ettim. Ve Semih’e doğru bağırdım.’’ Çocuk, 2 sene sonra bu ülkenin Ulus takımın durdurucusu sensin’’ üzülme diye. Muhtemelen duymadı, zaten yanıldım 6 ay sonra Milli Takımda oynadı. 13 Mayıstaki Şampiyonluk kupası töreninde 60.000 kişi ismini haykırdı, ey büyük futbol tanrısı sen nelere kadirsin. 3-5 balıkçının Kartal’da oynamasına katlanamadığı Semih Kaya’yı, milyonlarca Galatasaraylının gözbebeği yaptın.

Futbol tanrısının torpili sadece Semih için geçerli değildi. Galatasaray’ın gerileme yıllarının baş sorumluları taraftar için BAM üçlüsüydü. B ve M den çabuk vazgeçtik de, A için durum farklıydı. 10 sene bu takım içerisinde, unutulmaz ne maçların büyük kaptanıydı. Gitse, bu 10 seneyi de silip süpürecek, adı lanetli futbolcular listesinde anılacaktı. 18 numaralı Galatasaray Kaptanı, 18. Şampiyonluk kupasını kaldırarak gitti. Kadıköy’ün soyunma odasının duvarına şampiyonluk imzasını atarak veda etti. Galatasaray’a gelmek hiç önemli değil, önemli olan Galatasaray’dan gidiştir, yolun açık olsun Galatasaray Kaptanı, gidişin muhteşem oldu.

Bir büyük çıkışta Emre Çolak’tan geldi. Önceki sezonlarda da, Emre hocaların dikkatini çekmiş oynatılıyordu. Çok cılız bir görüntüsü vardı. Sanki korner atsa yetiştiremeyecek gibiydi. Tamam, çok iyi, ileriye doğru, çalım atmasıyla adam eksiltebiliyor, hücum bölgesinde fazla futbolcuyla bulunmamızı sağlayabiliyordu. Ne var ki bir şeyler eksik kalıyor, bir türlü Galatasaray’da oynayabilecek seviyeye gelemiyordu. … maçında ceza sahası dışına doğru …topu Emre’nin önüne yuvarladı. Arena,’’vurmaaaa’’ diye bağırdığında her şey için çok geçti. Top Emre’nin ayağından çıkmış, bir Hagi vuruşuyla kendi ekseni etrafında bile dönmeden çatala doğru gidiyordu, ivmesi artarak, mümkün olan en fazla hızıyla. O şutu atabilen çocuk, Galatasaray alt yapısından artık takıma hoş gelmiş sefa gelmişti.

Engin Baytar’ın yoluna da kırmızı halı serilmiş değildi elbet. Daha birkaç sene öncesine kadar Almanya’nın bir kasaba takımında, gurbetçi gariban bir ailenin çocuğu olarak 3 e, 5 e bakmadan Mark için ırgat olmayıp, top peşinde koşmuş, yolu Maltepe sahiline düşmüştü. Artık anlı şanlı Maltepespor’umuzun da gurbetçi bir futbolcusu vardı. İlhan Cavcav'ın Maltepe'de ne işi vardı da Maltepespor maçına gelmişti acaba? Gençlerbirliği'nin kadrosuna kattılar. 3 takım sonra Karadeniz’in yolunu tuttu. Mert, delikanlı, sinirli, arızalı, kavgacı bir futbolcu tipiyle Trabzonspor’a yakışırdı. Şenol Güneş yerine Ali Kemal Denizci, Trabzon hocası olsa Engin Baytar’ın heykelini Sümela Manastırı’na dikerlerdi. Ama Şenol Güneş, Trabzon için gereğinden fazla efendiydi. Pislik futbolcuya tahammülü yoktu, ben uğraşamam, Fatih Terim uğraşsın diyerek İstanbul’a postaladı. Dinsizin hakkından imansız geldi, takımın kahraman futbolcularının arasına adı yazıldı, soyunma odası duvarında imzasını kazıdı. Zıplayan Arena, ismini haykırdığında taraftarın huzurunda sarı kırmızılı atkıya gözyaşlarını siliyordu.    

Rüya ile gerçek karışmıştı bir kere. 2000 yılı DEJAVU oluyordu. 17 Mayısta Parken Stadında olanlar, uzun süre yaşadıklarını rüyaya yoracaklardı. O gün o maça taraftar olarak gitmeyi bile hayal edemeyecek kimi futbolcular, UEFA kupasını ellemişlerdi. Bundan önceki 3. Saraçoğlu maçıydı. Kadıköy tarafındaki kale arkasının kafesinde Yekta Kurtuluş, Galatasaray taraftarı olarak tepiniyordu. 3 sene sonra futbolcu olarak en değerli Şampiyonluk kupasını elledi. Yaşadıklarının gerçek olduğuna en az birkaç sene Yekta’yı kimse inandıramazdı. Bırakalım bütün bir yaz boyu uyusun, rüya gördüğünü sansındı. Söz uçup gider, yazdıklarımız şahit olacaktır o güne ki, Yekta Kurtuluş, oynasa da oynamasa da Galatasaray Tarihinin unutulmaz futbolcularından biri olarak göğsüne yıldız takmıştı.

Maçlar yaşanmış, bitmişti. Bir Şampiyonluğun ötesinde, özlenen Şampiyonlar Ligi maçları beklenecekti artık. Şampiyon olmak, bir araçtı, Avrupa’nın o büyük Şampiyonlarını yenebilmek için Şampiyon olmaktan başka yol yoktu. Galatasaray Taraftarı başı dik yürümüştü, kupayı Saraçoğlu’nda alacağını söylemişti. Son dakikaları koma sarhoş, yerlerde sürünerek seyredebilmiştik, ömrümüzden ömür gitmişti, Galatasaray’ın canı sağ olsundu, yollarına gençliğimizi harcamıştık. Birkaç dakikanın lafı mı olurdu?

Kurulsun masalar, içilsin rakılar, şaraplar, atılsın naralar, çekilsin halaylar. Zaferin kutlu olsun şanlı Galatasaray.
     

15 May 2012

Şampiyon; Fenerbahçe 0- Galatasaray 0


MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
8
Ebu
7
Semih
7
Ufo
7
Hakan Balta
7.5
Selçuk
7
Melo
7.5
Engin
7
Neco
5
Elmander-Baros
5
Riera
5

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ AN:
Maçın bitiş düdüğü. Düdükle beraber süründüğümüz parkelerden, yerlerden, sokaktan henüz ayağa kalkmış değiliz. Dünkü kutlamalardaki 70.000 kişiden biri olmak bile kesmedi. Yorgunum, bitkinim, üzerimde sinmiş meşale kokulu formamı çıkarmadım. İçtiğim rakının, şarabın şişesini atmadım.
VARİL:
Servet Çetin; Galatasaray tarihinde benim nefretimi kazanmış çok futbolcu geldi geçti. Mustafa Sarp’tı en sonuncusu. Artık beni takip edenle bıktı ama yazmadan geçemeyeceğim. Bizimle geçirdiği senelerden dolayı değil, taa, seneler önce Kartalspor’da oynadığı maçlardan beridir, üstüne serpilip gelişerek büyüyen nefretim. Hayatımda hiç kimseye beddua etmedim bu ilk. Aldığın şampiyonluk primini inşallah ayağın, bacağın kırılır da hastane, doktor parası olarak ödersin şerefsiz, pis sümüklü.
-
GLADYATÖR:
Muslera; Aslında boşuna vesvese yaptık, boşuna heyecan yaptık. Maçın son dakikalarında ölümlere gidip geldik. Hasabı mı yanlış yaptık? Yoksa Muslera’ya mı güvenemedik? Gol yemez ise Şampiyon değilmiydik? Yemem demedi mi? Dedi, Yedi mi? Yemedi. Büyük kalecimiz, büyük bir maçı kıtasının klasına yakışır bir şekilde tamamladı. Tüm kıtalardaki, milyonlarca Galatasaraylıyı sokaklara döktü.
-
BOROZANCI:
Cüneyt Çakır;
Vezirspor Halı Sahasında da, Kadıköy’de ölüm kalım maçında da aynı yönetimi gösterir. Çok kolay kart gösterir, çok kolay atar. Sarı kartı almış futbolcular, daha sonra çok dikkatli oynadıklarından, yönettiği maçlar genelde çok kötü geçer. Avantajı oynatmaz, futbolcularla konuşmaz, kararlarında izahat vermez. Dia Ayısının Hakan’a bastığı tabanı görse kesin atardı. Tek hatası Baros’un göğsüyle aldığı topa el çaldı ki sapına kadar haklıydı. Ben hakem olsam Baros topa kafası ve ayağı dışında hangi uzvuyla dokunursa dokunsun düdüğü çalarım. Maçtaki en büyük yorumu, faul olmayan Dia’nın pozisyonuna faul çalması. Faul olduğundan değil, büyük hakem, o pozisyonla atılmış dandik bir gole engel olur. Dandik bir golle koskoca takımların kaderini değiştirmez.
BİR SORU – BİR CEVAP:
Gol yesek atabilirmiydik?
Gol atsak yatabilirmiydik diye de sorulabilir. Takımın kadro yapısı ve oyun kurgusu zamana oynama üzerineydi. Dakikalar ilerledikçe Fenerbahçe’nin konsantrasyonu bozulacak öngörüsüne hepimiz sahiptik zaten. Komtrollü oyunla orta sahası savaşına döndürdüğümüz maçta, atacağımız veya yiyeceğimiz gole göre plan önceden yapılmıştı. Elmander’in sakatlığı elbette hesapta yoktu. Eğer yesek acilen Baros girecek, Riera çıkacaktı. Gol atsak, bu kez Neco çıkacak, Emre Çolak içeri dalacaktı. Gol yemediğimiz sürece de kurgu değişmeyecekti, nitekim değişmedi de.

İMPARATOR:
Grande, ne maçları berabere kalmamak için kaybede kaybede Grande olmuştu. İstese her maçı bu maç gibi berabere bitirirdi. Kolay mı Galatasaray’a gol atmak? Şampiyon olduğumuza göre, maç için söyleyecek olumsuz bir şeyimiz olamaz. Şükran ve minnetle adını bir kez daha haykırıyoruz. Dünkü maçla ilgili tek bir şeyi merak ediyorum sadece. Ufo’nun kart görmesini engellemek için bir şeyler yaptı mı? Arada kaynadı gitti, gol yememek için çıktığımız maçta, gol yedirmemeye oynayan en önemli adam pozisyon harici iki sarı karttan atılıp, yüreğimizi ağzımıza getiriyor.
ORDAKİLER:
Hepimiz ordaydık o ayrı, ama gerçekten orada olanlarımız da vardı. Kimi Fener formasıyla Truva yapmış tezahüratlara tepkisiz maç seyretti. Kimi normal kot-tişört ile Fener formalıların arasında görüntü kirliliği yapan. İşte onlara en derin Galatasaraylı sevgilerimi iletiyorum.
-
ANALİZ:
Maç öncesi vatan millet Sakarya naralarımız, yeneriz, Şampiyon oluruz rahatlığımız, maçın başlama düdüğü yaklaştıkça yerini, sol mememizin altındaki cevahirin zonklamasına bıraktı. Kimimiz Yasin okuduk, tekkelerden, zaviyelerden, Erenlerden, Evliyalardan el vermesini bekledik, kimimiz 6 ayda tüketeceğimiz alkolü tek bir maçta tükettik, kimimiz şaman olduk, ağaçlardan, yüce gökten, büyüden medet bekledik. Kimimiz totem olduk, 90 dakikayı kımıldamadan seyrettik. Ve her neysek, her nasıl pozisyondaysak, Galatasaraylılığımızın olanca enerjisini sahadaki 11 imize aktarmayı başardık.

Aslında maç başladığında zaten Şampiyonduk. Beni tek endişelendiren şey de bu durumdu aslında. Galatasaray’ın beraberliğe yatma karakteri yoktu, yapamazdı, Futbol Tanrısı ne yapar yapar bir ceza keserdi bize. Fakat başlama düdüğüyle birlikte baktık ki, korku dağlardan, Kadıköy’e inmişti. Bir an kendimi onların yerine koydum, ne finalleri tek gol atamadıkları için kaybetmişlerdi. Bu maçta atacaklarını kim garanti edecekti? O andan itibaren kendimi teselli edecek motivasyona erişmiş, biten rakıdan sonra şarabı açmıştım.

Maçta en güvendiğim adamım Felipe Melo idi, beni yanıltmadı. Bir top sürükledi, ince bir Selçuk İnan pası verdi Elmander’e. Elmander kırık tarak kemikle ancak böyle vurabilirdi. Oturduğumuz yerden balıklama atlayarak topa müdahale etmek istedik ama başaramadık. Elmander çıkarken, Baros giriyordu. Oyun planında bir değişikliğe gidilmesine gerek yoktu. Bu arada Baroni bir ıska geçerek derin bir nefes almamızı sağladı. O ana kadar Baroni’yi hatırlayınca da, orta sahamızın nefes aldırmadığını, aldırmayacağını da görmüş olduk.

Fenerbahçe’nin de bu maçı oynayacak duruma gelmesine en çok katkıda bulunmuş Emre’nin yüzündeki endişe, yakın çekimlerde çok net belli oluyordu. O an öbür takımın futbolcusu olmak için Emre kim bilir neler verirdi? Emre hayret verici şekilde pislik yapmadan oynuyordu. Yakın çekimlerden Volkan’ında devamlı dua ettiği okunuyordu, ağız hareketlerinden.

İlk yarı bittiğinde Şampiyonduk, ikinci yarı başladığında da. Takım aslanlar gibi, Pitbull köpek gibi savaşıyordu. Sonlara doğru kanlanacağı garantiydi. İlk gazi Fenerbahçe’den geldi. Hakan Balta’ya attığı tekmeden atılmayı atlatmış Dia, ancak bir şaibeyle açıklanacak hareketini yaptı atıldı. Hayret şu 2 gün içersinde kendisinden şüphelenen hiç bir Fenerli çıkmadı. Gol atması için oynatılan adam, kendini attırdı. Fener 10 kişi kalmasına rağmen Grande oluşan doğal kolpayı yemedi. Marifet oyunda tabelayı değiştirmemekti, eğer değişirse de Galatasaray’ın Allahtan umut kesilip, kendisinden kesilmeyeceği İmparatoru vardı. Yeter ki, operasyon için zamanı olsun du.

Son dakikaları yerlerde sürünerek seyrettik. Bitiş düdüğüyle birlikte göz yaşlarımızı bıraktık. Bu maçın sonu, UEFA kupası Finalinden sonraki en güzel günümüzdü. Herkesin bir kalbi vardı, herkeste bilinen yerdeydi. Bizimkiler sanki bu maçla birlikte biraz daha ortaya, sinemize, göğüs kafesimizin tam merkezine kaydı. Adı yürek oldu, Galatasaraylı yüreği.              

Ey büyük Galatasaray taraftarı, Bu kupayı Saraçoğlu'nda alacağını söylemiştin zaten. 100 sene geçse de bu Şampiyonluk unutulmaz, zaferin kutlu olsun. 

12 May 2012

Ne Yapmalı?

Yarın gece bu saatlerde futbol tarihimizin en büyük lig maçı oynanmış olacak. Ve tabi yine bu saatlerde bir renke tutkun olanlar sokaklarda, barlarda, kırlarda, ovalarda şarkılar söylerken, kaybeden eğer sarı kırmızı renklere tutkun olanlar olursa, kötü kaderine küsecek, canından bezecek, uzun süre yüzü gülmeyecek, kendi kabuğunun yalnızlığına çekilecek. Kaybetmeye hiç ihtimal vermiyoruz, ama yine de her ihtimale karşı elimizden gelen karınca kararınca sinerjimizi sevgili Galatasarayımıza ulaştırılmak üzere sonsuzluğa bırakıyoruz.

Eminim ki Fatih Terim, bildiğimiz klasik Galatasaray dizilişinde değişikliğe gidecek. Bu değişiklik asla beraberliğin bize yaraması dolayısıyla değil, bilakis beraberlik yettiği halde, saldırmak, tarihe bir kez daha nam salmak için olacaktır. Grande, nice maçı beraberliğe razı olmayarak kaybettiği için adı İmparatora çıkmıştır. Sıçan gibi oynayarak Galatasarayı yenen Aykut Kocaman'ın taraftarı olmaktansa, aslan gibi oynayarak Fenerbahçeye yenilen Fatih Terim'in taraftarı olmanın onur ve gururunu taşırız. Aynı oyunu oynasınlar, isterse her maç yenilsinler.

Finallerin mazereti yok, bize yakışmaz. Baştan kabul edip, lige devam ettik lig bitmedi, yarın bitecek. Galatasaray büyük takım, ne finaller gördü bunun gibi, ne finallerden utkuyla ayrıldı, yarın ayrılacağı gibi. Şimdi kendimizi bir anlığına Galatasaray kulübesine koyuyoruz. Ve takımı gerekçeli kararlarımızla çıkarıyoruz.

Muslera; Son maçlarda topu oyuna sokmakta çok hata yapıyor. Attığı topların neredeyse tamamı taca, rakibe gidiyor. Daha sakin oyuna sokmalı, garanti pas atmalı. Asla vakit geçirmeye oynamamalı. Hatta, topu acele elle oyuna sokarak Fenerbahçeli futbolculardan asla korkmadığını maçın başında hissettirmeli. Büyük kaleci olduğunu geçen yaz gördük, bu finalde de biraz daha büyüyeceğine eminim.

Sabri; Ben sağ bekte azılı Galatasaraylı Sabri ile başlarım. Fener maçları başka maçlara benzemez, bugün var yarın yok futbolcularla Fener maçı kazanılmaz. Kosantre bir Sabri, aşırı motive şekilde maça çıkar, Galatasaray sağ tarafını aslan gibi savunur. Savunup savunamayacağı zaten maçın başlarında belli olur. Baktık tekliyor, önce saha içi önlem alınır o da olmaz sa ilk değişiklik yapılır. Bir kaç iyi hamle ile başlarsa da hayatının topunu oynar, önündeki hücum beki Ebu'nun vitesini büyültür.

Semih Kaya; Özel bir taktiğe gerek yok, ilk topa çıkacak. İlk müdaheleleri yapacak, penaltı veya serbest vuruşa sebep olmayacak. Emre Aşık performansı bekliyorum.

Ufo; Son maçlarda düşüşe geçenlerden. Maçta en korktuğum futbolcu olacak. Risk alıp topu Muslera'dan istemeli, kazasız belasız Selçuk'un sihirli ayaklarına ulaştırmalıdır. Bence maçın kader adamlarının başında olacak. Hata yapmaz ise kolay kolay gol pozisyonu vermeyiz.

Hakan Balta; İşi kolay, Fenerbahçe'nin sağ tarafı sol tarafından güçsüz. Gökhan Gönül her maç olduğu gibi bu maçta da yarım sakat olarak oynayacak. İçeri iyi orta yapılmasını engellesin, top kalemşizden mümkün olduğunca uzakta kalacaktır. Normal oyununun üstüne çıkabilirse hücumda da kendini gösterir. Bu maçta da koyar mı koyar.

Ebu; Ben bu maçlığına hücum bekimizi biraz daha önde konuşlandırıyorum. İki sebepten, biri Fener'in en tehlikeli, en hızlı futbolcusu Stok'u ilk kapatacak olmasından, ikincisi daha önemlisi Zikler'in üstüne üstüne salınarak tam bir kara bela olması açısından. Ebu, bence önünde kat edeceği mesafe kısa olduğunda daha tehlikeli olur. Ayrıca bitmez tükenmez enerjisi ile savunmada Sabri imdat dediğinde yetişir.

Selçuk; Kötü oynaması yasak olan futbolcularımızdandır. Muslera, Ebu, Melo, Elmander ile birlikte mutlaka iyi oynama mecburiyeti olan futbolcularımızdan biridir. Diğerlerinden biri kötü oynarsa kompanse edilebilir, ama bu saydığım futbolculardan biri bile kötü oynarsa sonuç felaketimiz olur. Profesör Selçuk bu maçtan da yüz akıyla çıkacak, şu an oynayayan en büyük Türk futbolcusu olmanın onuruyla tatile çıkacaktır.

Melo; Pitbull maçta, benim en güvendiğim futbolcu olacaktır. Sezonun en büyük futbolunu oynayacağına inancım tamdır. Cami tarafındaki kaleye doğru işeyeceğine inanıyorum. Hırlayacak, havlayacak, ısıracak, boğacak, kan kusturacaktır.

Engin Baytar; Açıklardan biri odur. Fener seyircisi, maçın ilk dakikaları atlatıldıktan sonra susacaktır. Korkudan bağıramayacaklardır. İlerleyen dakikalarda golü bulamayan Fenerbahçeli futbolcuların savunmada mutlaka dikkati dağılacak, hata yapacaklardır. Fenerbahçe'de en güvendiğim futbolcu Bekir'dir. Bekir'e doğru atılacak her topu kovalasın mutlaka pozisyon bulacaktır. Ben ekmeği Bekir'den yiyeceğimizi düşünüyorum.

Aydın Yılmaz; Diğer tarafta da Aydın'ı koşturmayı planlıyorum. Engin için söylediklerim onun için de geçerlidir. Bekir'e kim daha yakınsa pusuya o yatsın. Elmander'in bozacağı savunmada bir Galatasaraylı olarak tarihe geçme fırsatı kendi ellerindedir.

Elmander; Neco veya baros yok diye sakın ola ki tek forvet oynuyoruz sanmasın kşmse. Bir kere Neco'nun gelişi Baros'u bitirmiştir. Baros golcüdür, atamadığı her maç stresini bir sonraki maça taşır. Fatih Terim kendisini hazırlamayarak Şampiyonluğu  riske atmıştır. Neco ile ısrar edip, değersiz gollere razı olacağına, o değersiz gollerden birini Baros'a attırabilseydi, yarın bu maçı Baros tek başına alabilirdi. Ama artık macera aramak için çok geç. Elmander daha önde oynayacak, Ebu'nun gücüne güç kattığı orta saha topu kendisiyle daha fazla buluşturacaktır. Kötü gol atmaya yeninli Elmander'den artık jeneriklik, unutulmaz bir gol beklemek bütyük Galatasaray Taraftarının hakkıdır.

İlk 11 i bu diziliş ve taktikle sahaya sürdükten sonra, artık oyunu okumak, yönetmek Fatih Terim'in tecrübesine kalmıştır. Ne yapacak yapacak oyun üstünlüğünü bariz bir şekilde onlara vermeyecektir. Olur ya, Futbol Tanrısı yine onlardan yana fetva verir de golü kalemizde bulursak. Oyun planında epey bir süre ısrarcı olacaktır. Cüneyt Çakır seyirciden etkilenmemekle ün salmış bir hakemdir. Avantaj uygulatmaz, kolay kırmızı çıkarır, kolay penaltı çalar, Hoca, gözünü maçtan bir an bile ayırmayacak, tuzaklara düşmeyecektir. Maçın sonlarına doğru hala vaziyet bizim lehimize değilse, artık ya herro ya merro taktiğiyle oynanacak. Baros, Emre, Neco, Ayhan artık elinde ne kozu varsa cepheye sürecektir.

Sonuç; Galatasaray kimle nerede oynarsa oynasın yenmek için oynar. Yeter ki aslan gibi oynadıklarından, maç bittiğinde 1 metre koşacak dermanları kalmadığından emin olalım. Gerisi 3 ihtimallidir, katlanırız. Eğer kaybedersek,de takımın yeniden denemesi için katkıda bulunmaya devam ederiz. Biz Galatasarayız, Galatasaraylıyız, yensek de büyüğüz yenilsek de. Biz Galatasarayı Şampiyon olsun diye sevmedik diyoruz. Ve takımın kupayı getireceğine gönülden inanıyoruz.

Eğer maçta dara düştüğünüzü hissettiğiniz bir an gelirse Arsenal maçını hatırlayın.

Yolunuz açık gazanız mübarek olsun çocuklar, her zaman sizinleyiz. Haydi Fatih'in Aslanları kükreme sırası sizin..  .

11 May 2012

NO FEAR



Atmaya gelince koca topçu Genç Osman oluyorlar. En kolay maçları Galatasaray maçı. 4 atıyorlar, 6 atıyorlar, her maç yeniyorlar. En zayıf takımlarıyla bile yendiler, yenerler. Bir Fener'liyle dayanabilirsen otur sohbet et. Maçı oynamadan kazanırlar, en büyük onlar, en büyük en zengin onlar, en çok taraftar onlarda var. 3 puan geride bile çıksalar farketmez, nasıl olsa yenecekler. Peki o zaman neden bu korku, neden bu yaygara . Sana ne Fatih Terim'in maçı nereden yöneteceğinden?. İster sahadan yönetsin, ister Florya'daki Kaşıbeyaz Lokantasından. Sen nasılsa yenmeyecek misin beni zaten?. Biz senin Trabzon maçının nasıl kazandığınla ilgileniyor muyuz? Ya da bu düzeyde bir maçı nasıl oluyor da oynuyor olduğuna? Ne halin varsa gör maçlarını bile çoğu Galatasaraylı seyretmez. Ben en son Fener maçının gollerini sonradan bile görmedim.  

Keşke her maç Fener maçı olsa. Hayatımda hiç bir Fener maçından korkmadım. Hele ki yarın oynanacak Fener maçını en rahat Fenerbahçe maçımız olarak izleyeceğim. Galatasaray'ı Fatih Terim değil, Galatasaray ruhu yönetir. Siz onu bazen görürsünüz, bazen göremezsiniz. Ama Galatasaraylılar her zaman görmüştür, hissetmiştir. Ruhun yönettiği nice final maçlarından, Galatasaray muzaffer ayrılmıştır. Galatasaray Dünyanın neresinde kimle oynarsa oynasın yenmeye oynar. Beraberliğe razı olmadığı için kaybettiği ne maçla yüzünden,adı İmparatora çıkmıştır Galatasaray Hocasının. Yarın gece sahaya Galatasaray değil, Galatasaray ruhu çıkacaktır, Kenarda tepinen, bağıran, çağıran, Galatasaraylı duruşunu dosta düşmana bir kez daha ispat etmek mecburiyetinde olan da , bir günde kral olmayıp, bin yılda tahttan inmeyecek Grande olacaktır. 

Bokludere Stadyumuna maça gidenler; mezarlıkların önünden geçerken, maçta top bizdeyken çok iyi ıslık çalın da korktuğunuz belli olmasın. 

7 May 2012

Gazozuna Maç; Galatasaray 2- Beşiktaş 2


MAÇKOSKOP
KADRO:
Muslera
1
Ebu
7
Semih
5
Ufo
2
Hakan Balta
3
Melo
6
Selçuk
7
Emre
-2
Engin
6
Baros
3
Elmander
2

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ AN:
Zurna çok çabuk öttü Arena’da. Maçın başında Trabzon’dan gelen gol haberi sessizliği maçı maçlıktan çıkardı. Ne futbolcular, ne taraftarlar, ne de hocalar da heyecan kalmadı. Bir umut, bir bekleyiş, tansiyonu sıfıra indirdi. Maç langırt maçına dönüştü.
-
VARİL:
Emre Çolak; Birkaç maç kendi ortalamasının üstünde oynamış meğerse. Uzun maratonu kaldıramadı. Bu fizikle futbol oynayacaksan en azından Messi’nin yarısı kadar oynayacaksın. Finallerin en kötü futbolcusu olarak sezonu kapattı. Eğer son maçta tabelaya yansıyacak bir hamle yapamaz ise, seneye tek tük oynar, ondan sonra da ömrünü vasat altı bir Anadolu takımında tamamlar. Yok aksi olur da, sayesinde Fener maçı kazanılırsa, o zaman da takımın bankosu olur. Yani demem şu ki kaderi tek bir maça bağlı.
-
GLADYATÖR:
Selçuk İnan; Ayağına top geldiğinde seyrettiğimiz gösterinin futbol olduğunu anlıyoruz. Topu sanki ayağıyla değil de, kafasıyla oynuyor gibi. Takımı, pas trafiğine soktuğunda sonucunda mutlaka kaleye vuruş hamlesine kadar sürüklüyor. Fenerbahçe’deki Aleks’in koşanı, genci, istikbal vad edeni. Takımdan kendisini çıkar, en az oynanan futbolun kalitesi 2 kademe düşer. Yine 2 yüzde yüz gol pası çıkardı. Attığı serbest vuruşta top kimin kafasına çarparsa çarpsın, hatta kimseye çarpmasın gol olacaktı. 
-
BOROZANCI:
Bülent Yıldırım; Bizde hakemler futbolu bilmiyor. Topun güzel oynanmasının engeli oluyorlar. En ufak mücadelede bir düşsün zart zurt düdük öttürüyorlar. Avantaj hak getire. Tek düşündükleri şey, aman sonuca etki edecek bir hata yapmamayım. Maç istediği kadar kötü olabilir, yeter ki hata yapmasınlar. Bu gece tam da böyle tipik kötü bir Türk Ligi hakemi vardı sahada. Hiç hata yapmadı. Hiç kavga etmezsen, dayak yememiş olursun. 
-
BİR SORU – BİR CEVAP:
Baros ve Elmander’in çıkartılıp, Aydın ve Sabri’yi oyuna alınması kararı niçin verildi?
Her halde bir iletişim hatası vardı. 2 forvetle oynama karakteri olan Galatasaray’ı, 2-0 öndeyken forvetsiz oynar duruma sokmak Fatih terim’in düşüncesi olamaz. Farkı artırmak için Sabri’yi santrafor oynatmak için deli olmak lazım. Deli olmadıklarına, ve o dakikadan sonra gol atmayıp, tabela yatmak için sokulmuşlar demektir. O zaman da bu hamle Galatasaray’ı küçük düşürmüştür.
-
İMPARATOR:
Grande bana göre Trabzonspor maçında Şampiyonluğu kaybettiğini düşünüp mızıkçılık yaptı. Bahanelere sığındı, sanki bu finaller kendisine yapılmış bir haksızlıkmış gibi isyan etti. Bize, Grande’ye yakışır mı?. Lig başlamadan bu karar alınmadı mı? Madem sıkıntı olacak, madem yanlışlık var oynamasaydın. Ben anlamam, kurallar her takım için geçerli. Şimdi Fenerbahçe’ye kaybedip eldeki kuşu uçurursa ağlamaya başlayacak. Sen kendi sahanda hiçbir maçı kazanama, Şampiyonluk için Fener’in küme düşmesini, puanının silinmesini bekle. Olmadı, Trabzonspor’dan medet bekle. Büyük Hocaysan, büyük takımın varsa kendi işini kendin halledersin. 86. Dakikaya 2-0 önde gir, Galatasaraylı bir ayakkabı boyacısının bile yapmayacağı değişiklikleri yap, maçı berabere bitir. Bereket Fenerbahçe berabere kalmadı, hatta 3. Golü attı da rahatladık.  
-
ORDAKİLER:
Kesinlikle Şampiyonluk maçına çıkmış bir taraftar değildi. UltrAslan’ın  ya parası bitti, ya fazla yoruldular. Koskoca stadyumda tek bir bayrak yoktu. Antrenmana giden taraftar daha iyiydi. Gerçi diğer maçtan gelen kötü haberler coşkuyu bitirdi ama, iyi haber gelse ne olacaktı anlamadım. 20-25 meşale getirilmiş maça şampiyonluk kutlamaları için. Eminim şampiyonluk gelseydi, hiçbir hazırlığımız yoktu. Denizli’de Fener’in takıldığı maçta bile biz çok daha organize, çok daha heyecanlıydık. 
-
ANALİZ:
Fenerbahçe, Beşiktaş’a takılınca gitti gözüyle bakılan şampiyonluk, geldi gözüyle bu gece Arena’daydı. Ancak bu düzeyde dolabilecek Stadımız, yine de tıklım tıklım değildi. Muhtemelen karaborsacıların elinde patlayan biletlerin koltukları kapalıydı. Yeri gelmişken Arena’da büyük maç seyretmek isteyen, fakat bilet alamayanlara tüyo vereyim. Sakın karaborsadan falan bilet almayın, bilet bitti denilen maça gelin. Yarı fiyatına bilet alır maça girersin. Her maça gelmeyeceksen, sadece büyük maçlar için kombine alacaksan sakın alma.

İşte böyle bir taraftarla olası Şampiyon olacağımız maça çıktık. Hoca locadaydı, emir komuta Hasan’damı, Ümit’temi anlayacaktık. Takımda tek değişiklik, oynatılmaya oynatılmaya futbolu, gol atmayı unutturulmuş Baroş vard, Neco’nun yerine. Emre’nin yerine de Aydın’la başlasa benim çıkardığım 11 olacaktı, neyse buna da razıydık. Baros neticede golcüydü. Golcü gol atamadıkça sıkıntıya girer, kötü oynar, bencilleşir, takıma zarar verir. Tamam da atarsa da arkası gelir. Yüze yüze kuyruğuna getirdiğimiz post işi, son maça gelmişiz Baros’u hazırlayamadılar. O da tıpkı Emre Çolak gibi kaderi fener maçına bağlı futbolcuların başında. Fener’e koyması da yetmez, bizi ipten alıp, Şampiyonluğu sadece onun sayesinde almamız lazım. Yok be o da yetmez, Baros gidici, en azından anılarda güzel kalabilir di. Şu son maça kadar kalmasaydı gol atma işi.

Yinede taraftarın gök gürlemesi, santra vuruşu, naralarıyla başladı maç. Takım kendinden emin top çevirmelere çabuk başladı. Bir delik bulup, tabelayı erkene alıp, antenleri Trabzon’a çevirecekti. Stadyumdaki sessizlik pek dikkatimizi çekmedi, daha maçların başıydı. Selçuk’un serbest vuruşunu seyrettik. Mutlaka iyi yere vurmuştur, top barajdan sekip ah larla kornere gitti. Vamos bien di, iyi gidiyorduk. Soldan atılan kornerleri de Selçuk kullanıyordu, belki üşendi, belik maçın daha başıydı aceleye gerek yok diye düşündü. Engin Baytar’a attırdı. Top Pitbull’a 2-3 metre varken biz gol diye bağırmaya başlamıştık.

O da neyin nesi? Trabzon’da meğerse çok erken gelen bir Fener golü varmış. Olsun biz kendi işimize bakalım dı, nasıl olsa Trabzonspor bu maçı kaybetmeyecekti. Trabzon’da oynanan maçta olduğu gibi, yine 1-2 dakika top dolastırılarak, 30-40 pas yaparak topu yine Emre ile buluşturdular. Yine bir büyük takım golü kaçırılmış oldu, devamında yine bir serbest vuruş golüyle tabela alındı. Bu durumda çok maç seyretmiş biri olarak aynı duygulardaydım. Maça taraftar artık bakmaz bu dakikadan sonra. Herkes diğer maçı dinlemeye başlar. Fener’in ikinci golü de gelince sahadaki futbolcular sessizlikten maçı bıraktılar, Kadıköy’ü düşünmeye başladılar. Devreye tam girerken, hatta girmişken gol sesi geldi.

İkinci yarı, 2. Golün sesini beklemekle geçiyordu. Beşiktaş farkın açılmaması rezil olmamak peşindeydi. Ligin en kötü teknik direktörü onlardaydı. Unu eleyip elekleri tavana asmış futbolcular onlardaydı. En iyi futbolcuları Fernandez’in topla buluşması engellenmişti. Bu maç böyle bitecekti bitmesine de diğer maç ne olacaktı acaba? Takım kötü oynuyordu ama bir çok daha fazla sırıtıyordu. Fatih Terim’in prens kontenjanından, ben bilirim siz bilmezsiniz tafrasından oynayan Emre Çolak  Sabri’yle yer değiştirdi. Koleradan kurtulalım derken vereme yakalanmıştık. Sabri futbolu satranç oynar gibi oynadı. Topla 18 içinde buluştuğunda ne yapacağını yarım dakika düşündü, tabi sonunda kaptırdı. Önce Elmander, sonra Baros oyundan çıktı. İnanılır gibi değil di, 2 dakikada durum 2-2 ye geldi. Bilenler, Fener aman beraberlik golünü yemesin diye duaya başladılar. Eğer böyle bir netice olsaydı o stadyum o travmayı atlatamazdı. Arena’yı bilmem ama ben travmaya girmiş durumdayım.Öyle bir maç oldu ki pis ligimizin gazozuna oynanan bir maçı olarak kayıtlara geçti. Maçın  neticesi hiç bir takıma yaramadı, cacıktan sonra gazoz içip yediklerimizi sindirmeye çalışalım.   


Fenerbahçe 3. Golü attıktan sonra, yenilelim isterdim. Benim için Kadıköy’e 3 puan önde gitmekle, 2 puan geride gitmek arasında fark yoktur demiştim. Yanılmışım, varmış,keşke geriden gitseymişik. Beraberliğin bize yaraması beni hiç memnun etmedi. 9 puanlık farkı, 5 maçta yarım puana indiren Galatasaraylı futbolcular beraberliğe oynarlar ise maçtan sonra sakın kimse ağlamasın. Kimse de bize niye final oynattılar diye Federasyona küfür edip, yenilgiye kılıf aramasın.

   
Büyük takımsan, Kadıköy'e gidip, kupayı alacak Florya'ya getireceksin.        

6 May 2012

Sizin Dağlarınız Varsa CHE, Bizim de Deniz'imiz var


İsyancılar tarihi değiştirenlerdir, insanlığın motor gücüdür. Hepsi kelle koltukta mücadele vermiş çoğu da telef olmuştur. Hiç birinin isyanı boşuna olmadığından bu günlere kadar dünyanın bütün koordinatları üzerinde Macellan Boğazından  , Sibirya Bozkırlarına , Yeni Zelendadan Alaskaya kadar dilden dile nesilden nesile söylene, anlatıla gelmiştir. 



Şeytanı daha üstün tutan Allaha karşı gelmesiyle ilk isyancılığı başlatıp cennetten kovulan Adem Babamızdan, Kerbelada  Muaviyenin oğlu Yezide halifeliği vermeyerek, kelleyi veren Hüseyin’e,
Romada köleliğe başkaldıran proletaryanın ilk önderi Spartaküsten,  İtalyadan dünyayı döndüren Galileye, Kızıl Meydanda ISKRA(kıvılcım)yı çakan   Leninden, Sierra Maestrada puro yakan Commandante Che Guevaraya,

Vietkongtaki Ho She Minhten, Kafkaslardaki Şeyh Şamile,

Robin Hood tan, Don Kişota, köleliği kaldırtan, zencilerin önderi Martin Lutherden, Latin Amerika halklarının şanlı direniş meşalesini taşıyan Emilyano Zapataya,

Anadolu’da Hızır Paşaya isyan eden Pir Sultandan, Conk Bayırında yedi düveli gırtlaklayan Mustafa Kemale,

Van’da Bedirhan, Boluda Köroğlu, Varna’da Nazım Baba,  Lorke’de Göven’de Temirağ’da Ahmet Kaya, sehpada Deniz Gezmiş,….. Ve her kim ise.

Sisteme, kurulu düzene boyun eğmeyip de, haksızlığa başkaldırmışsa onlaradır son sözümüz.

İnsanlık tarihinin yazıp yazacağı, görüp görebileceği bütün isyancılara selam olsun.